20 Şubat 2012 Pazartesi

Anadilde eğitim tartışması vesilesiyle ulusal sorunda Marksizmi “hatırlamak”

Not: 21 Şubat Uluslararası Anadil Günü Dolayısıyla

Ali Dehri

2001 yılı sonlarından itibaren, üniversite yönetimlerine verilen toplu dilekçelerle başlayan “anadilde eğitim” talebi eylemleri, giderek orta öğrenim kurumlarını da kısmen kapsayan bir yaygınlık kazandı. Kürt ve Türk öğrencilerin ortak imzalarıyla verilen dilekçelere karşı devletin tepkisi sert oldu. Gözaltılar, tutuklamalar, üniversitelerden kesin ihraca varan cezaların yağdırılması, bu tepkinin karşı-saldırıya dönüştüğünü ortaya koyuyordu. Bir süre sonra üniversitelerce kabul edilmeyen dilekçeler “anadilde eğitim” tartışmasını gündeme taşıdı. Kürt Yurtsever Hareketi’nin bu atağı, kitle eylemleriyle desteklenirken, devlet HADEP’e ve Kürt örgütlerine yönelik saldırısını genişleterek sürdürdü ve sürdürmeye devam ediyor.

“Anadilde eğitim” talebi, konuyu ve dolayısıyla, PKK ve Kürt sorununu toplumun gündemine taşımakla kalmadı, MGK’nın gündemine de soktu. Hükümet ve MGK, eğitimde Türkçe’den başka dile izin verilmeyeceği ve PKK’nın siyasallaşma çabasının engelleneceği yönündeki bilinen çizgisini sürdürme kararlılığını bir kez daha ortaya koyarak tartışmaya kendince noktayı koydu ve Kürt hareketine yönelik saldırısına hız verdi. Kürt Yurtsever Hareketi yönünden, ülke gündemine Kürt sorununu çıkarmayı sağlayan bu çıkış, “anadilde eğitim” sorunu etrafında, parlamento içinde ve hükümette temsil edilen partilerden, AB sözcülerine, sol ve sosyalist parti ve örgütlülüklerden, medyanın bütününe kadar tartışmayı genişletti. Bu arada geniş çizgileriyle talebi destekleyen ve karşısında yer alan görüşlerin karşı karşıya geldiğine tanık olundu. Tartışmanın her iki tarafında da -”anadilde eğitim” talebine karşı çıkan safta zayıf olsa da- kendisini devrimci, sosyalist olarak niteleyen güçler yer aldı. Aslında her iki tarafta da çok daha derin görüş farkları mevcut ise de tartışmanın yüzeyselliği nedeniyle bu durum pek ortaya çıkamadı. Bu koşullarda, sosyalizm adına “anadilde eğitim” konusunda savunulanlara dolaylı da olsa karşılık vermek, Kürt Yurtsever Hareketi’nin görüşleriyle Marksist ilkeler arasındaki kıyaslamayı yapabilmek için, Marksizmin ulusal sorun ve dil sorunuyla ilgili temel görüşlerinin konuyla ilgili bölümüne ana çizgileriyle değinmek gerekmektedir. Kuşkusuz ulusal sorun gibi son derece önemli ve aynı ölçüde hassas olan, bazen ince ayrıntıların bile büyük açı farklarına yol açtığı bir konuda, genel ilkelerin kabulü ve tekrarının bir noktanın ötesinde anlamı yoktur. Soruna anlam kazandıran nokta, pratikte ulusal soruna ve ulusal hareketlere karşı alınan politik tavrın belirlenmesidir. Ulusal sorunda her türden sapmayı, her tür şovenizmi, milliyetçiliği, ulusal dar görüşlülüğü açığa çıkaran da budur. Yoksa, sosyalist mücadelenin tarihi boyunca ilkeleri tastamam savunup, kritik anda -1. Emperyalist Savaş’ta olduğu gibi- kendi burjuvazisiyle saf tutan yüzlerce partinin, örgütün varlığını açıklayamazdık. Yazımızın devamında yer vereceğimiz Marksizmin “hatırlanması” niteliğindeki görüşler, buna ihtiyaç olduğu düşüncesiyle kaleme alınmıştır ve sözünü ettiğimiz uyarıyla birlikte değerlendirilmelidir.

Proleter enternasyonalizmi

Marksist teori ve politikanın en önemli ilkelerinden birisi proleter enternasyonalizmidir. Proleter enternasyonalizmi ilkesi, kapitalizmin bir dünya sistemi olarak gelişmesinin zorunluluğundan yola çıkar. Buna karşılık kapitalizmi devirmeyi ve sosyalizmi kurmayı hedefleyen işçi sınıfının da mücadelesini dünya ölçüsünde başarıya ulaştırması zorunluluğuna işaret eder. Dolayısıyla, işçi sınıfının tek tek ülkelerde veya dünyanın bazı bölgelerinde devrimi başarıya ulaştırmış olmasının, başarıya ulaştığı yerlerde bile güvence oluşturmadığını ve nihai başarısını dünya ölçeğinde kapitalizmi yıkarak gerçekleştirmesi gereğini belirtir.
Bunun anlamı, önce işçi sınıfının kendi mücadelesini dünyadaki sınıf kardeşlerinin burjuvaziye ve her türden gericiliğe karşı mücadelesinin bir parçası olarak kavraması, dünya işçi sınıfı, emekçileri ve ezilen halklarıyla çok yönlü destek ve dayanışmayı politik mücadelesinin temel önemde çizgisi olarak kabul etmesi ve uygulaması demektir. Sonra da bu anlayışa bağlı olarak, işçi sınıfının kendisini, dünya işçi sınıfının uluslararası ordusunun bir müfrezesi olarak kavraması, politik ve ekonomik alandaki sınıf örgütlerini bu anlayışla şekillendirmesi demektir. İşçi sınıfı partisinin, bir dünya partisinin o ülke veya bölgedeki seksiyonu olduğu/olması gerektiği bilinciyle örgütlendirilmesi, işçi sendikalarının da aynı bilinçle hareket etmesi, ilişkilerini buna uygun biçimde oluşturması demektir.

Ulusal sorunda Marksizmin iki temel ilkesi

Ulusal sorun, çeşitli biçimlerde ortaya çıkar. Ancak, sorunun en önemli biçimi, tek ulusun egemenliğine dayanan ulusal devletlerde, ezilen ulusların veya ulusal toplulukların, ulusal yönden ezilmeleri, baskı altında tutulmaları, ulusal haklarının gaspıdır. İster sömürgelerde, ister ulus devlet içinde bağımlı uluslara yönelik baskı ve hak gaspı biçiminde olsun ulusal soruna ilişkin Marksizmin programatik ilkeleri aynıdır. Ulusal baskının yaygın, fakat ikincil önemde bir başka biçimi, emperyalizmin bağımlı ülkelere yönelik politik, ekonomik vb. baskısıdır. Burada siyasal yönden bağımsız bir devlet biçimi söz konusu olsa da, emperyalist baskı, başta politik, ekonomik ve askeri alan gelmek üzere çeşitli yönlerden kendisini ortaya koyar. Devlet bağımsızlığı ve ulusal onur zedelenir, emperyalizmin baskısı altındaki ülkede emperyalizme karşı ulusal tepkiler ve mücadele oluşur. Ele aldığımız konu yönünden, ilk biçimdeki ulusal sorunla ilgili ilkeler üzerinde durduğumuzu belirtelim.
Ulusal sorunda, Marksizmin programatik ilkeleri iki biçimde özetlenebilir. Birincisi, ulusların ve dillerin tam eşitliği, tersinden söylersek her türlü ulusal ayrıcalığın reddi; bu ilkeye bağlı olarak ulusların kaderlerini tayin hakkının (UKTH) şartsız savunulması. İkincisi, bütün ulus ve ulusal topluluklardan işçi ve emekçilerin mücadele birliği, dayanışması, siyasi ve ekonomik alandaki işçi ve emekçilerin ortak ve “tek” sınıf örgütlerinde bir araya gelmeleri.
Kuşkusuz işçi sınıfı partisinin Marksizme dayanan siyasal programında ulusal soruna ait çeşitli talepler yer alır. Ancak bütün talepler, yukarıda saydığımız ilkelerden yola çıkarak oluşturulur. Bu nedenle bu ilkelere -ayrıntılı olmasa da biraz daha yakından eğilmek gerekmektedir.

Ulusların ve dillerin tam eşitliği

Ulusların ve dillerin tam eşitliği konusuna girerken bir noktaya dikkat çekmek gereklidir. Burada söz konusu edilen uluslar ve diller konusunda ayrıcalıkların reddi, dolayısıyla hak eşitliğidir. Oysa, uluslar ve diller arasında hak eşitliği sağlansa bile pek çok durumda fiili bir eşitsizlik varlığını uzun bir süre koruyacaktır. Bunun nedeni, hem uluslaşma sürecine giriş zamanının farklılığı, hem de bu sürecin farklı yaşanmış oluşu nedeniyle uluslaşma ve dillerin gelişim sürecinin eşitsiz oluşudur. Ulusların tarihsel süreçte şekillenen, tarihsel olarak oluşmuş istikrarlı topluluklar oldukları, dolayısıyla bu sürecin koşullarının ulusun ve dilin gelişmesi üzerinde hızlandırıcı veya geciktirici çeşitli etkilerde bulunduğunu saptamak gerekir. Burada derinlemesine ele almamızın mümkün olmadığı bu konuda, ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, hatta coğrafi etkenlerin rol oynadığını belirtelim. Örnek olarak da kapitalist gelişmenin ivmesinin, ya da ulusal gelişmesini ulus-devlet olarak örgütlenmiş halde sürdürebilmiş olup olmamanın, büyük etkisine dikkat çekmekle yetinelim…
Uluslar arasındaki ayrıcalıkların reddi, uluslara eşitlik tanınmasının, politik yönden en anlamlı ve önemli sonucu, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının şartsız kabulü ve savunulmasıdır. Bir devlette uluslardan birisinin devlet kurma hakkı ayrıcalığına sahip olması, diğer ulusların bu haktan yoksun kılınması kabul edilemez. Diğer uluslar için de ayrılarak kendi devletini kurma hakkı hiçbir önşart olmaksızın teslim edilmelidir. Bu hakkın kabul edilmesi, mutlaka ayrı bir devlet kurulmasının savunulması gerektiği anlamına gelmez. Tersine Marksistler tüm koşulların eşit ve devlet içinde yer alan uluslardaki sınıf mücadelesindeki genel gelişim doğrultusunun birbirine yakın olması koşuluyla, büyük devletlerden yanadırlar. Bu konuda emperyalist devletlerin veya diğer sömürgeci devletlerin sömürgeleri ayrı tutulmalıdır. Daha önce sözünü ettiğimiz uluslar ve diller arasındaki fiili eşitsizliğin giderilmesi konusunda ise reddettiğimiz ayrıcalıkların, ezilen uluslar, ulusal topluluklar ve dillere gelişimlerini hızlandırmaları amacıyla bu anlamda kısmen tanınması; kısacası bu alanda daha çok, imkân yaratılması, kaynak ayrılması yoluyla destek olunması gereklidir.
Ulusların kaderlerini tayin hakkının şartsız kabulü, bu hakkın kullanılması isteği gündeme geldiğinde emperyalistlerin sömürgeleri veya diğer devletlerin denizaşırı, ortak sınırı bulunmayan sömürgeleri dışında Marksistlerin mutlaka ayrılmadan yana tavır almalarını gerektirmez. Marksistler ayrı devlet kurma hakkının şartsız savunulmasından yanadırlar ve bu hakkı kullanmak isteyen ulusa karşı zor kullanılmasına karşı dururlar. Ulusların ayrılma taleplerini ise, ülke, bölge ve bir bütün olarak dünya proleter devriminin çıkarları açısından değerlendirerek sonuçlandırırlar. Dünya devrimi yönünden, bu devrimi geliştirip güçlendirecek olan ayrılma talebini destekleyip, buna yönelik propaganda yaparlarken, dünya devrimi yönünden olumsuz ayrılma isteğine karşı, gönüllü birliğin sürdürülmesi yönünde propaganda yaparlar. Bu durumda dahi, ayrılma talep eden ulusun sosyalistlerinin, birlik ve ortak mücadeleye vurguda bulunmaları gerekirken, ayrılma talep edilen ulusun (çoğu kez ezen ulusun) sosyalistlerinin ayrı devlet kurma hakkına saygıya vurguda bulunmaları gerekir.

İşçilerin, emekçilerin mücadele birliği ve ortak örgütlenmesi

Marksizm, toplumun uzlaşmaz sınıf çelişmeleriyle bölünmüş olduğunu, toplumsal gelişmenin asıl itici gücünü oluşturanın, karşıt sınıfların mücadelesi olduğunu, bu mücadelenin toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek olan devrime yol açacağını belirtir. Dolayısıyla, toplumda yer alan sayısız çelişme ve mücadele içinde, sınıf mücadelesine belirleyici rolü tanır. Kapitalist toplum yönünden, asli sınıflar olan burjuvaziyle proletaryanın (işçi sınıfının) mücadelesinin belirleyici önemine ve bu mücadelenin sınıfların ortadan kalkmasına yol açacak topluma (komünizme) giden yolu açacak olan işçi sınıfının devrimci demokratik iktidarına götüreceğini belirtir. Bundan dolayı, işçi sınıfının tarihsel rolünü gerçekleştirebilmek için güçlerini sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre birleştirmesinin, işçi sınıfının ve emekçilerinin mücadele birliğinin ve dayanışmasının tayin edici önemine dikkat çeker. Bu yüzden de işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmesinin sınıf esasına göre gerçekleşmesinin önemini vurgular. İşçi sınıfı ve emekçilerin siyasal ve ekonomik alanda örgütlerinin, uluslara, ulusal topluluklara göre bölünmesine karşı çıkar. İşçi sınıfı ve emekçilerin ortak ve “tek” sınıf örgütleri içinde birleşmesini öngörür. Yani bütün uluslardan, ulusal topluluklardan işçilerin ortak sınıf partisinde ve sendikalarda vb. birleşmesini ve mücadelesini savunur. Burada “tek” sözcüğünü tırnak içine almamızın nedeni, sınıfın tek partiye sahip olmasını özel bir anlamda belirttiğimizi vurgulamak içindir. Elbette kapitalist toplumda işçi sınıfı da homojen değildir ve birden fazla siyasal partiyle, sendikayla sınıf mücadelesinde yer alması doğaldır. Burada anlatılmak istenen aynı siyasal programa ve mücadele anlayışına sahip işçilerin ulusal, dinsel vb. esasa göre partilere bölünmemeleri, tek ortak partide bir araya gelmeleridir.
Ancak bu ilke, aynı devlet sınırları içinde mücadele eden işçilerin mutlaka “tek” parti içinde bir araya gelmeleri gerektiği anlamına da gelmez. Aynı devlet sınırları içinde, farklı toplumsal çelişkilerin belirlediği bölgelerde, birbirinden kesin çizgilerle ayrılan, ulusal çelişmelerin yol açtığı gelişme dinamiklerinin toplumsal devrimin gelişmesi üzerinde oynadığı rol belirleyici önemde olabilir. Bu durumda işçi sınıfı partisinin devrim sürecinin bu özelliğini, gelişmenin toplumsal çelişmelerin biçimlenmesine bağlı eşitsiz özelliğini dikkate alması ve bunun gereklerine uygun biçimde ayrı örgütlenmeyi gerçekleştirmesi kaçınılmaz olabilir. Burada da. dünya devriminin menfaatleri ön plandadır ve aynı devlet sınırları içerisinde örgütlenen işçi sınıfı partisinin aynı partinin seksiyonları halinde örgütlenmesi tercih edilir; ancak bu tercih mutlaklaştırılamaz. Elbette, işçi sınıfının Dünya Partisinin seksiyonları veya bölgesel örgütlenmesinin alt seksiyonları olarak örgütlenme gereğinin bu anlayışla birleştirilmesi büyük öneme sahiptir.
Yukarıda belirttiğimiz koşullarda, ulusal çelişmenin toplumsal ve siyasal mücadeleyi belirlediği, toplumsal kurtuluşa giden yolun, ulusal çelişmeden yola çıkılarak işçi sınıfı iktidarına giden yolu açtığı bir sürekli devrim sürecinin varlığı söz konusudur. Bu durum ülke, bölge ve dünya devrimine giden yolun açılması yönünden elverişlilik sağlamaktadır ve örgütsel alanda bunun gereklerine uygun davranılmalıdır. İkincisi, aynı devlet sınırları içinde ezen ulusun işçi ve emekçilerinin şovenizmin etkisinde kalmaları nedeniyle sağlanamayan güven duygusunun, ortak mücadele içerisinde sağlanmasına çalışılması ve enternasyonalizmin egemen kılınması için bir sürece ihtiyaç olabilir. Ortak örgütlenmenin önündeki engel sadece bu ise, bu durum aşılması gereken bir olumsuzluk olarak görülmelidir. Ancak her koşulda, işçi sınıfının örgütlenmesi nüfusun ulusal bileşimine göre ayrı örgütlere bölünmek olamaz. Aynı devlet sınırları içinde, devrim sürecinin parti stratejisini farklı kıldığı, ulusal çelişmelerin bu strateji farklılığını belirlediği bölgeler ayırt edilebilir. Her koşulda tek tek ayrı bölgelerde yer alan bütün işçi ve emekçilerin hangi ulus ya da ulusal topluluktan olursa olsun ortak sınıf partisinde birleşmeleri gereklidir. Ezilen ulusun ulusal mücadelesinin, siyasal mücadelenin başrolünü oynadığı bölgede yer alan ezen ulustan işçi ve emekçilerin, ulusal mücadelede yer alan bölgedeki sınıf partisinde birleşmeleri gerektiği gibi, ezen ulusun bölgesindeki partide de ezilen ulustan işçi ve emekçilerin yer alması gerekir. Bu durum, ezilen ulusun mücadelesinin birden çok devleti kapsayan bir bölgede olması halinde de geçerlidir.

“Anadilde eğitim” sorunu

Marksizmin ulusların ve dillerin tam eşitliğini savunduğunu ve bu eşitliğin hak eşitliği anlamına geldiğini belirtmiştik. Bu anlayışın en önemli somut sonuçlarından birisi resmi devlet dilinin reddi, en azından devlette yer alan tüm uluslara ait dillerin ayrıcalık gözetilmeksizin resmi dil olarak kabulü ve kullanılmasıdır. Ekonomik ve toplumsal yaşamın koşulları, diğer dillerin öğrenilmesi ihtiyacını -bazı diller için çok fazla, diğerleri için çok daha az- gerekli kılar. Ancak bu devletin resmi kurumlarında herhangi bir dile ayrıcalık tanınmasını haklı çıkarmaz. Devlet, kurumlarında bütün dillerin kullanılabilmesi için gerekli önlemi almak zorundadır. Devlet bu önlemleri aldığında, toplumsal ve ekonomik yaşamın gerekleri nedeniyle, çok az sorunun ortaya çıkacağı ve sorunun bunu gerçekleştirmemenin yol açtığı sorunların yanında çok küçük kalacağı görülecektir.
Çok uluslu bir devletin örgütlenmesinde, nüfusun ulusal bileşimine bağlı olarak bölgelerin tespiti ve bu bileşimi dikkate alan bir yönetim yapısının oluşturulması önemlidir. İster özerk bölgeler, ister devletler federasyonu biçiminde örgütlensin ya da her ikisinin bileşiminden oluşan bir devlet yapısı söz konusu olsun, ulusal bölgelerin tespitinde devletin o andaki idari yapısı esas alınamaz. Nüfusun ulusal bileşimini dikkate alan ve bölgede yapılacak oylamayla sonuçlandırılacak olan, bölgelerin tespiti sonrasında yerel yönetimin şekillendirilmesi, yetkilerin, görevlerin ayrıştırılması mümkün olabilir.
Konumuz açısından, bizi dil ve dille ilgili eğitim sorunu ilgilendirmektedir. Resmi dil uygulaması özerk bölgedeki yerel yönetimler yönünden de söz konusu değildir. Asıl ilgilendiğimiz eğitim dili sorunu yönünden ise, başlangıçta bir kavram kargaşasına son vermek zorunludur. Anadilde eğitim, yani bütün eğitim müfredatının anadilde yapılması ile anadil eğitimi arasındaki farka işaret edilmelidir. Marksizm, ulusal yanı bulunan edebiyat, tarih, dil eğitimi gibi farklılıklar dışında bütün okullarda eğitim müfredatının ortak olmasını savunur. Ortak eğitim müfredatının savunulması, bu müfredatın demokratik, laik ve bilimsel içeriğe sahip kılınması mücadelesiyle el ele gider. Müfredatın ulusal ya da dini farklılıkları esas alması kabul edilemez.
Aynı biçimde okulların uluslara göre bölünmesi de Marksizm yönünden savunulamaz. Ülkenin çeşitli bölgelerinde, eğitimde hangi dilin esas alınacağını bölge halkı belirleyecektir. Belirlenen dilde gerçekleştirilecek eğitim, ayrı anadile sahip olan ve isteyen her öğrencinin kendi dil eğitimini, tarih ve edebiyat gibi ulusal aidiyet ve dille ilgili yanı bulunan dersleri ayrıca görmesini mümkün kılacak bir düzenlemeyi gerçekleştirebilecek tarzda organize edilir. Devlet, eğitime ayrılan fonlardan, bu öğrenciler için öğretmen, derslik, ders kitap araç ve gereçleri gibi ihtiyaçlara yeterli bir fon ayırmak zorundadır. Bir okulda bu talebi bir öğrenci dile getirse bile, bunun koşulları yaratılabilir, yaratılmalıdır. Elbette okullar dışında ulusal dilleri öğreten kurumların varlığını, ulusal dilde yayın dahil her türlü yayın olanağını savunmak tartışmayı bile gerektirmeyen görevdir. Sonuç olarak, Marksistler yönünden anadilde eğitim nüfusun ulusal bileşimi ve bölge halkının talepleri dikkate alınarak belirlenecek eğitim dilinin anadille çakışması halinde mümkündür. Anadil eğitimi ve ulusal aidiyetle ilgili yanı bulunan derslerdeki eğitim ise devlet sınırları içinde nerede olursa olsun her öğrenciye tanınan bir hak olarak kavranmak ve uygulanmak durumundadır.

Ulusal asimilasyon sorunu

Marksizm yönünden, kapitalizmin ulusal sorunda iki tarihsel eğilime yol açması söz konusudur. Kapitalist gelişmenin başlangıç aşamasında ulusal yaşamın ve ulusal hareketlerin uyanışı, ulusal baskıya karşı mücadele ve ulusal devletlerin yaratılışına yönelme söz konusudur. Olgunlaşmış kapitalizmin eğilimi ise bir yanıyla uluslar arasındaki ilişkilerin gelişmesi, ulusal bölünmelerin aşılması, sermayenin, ekonomik yaşamın, politika, bilim ve kültür alanındaki uluslararası birliğin gelişmesi iken, diğer yanıyla, özellikle emperyalizmin, uluslar arasında düşmanlıkları körüklemesi, ulusların çatışmasından kendi sömürü ve hakimiyeti için yararlanmasıdır.
Kapitalizmin bu ikinci tarihsel eğilimi, olumlu yanıyla ulusal farkların silinmesi, ulusların benzeşmesi yönünde ilerler. Giderek güçlenen bu eğilim, kapitalizmin sosyalizme dönüşmesinin en önemli etkenlerindendir. Ancak bu eğilime ilişkin söylenenler mutlaklaştırılmamalıdır. Emperyalizmin, yoğun baskısı, ideolojik ve kültürel alanlardaki saldırısı, ulusların her türden benzeşmesinin ilerici olduğu sonucuna götürmemelidir. Holivut sinemasından McDonalds’a, pop müzikten modaya, kadın cinselliğinin metalaştırılmasına kadar emperyalist çürümüşlüğün ürünü olan benzeşme, elbette olumlanamaz; tersine kararlılıkla kültür emperyalizmine karşı mücadeleyi gerektirir.
Dolayısıyla, ulusal asimilasyon (ulusal özümleme), bir başka ifadeyle, ulusal özelliklerin yitirilişi ve başka bir ulus haline geliş sorunu, yukarıda belirttiğimiz tarihsel eğilimin bu yönü dikkate alınmadan değerlendirilemez. Marksistler bu tarihsel eğilime uygun, herhangi bir baskıdan uzak, gönüllü ulusal özümlemeyi ilerici, hatta kaçınılmaz görürler. Ancak bir ulusun baskıyla, başka bir ulus içinde eritilmesini amaçlayan ulusal özümlemeye, yani zorla asimilasyona kararlılıkla karşı çıkarlar, bunun en küçük belirtilerine karşı mücadele ederler. Kültür alanında ise ulusal kültürün bütünüyle savunulması, Marksistlerin işi değildir. Bütün ulusal kültürler içindeki demokratik, sosyalist, ilerici öğeleri, demokratizmin ve işçi hareketinin uluslararası kültürünün bir parçası olarak kavramak, sahiplenmek ve geliştirmek kaygısı Marksistlere aittir. Tarihsel yönden ulusların süreç içerisinde ortadan kalkacağını öngören Marksistlerin tarihsel yönden ulusların veya ulusal kültürlerin korunması gibi bir sorunları yoktur. Emperyalist kültüre karşı mücadele gereği bununla çelişmez; çünkü, bu kültürün demokratik olmakla, ilerici olmakla ilişkisi yoktur. Marksistlerin sorunu, uluslara ve ulusal kültürün varlığına, geliştirilmesine karşı baskıya, zora başvurulması konusunda kararlılıkla karşı durulması gereğinin kabulü ve bu doğrultuda mücadelededir.

Marksistlerin ulusal hareketin talepleri konusundaki tutumları ne olmalıdır?

Ulusal sorun son derece hassastır, dolayısıyla, her somut durumun ilkelerden yola çıkarak doğru bir analizle değerlendirilmesi ve doğru bir tavır geliştirilmesi gerekir. Bu yönden ince sınırların, bazen ayrıntıların, çok önemli sayılması gereken olumlu ya da olumsuz sonuçlara yol açması mümkündür. Sözgelimi, kapitalizmin tarihsel eğiliminin, ulusların ulusal farklılıkları aşılması yönünde olduğunu belirterek ulusların kaderlerini tayin hakkını savunmanın gerici olduğunu söylemek, doğru öncüllerden yanlış sonuca ulaşmanın örneğidir, ulusal zorbalığa, baskıya, şovenizme istemeden de olsa destek olma sonucuna götürür. Aynı biçimde UKTH’nin savunulmasıyla, bu hakkın kullanılışının her durumda benimsenmesi, ülke, bölge ve dünya devrimi olması gereken kerteriz noktasından uzaklaşılması, milliyetçiliğin daha az tehlikeli bir türüne (ezilen ulus milliyetçiliği) destek olunması sonucunu doğurabilir.
Marksistler bu durumu dikkate alarak, kendi bağımsız anlayışlarını ve ulusal soruna ilişkin programlarını şekillendirirler. Ulusal hareketin talepleriyle ilgili ise, ikili bir tutum izlerler. Her durumda kendi programlarını savunur ve propagandasını yaparlarken, ulusal hareketin bu programla örtüşen taleplerini kararlılıkla desteklerler. Ulusal hareketin, ulusların ve dillerin hak eşitliği alanında kalan, ancak Marksist ilkeler yönünden olumsuzluklar içeren taleplerine hakların ve dillerin eşitliği çerçevesinde, hak eşitliğini savunmanın gereği olarak destek verirken, bu taleplerin olumsuz yönlerini eleştirmekten geri durmazlar. Ulusal hareketin kendi ulusu ya da dili lehine ayrıcalıklar istemesi, ya da bir başka ulus veya dile yönelik milliyetçi politikalarına ise açıkça karşı dururlar. Bu karşı duruş sırasında ezilen ulus milliyetçiliğini, ezen ulus milliyetçiliğiyle eşit tutma hatasına düşmeden, ancak işçi sınıfının her türden milliyetçiliğe karşı eğitilmesi gereğinden yola çıkarak mücadelelerini yürütürler.
Ulusal sorun alanında, politika belirlemek genelde kolaysa da somutta güçtür, hem ilkelere özellikle proleter enternasyonalizme bağlılığı, hem de politik esnekliği gerektirir/Özellikle emperyalist hegemonya mücadelesinde, ulusal sorun üzerine yapılan hesapların önemli yer tuttuğu günümüzde, tuzaklarla dolu bu sorun karşısında doğru tutum almak son derece önemlidir. Marksizmin kaba yorumuna dayanan her türlü deformasyonuna karşı, devrimci Marksistlerin bıçak sırtında yürümeyi başararak enternasyonalizmin ve devrimin bayrağını yukarıda tutmalarının önemi, her zamankinden daha fazladır.
2002

Hiç yorum yok: