15 Şubat 2012 Çarşamba

Ben Devletim Suç İşlerim!

      Mahmut Balpetek
   
     Son günlerde siyasal gündemimize oturan ve çok bilinmeyenli denklem özelliği taşıyan yargı, MİT, emniyet çatışmasına hükümet ve Cumhurbaşkanı’da dahil oldular. Sorunu çok bilinmez kılan tarafların çokluğunun yanı sıra çatışmadan amaçlananın çokluğudur. Herkesi sorgulama hakkına muktedir yetkilerle donatılmış özel yetkili savcının görevinden alınması, bir gecede MİT yasasında yapılmak istenen değişiklik yargının bağımsız ve herkesin adalet karşısında eşit olduğunun teranelerinin nemenem şey olduğunu bir kez daha bize gösterdi.
 Konu KCK ve gazeteciler ve tutuklu vekiller olunca yargı bağımsız oluverirken, MİT olunca durum değişiyor. Bu aynı zamanda devlet kurumlarının arasındaki çatışmanın arkasında nasıl bir paylaşım savaşının yaşadığının da derin bir teyididir. AKP’nin MİT’i savunurken nasıl da soğuk savaş   ideolojisine sahip olduğunun ifşasıdır.
     
     MİT müsteşarı Hakan Fidan, Emre Taner ve devletin kara kutusu olarak bilinen Afet Güneşin ifadeye çağrılmasını eleştiren Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ, MİT’in görevlerinden birinin de terör örgütünün içine “sızmak” olduğunu söyledi. Bozdağ “sızmanın suç işlemeden yapılmasının imkanı yok. Oraya girdiğiniz zaman o faaliyetlerin içinde olduğunuz zaman karşındakilerin güvenini kazanmak için de bazı şeyler yapması gerekir. Milli İstihbarat’ın terör örgütüne sızmalarına baktığınızda, sızmanın suç işlemeden yapılma imkanı yoktur”  meraklara mazhar olması kaçınılmaz olan ise bu suçların hangileri olduğudur. Mahiyetlerinin neler olduğudur. Örneğin, eski özel timci Ayan Çarkın’ın bebekleri özel timciler öldürdükten sonra örgüt yapmış gibi kamuoyuna yansıtanlar. Bu türden suçlar bu görevin ifasının kapsamında mıdır? Ya da JİTEM’ın Beyaz renault arabalara bindirip infaz ettikleri bu bağlam içinde mi algılanmalıdır. O zaman Başbakanın Diyarbakır’daki tarihi konuşmasında geçmişte “Devlet hatalar yapmış” özeleştirisini nereye koymak gerekir. Ya da Tansu Çiller’in  Susurluk kazası sonrasında Abdullah Çatlı için “devlet için mermi atan da, mermi yiyen de kahramandır” nitelemesi ile “örgüte sızmak için suç işlemekten başka çare yoktur” demenin mahiyet  olarak farklılığı nerdedir? Bu yaklaşımların ortak paydası “devlet için suç işlemek “meşrudur. Bu 90’lı yıların egemen olan anlayışın yeniden hayat bulması demektir. Bu anlayışın dirilmesi durumunda olacakların nereye varacağını kestirmek çok zor değildir. Zifiri kirli bir savaş, faili malumlar ve  devletin çete savaşlarına mekan olması demektir.
   
      Jet hızıyla hazırlanan Devlet istihbarat hizmetleri ve Milli istihbarat teşkilatı Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair Kanun teklifi 14 şubat 2012 Adalet Komisyonunda görüşülecek.teklifin aynı haftada Genel Kurulda görüşülmesi planlanıyor.Teklif Devlet İstihbarat hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. Maddesini başlığı ile birlikte değiştirilmesi hedefleniyor. Teklife göre, MİT mensuplarının veya Başbakan tarafından özel bir görevi ifa etmek üzere görevlendirilen; görevlerini yerine getirirken görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı ya da ceza muhakemesi Kanunu’nun 250. Maddesinin göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla, haklarında soruşturma yapılması Başbakan’ın iznine bağlı olacak.Bu nitelikte bir değişikliğin, yani olası suçlunun yargılanmasının Başbakanın izin’ine tabi kılınmasının esaslı sakıncaları vardır. Yakın tarihimizde AKP’nin kara kutusu emekli Genel Kurmay Başkanı Mehmet Yaşar Büyükanıt’ın Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005 görevleri gereği Umut Kitapevi’ne bombalı saldırıda bulunarak, Ali Yılmaz ve Mehmet Zahir Korkmazın yaşamını yitirmesine neden olan Astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş için “tanırım, iyi çocuklardır” diyerek, yargılanmalarına izin vermemesini hatırlattı. Başbakan kendine bağlı dokunulmazlar gücümü yaratmak mı istiyor? Bundan böyle Büyükanıt’ın yerine Başbakan mı, kimin iyi çocuk olduğuna kara verecek.
      
      Olayın miladına dönersek, MİT ile PKK yöneticileri arasında Oslo’da yapılan görüşmelerinin basına sızması ile başladı.
     
Oslo’da ki Toplantının açılış konuşmasını yaparken dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Hakan Fidan’ı şöyle tanıtıyor:
       “Zamanı geldiğinde siyasi iradeye daha yakın kişilerin bu platformda yer alabileceğini zaten belirtmiştik. Sayın Fidan bizimle birlikte bu toplantıya katıldı. Kendileri Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, onun da ötesinde Başbakan’a en yakın kişilerden biri.”
       Sonra Fidan’ın heyeti selamlaması…
   
      O dönemde Başbakan’ın özel temsilcisi olan Hakan Fidan, ‘ekibin yeni üyesi’ olduğunu hatırlatarak söze giriyor. Öcalan’la İmralı’da görüştüğünü belirtiyor. Ortadoğu’da Türkiye’nin arabuluculuk faaliyetlerinde bizzat görev aldığını söylüyor. Sonra kendisinin neden devreye girdiğini şu sözlerle açıklıyor:
     ‘Arkadaşlarımın bu ana kadarki çalışmalarını takdirle karşılıyorum. Ama bir noktadan sonra verilen raporlar çerçevesinde olayın teknik görünen bir çalışmadan öte, daha siyasi içerikli, daha farklı bir boyuta taşınması ihtiyacı hasıl olunca Sayın Başbakanımız bu konuda beni görevlendirdi.’
     Burası kilit. Hükümet’in siyasal olan bir sorunu, güvenlik sorununa indirgemeye çalışması bu gerekli ve siyaseten kaçınılmaz olan görüşmenin meşruiyetine gölge düşürmüştür. Başbakan ve bir dizi bakanın söz konusu görüşmeyi inkar etmesi durumu ise müzakereci MİT elemanlarını adeta suçlu durumuna itmiştir. Hükümet’in savaş siyaseti müzakereyi suç haline  getirmiştir. Yetkili savcıların başta başbakan olmak üzere karar merciinin bütün üyelerini bir çete rumuzuyla yargılama hakkı hukuken doğmuştur. Hükümetin jetleşmesi ise  bunu önlemeye dönüktür.

Hiç yorum yok: