18 Ocak 2012 Çarşamba

Ah Ahparik Ne Diyeyim Şimdi Sana (2)

 Ferhan Umruk

5 yıl sonra Hrant için Devlet karar verdi. Avukat Fethiye Çetin yaptığı açıklamayla, kimilerince AKP’ye yüklenen demokrasi misyonunun da somut olarak berhava olduğunu dile getirerek, bir anlamda malumu ilan etmiş oldu: “Bizimle dalga geçtiler…    Bu kadarı da beklemiyorduk… Meğer, Pelitli’deki üç genç öldürmüş. Meğer burada örgüt yokmuş. Bu kadarını da beklemiyorduk. Bu karar ne anlama geliyor? Bu karar, yerleşik bir geleneğin bozulmadığı anlamına geliyor. Nedir bu gelenek?Devletin siyasi cinayet geleneği ve bir kısım vatandaşını ötekileştirerek düşmanlaştırma geleneği devam ediyor. Bu kararla bunu tescillediler”

Evet, Fethiye Çetin malumu ilan etmiş oldu ama ‘bu kadarını beklemiyorduk’ ifadesiyle AKP’ye ‘demokrasi’ vehmedenlerin tesirinde kaldığını, belki de  aşırı iyimserliğin onu bu yanılgıya sürüklediğini tespit etmek gerekiyor.

Hrant da yanılmıştı ‘Bu ülkede güvercinlere dokunmazlar’ diyerek. Sanırım iyimserlik bulutu onun da zihnini sarmıştı. Göremedi devletin ırkçı damarını, göremedi  devlet tarafından milli eğitimiyle, basınıyla topluma zerk etmiş olduğu ırkçı zehiri. Bütün bunların da muktedirlerin bütün fraksiyonlarınca sahiplenildiğini.
İlan edilen mahkeme sonucu bir turnusol kağıdıdır. Bu coğrafyanın mağdurlarına, ezilenlerine verilen ölüm fermanını ‘Askeri vesayet’ de verir, askeri vesayeti Silivri’ye tıkan muktedirin ‘sivil iktidarı’ da. Zira her ikisi de Silivri’de olan da Ankara’da olan da muktedirin ortak çıkarında aynı sesi çıkarırlar.
Hrant’ta yanılmıştı dedim, evet o da AKP ile birlikte Avrupa Birliği   ipine sarılarak demokrasinin gerçekleşeceğini  ilan edenlerin öngörüsüne inandı. Bugün davanın sonucu bu öngörünün bütünüyle yanlış olduğunu açığa çıkarmış bulunuyor.
İzninizle artık şunları söylemek istiyorum. Hrant Agos dergisini çıkardıktan sonra kamuoyunca tanınmaya başladı. Bir süre sonra televizyon ekranlarına davet edilerek özellikle Ermeni meselesiyle ilgili programların konuğu olmaya başladı. Hrant’ın kamuoyunca takip edildiği ilk evrede medya bu programlarda onun karşısına koyduğu faşist kişilikler vasıtasıyla  söyle; soykırım mı, değil mi? baskısı altında onu adeta Türk’ün (onları algılayamadığı doğru ifadeyle ittihatçı katillerin) haklılığını ispat edecek bir kum çuvalına dönüştürdüler.
İkinci evrede Hrant, medyanın bu tuzağını,   liberal aydınların, gazetecilerin yarattığı demokratikleşme halesinin etkisiyle ‘evet 1915 soykırımdır’ atağıyla aştı. Bu atağa zemin hazırlayan  liberal aydınlar , bugün Hrant’ın dostu, arkadaşı olduğunu dile getiren kamuoyunca tanınmış kimseler onu Agos dergisi çıktıktan sonra tanıdılar. Öncesinde zaten tanımaları mümkün değildi, zira Hrant sosyalistler dışında bilinen bir insan değildi. AKP’nin demokratikleşme motoru olduğu analiziyle ideolojik hegemonya yaratan bu dostlar, bu analiz doğrultusunda Hrant soykırım kavramını dile getirmeye başladığında bu dostlar soykırım kavramını paylaşmadılar. Kimileri de Lemkin tanımlamalarına göre 1915′in soykırım olmadığı kanaatinde olduğunu ancak bir katliam olduğunu yazdılar. Kimileri suskun kaldı.
Şimdi davanın gerçek katillerin korunarak iki üç kişinin cezalandırılmasıyla sonuçlanması elbette bu devlet kararını lanetlemeyi gerektiriyor. Tabii ki Türkiye’nin de tarihiyle yüzleşmesi gerekli. Ancak Hrant’ın dostları olduğunu ifade eden herkes eğer tarihsel bilinç zaafından dolayı yanlış analiz ve öngörülerle yanılgılara yol açmışsa, bu hatalarıyla da yüzleşmelidir. Kendisiyle yüzleşemeyen başkalarını yüzleşmeye davet edemez.
Hrant’a gelince onun yanılgısı, onun doğrusudur da aynı zamanda. Çünkü O Ermeni halkının uğradığı zulmün hakikatini bütün dünyaya haykırarak, geri dönülmez bir yolu açmış bulunuyor.
Hrant’ın ölümünün ardından yazdığım yazıda şöyle demiştim:”  Katil bulundu, Trabzonlu milliyetçi mukaddesatçı bir çocuk. Peki katil yalnızca o mu? Yoksa Şark Ekspresi’nde Cinayet’te olduğu gibi bu trenin vagonlarında olan herkes mi? Evet bu cinayet iklimini yaratan, milliyetçiliği kışkırtarak toplumu faşistleştiren muktedirlerin tüm fraksiyonları, takkelileri, apoletlileri, birbirleriyle laiklik ve türban üzerinden sınıf çıkarları için çatışırken toplumun ötekileştirilmiş mağdurlarına karşı yumak olup zora dayalı tek tip insan yaratma paradigmasını sürdürenler.”
Keşke yanılmış olsaydım. Bugün onların sandığı gibi ‘Askeri vesayet’ sonrası bu dönemde  Hrant’ın devlet içindeki katilleri ortaya çıkarılsa, devlet katillerden arındırılabilseydi.
Yanılanların, yanıldıklarını kabul etme zamanıdır şimdi. Bir kez daha, muktedirlerin siyasi odakları karşısında, mağdurların yaratacağı bir seçenek dışında çözümün mümkün olmadığı bütünüyle su yüzüne çıkmış bulunuyor.
Bugün Ermeni’nin, Türk’ün Kürt’ün, dünya halklarının Hrant’ı sahiplenme günüdür. Devlet’in kararı kendinedir. Hakikati ortaya çıkaracak kararı halklar verecektir.
                                                  ***
                         
Ah Ahparik Ne Diyeyim Şimdi Sana
21.01.2007
Ferhan Umruk
       Seni, yetmişli yılların sonuna doğru Cağaloğlu’nun hanlarından birinde olan yayınevine ilk geldiğinde Fırat olan isminle tanımıştım. Son yazdıklarında bu topraklarda hem Ermeni hem solcu olmanın sana yüklediği sorumluluğun gereği olarak, kendinden öte, siyasi hareketine zarar vermemesi için gerçek ismini kullanmadığını belirttin. Yalnızca bu durum bile, bu toprağın kadim halklarından birinin evladı olan ve hepimizden çok kendi kimliğiyle yaşama hakkına sahip olması gereken bir insanın nelerden mahrum bırakıldığının ispatı değil miydi? Elbette hepimiz farkındaydık bu adaletsizliğin. Hepimiz de bu adaletsizliği yıkacak olanın, kulaklarımızda her an çınlayan ‘işçinin vatanı yoktur’ sözlerinde, ‘dil farkı bilmeyiz, din farkı bilmeyiz’ dizelerinde sembolleşen tahayyüllerimizdeki yeni bir dünya olduğunu düşündük. Bilemedik, ayrımcılığın, ırkçılığın, şovenizmin zehrine karşı mücadelenin küçümsenemez, ertelenemez bir ihtiyaç olduğunu. Bilemedik toplumu zehirleyen bu zihniyetin toptan çözümle yıkılmasını beklemenin tarihi bir hata olabileceğini.
Ah ahparik, halkların kardeşliği için kaleme aldığım bir açıklamada yer alan Ermenilerin Astvazazin bayramını kutlama dileğini okuduğunda benim bunu bilmeme çok şaşırmıştın. Haklıydın da şaşırmakta, hoyratlaşan toplumun çoğunlukta olanın bireyleri kendi değerlerinden başka değerleri görebilecek duyularını çoktandır yitirmişlerdi.
Seni bilmezler onlar, dünyayı milliyetçi pencereden okumaktan başka yetenekten yoksun olanlar seni bilmez. Senin her türlü milliyetçi ön yargıdan uzak Agos’la birlikte fırtınalı denize doğru açtığın yelkenlerinle başladığın yolculuğun insanları kör eden gözlerine inmiş perdeyi kaldırmak için olduğunu bilmezler, anlayamazlar. Bu attığın adımın sonucunun insanları bölen milliyetçi, vatansever, ulusalcı önyargılardan kurtarmayı hedeflediğini bilemezler. Onlar dünyayı ezelden ebede var olduğu ve olacağını düşündükleri milletlerin savaş arenası olarak bellerler. İşte bu yüzden onlar için iyi olan sözcük vatansever kötü olan sözcük vatan hainliğidir. Onların ufkunun sınırlılığı insanlık için iyi ve insanlık için kötü olan kavramını algılamalarına izin vermez.
Ah ahparik, sen dedin ki ‘Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. ’ Ah keşke yanılmasaydın. Gerçekten bu toplumun vicdanı sana kurşun sıkan katilleri engelleyebilecek duyarlılığa sahip olsaydı. Sen de biliyorsun ki şimdi arkandan gözyaşı döken insanların çok azı içten ve içi acıyarak kederlerde diğerleri o kahır ekseriyet iki yüzlülüğünün şahikasına varmış timsah gözyaşları dökmekte yalnızca.
Ah ahparik, kıydılar canına senin, Marqouez’in Kırmızı Pazartesi’ si gibi adım adım geldi cinayet senin de hissettiğin gibi. Yarattılar muktedirler ölümün, öldürmenin puslu havasını. Severler onlar puslu havayı.
Şimdi suçluların telaşı içinde cinayeti telin ediyorlar. Ama dilleri yine kendilerini ele vermekte manşetlerde ekranlarda bu cinayeti vatana ihanet ve Türkiye’ye karşı diye ilan ediyorlar, iliklerine işlemiş milliyetçi önyargı dillerine vuruyor. Onların sözcük dağarcıklarından ancak bu sözlerin çıkması mümkün. Bu cinayetin insanlığa, özgürlüklere, eşitliğe, adalet duygularına karşı yapılmış olduğu gerçeğini görmeyip. Türkiye’nin bildik inkarcı, imhacı siyasetini sürdürme alanını daraltacak imajını zedeleyeceğinden dem vuruyorlar. Kendi halkının bilincini lümpenleştirerek faşistleştiren muktedirler yaratacakları sahte imajlarla dünya halklarını da aldatmayı sürdürmek peşindeler.
Katil bulundu, Trabzonlu milliyetçi mukaddesatçı bir çocuk. Peki katil yalnızca o mu? Yoksa Şark Ekspresi’nde Cinayet’te olduğu gibi bu trenin vagonlarında olan herkes mi? Evet bu cinayet iklimini yaratan, milliyetçiliği kışkırtarak toplumu faşistleştiren muktedirlerin tüm fraksiyonları, takkelileri, apoletlileri, birbirleriyle laiklik ve türban üzerinden sınıf çıkarları için çatışırken toplumun ötekileştirilmiş mağdurlarına karşı yumak olup zora dayalı tek tip insan yaratma paradigmasını sürdürenler. Ve evet muktedirlerin bu politikalarına direnmeyip aksine ortak olup lümpen linç kültürünü benimseyen toplumun hepsi. Evet sevgili Hrant ne diyeyim sana, bu topraklardaki umutsuzluğu, insanlığın umuda dönüştürebileceğini dilemekten başka.

Hiç yorum yok: