30 Nisan 2013 Salı

Bir Devrimcinin Anıları 4/ Horoz Gerilla


Rıza Aydın

Adana’da yeni yetme gençler birbirleriyle takıştıklarında “Var, işine git oğlum, sen daha ananın koyduğu adla duruyorsun” derler. Ananın koyduğu adla durmak, bir yandan saflığı, temizliği çağrıştırırken, diğer yandan da toplumsal hayatta ün salıp, lakap alınacak, onunla anılan bir iş yapmamışlığı, sıradanlığı, kimliksizliği çağrıştırır. Makbul olan da ananın koyduğu adla durmamaktır. Dedem Korkut’un anlattıklarına bakılırsa, bir zamanlar kişiye beceri gösterip, ün salana kadar ad verilmezmiş; bundan dolayı da çok ünlenip adlar alanlar da olurmuş, adsız yaşayıp ölenler de…
images
Zamanla kendisiyle özdeşleşen bu hikayeyi bizlere anlatan Kıvırcık Ali de çok adlar alıp, ünlenen arkadaşlarımızdandı.
Onunla ilk kez Adana da; faşist saldırıların yoğun olduğu bir bölgede, sıcak yaşanmaya aday bir yaz sabahı karşılaşmıştım.
O, motorsikletiyle ortalığı kolaçan etmekten yeni gelmiş, ışıl ışıl parlayan gözleriyle ortamı tarayarak, heyecanını gizlemeye çalışıyordu.
Koyu esmer tenli, orta boylu, atletik yapılı, kıvırcık siyah saçlarının ön kısmından bir yama gibi görünen, başına saplanan kurşunla beraber çıkarılan kafa kemiğinden boşalan yerden, beyninin atışları belli olan, güleç yüzlü, candan, insanda güven uyandıran, yaman biriydi. Kafasının bu durumuyla bazan “tahtalarım eksik” diye alay ederdi.
O, yanımıza geldiğinde, beni oraya çagıran O6 plakalı kız arkadaşla (o zamanlar Ankara’dan gönderilenlere böyle derdik) göz göze geldiğimde, kim bu demek için, çaktırmadan, hafifce başımı sallayıp, göz kırptım, o da kabullen, güven dercesine, başını hafifce öne eğip “iyi bir vatandaş, seveceksin” diye kulağıma fısıldadı. Haklıymış.
Yanımızdaki, yöremizdeki insanlar ona, Kıvırcık ya da Kıvırcık Ali diyorlardı. Ben de öyle kabul edip, o yörede öyle seslendim. 1978’de Dev-Yol’daki büyük kopuşmanın yaşandığı süreçte, sonradan Dev-Sol diye anılacak olan grubu temsilen, İstanbul’dan gelen arkadaşın, Halkevinde’ki açık bir tartışmada ona, Veli diye hitap ettiğini, onun da “hop hop, -polislik yapmayalım, adım Ali” diye kızdığını gördüm. Düştüğü bu duruma çok bozulan, İstanbul’dan gelen arkadaş, kulağıma üzüntülü bir ses tonuyla “ne bileyim alahını …bu adam çok ünlü biridir, her yerde bir başka adla tanınır, Ankara’da bunu tanımayan yoktur, oradan öyle tanıdığımdan, ağzımdan kaçırdım” diye yakınmıştı.
Adana cezaevlerinin kayıtlarına o, Ali Yavuz diye gecti. Sorguda Kıvırcık Ali olduğunu kabul etmeyip, Ali Yavuz’um diye nasıl direndiğini, ordaki tuzakları uzun uzun anlatırdı. Cezaevlerinde hepimiz onu öyle tanıdık. Bu hal onu eskiden beri tanıyanlarca zaman zaman hafiften alay konusu orurdu. Kazılmakta olan, tünel inşaatının içinde, elektiriğe çarpıldığından, kaybettiğimiz İSMAİL ŞAHİN kalın gözlüklerini elleriyle düzeltir,o yeri göğü inleten kart sesiyle, “Ali Yavvvuuuzzz” diye bağırırdı.
Yıllar sonra başka bölgelerden devrimci insanlarla yaptığım, sohbetlerde, özellikle de cezaevi sohbetlerinde anladım ki, benim horoz gerilla hikayesini vesile ederek anlattığım Kıvırcık Ali gibi insanlar o yörelerde de yaşamış. O zamanlar her bölgede böyle insanlar mı vardı, yoksa o zor günlerimizde, Bozatlıhızır gibi carımıza yetişen, değişik kılık kıyafetlerle dolaşan aynı insan mıydı bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa o da şu, önce bu isimle tanıştığım insanla, değişik mekanlarda, başka başka adlarla da karşılaştığımızdır.
Onunla en son, 12 Eylül sonrasında, devrimci mucadelede katledilenlerin yer aldığı bir albümde karşılaştım. Orda yazılanlara bakılısa, o Eski (li) ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ona Veli adı verilmiş; annesi onu Velim diye severek höllüğe belermiş. İşte bundan dolayı da o, devlet kayıtlarına ilkkez VELİ ESKİLİ diye geçmiş.
O dönem merkezden gönderilen arkadaşlarımızın, kimlik kartındaki bilgilerle ilğilenmezdik. Bu ona güvenip gönderenin sorumluluğundaydı. Bunları bilmenin, işimize yaramayacağını, hatta polis sorgusunda bize sıkıntı verip, yük olacagını biliyorduk. İşte bu yüzden kazara öğrendiklerimizi bile görmezden gelir, unuturduk.
Bundan dolayı bu tür konularda onunla hiç bir sohbete tanık olmamıştım; ne o bu tür konulara girerdi, ne de biz ondan sorardık. Bu halimiz iyi miydi kötü müydü bilmiyorum ama, o dönem havalar böyleydi işte.
Onun yanında yöresinde kalan herkes, farkında olmadan ondan etkilenir, ondan birşeyler öğrenir, adeta kapardı. Adı konmadan yapılan bu eğitim, teorik, daha da çok pratik konularda olurdu.
, Kıssadan hisse, bir hayat felsefesini, bir yaşam tarzını anlatan, unutamadığımız bu hikaye de, onun gayet ciddiyetle,sevinerek anlattığı, ondan öğrendiklerimizin bir parçasıydı.
İkrarına ve ilkelerine bağlı, kendimize ve birbirimize saygımızdan, bir kavramda anlaşmak için günlerce konuştuğumuz, yaptıklarımızdan haz alıp, mutlu, onurlu yaşadığımız o günlerde; cinselliğe, açlığımızı gidermek için otlanılan ya da iradesi olmayan orta malı “bir bardakla ihtiyaç duyanın su içmesi” gibi bir olgu olarak degil, karşılıklı bireysel cınsel aşka dayalı, kendine has bir sevdayla yapılan, hilesiz, hurdasız şiirsel bir paylaşım, özel bir yaşam olarak baktığımızdan, bu hikayede her hangi bir tuhaflık görmüyorduk. O dönem “Sevdalarına saygılı gerillanın belki de bir sevgilisi vardı, kim bilir belki de oda bir gerillaydı” deyip geçiyorduk.
Sonra devirler değişmeye başladı, cezaevlerine düştük. Bir kadına dokunmanın hayal olup, ancak gazete sayfalarından ya da televizyondan görülebildiği, dışarılardan esen rüzgarlarla gelen haberlerin, nice yeşil dalları kırdığı, insanın insana, insanın kendine yabancılaştığı, duyguların yıprandığı o zamanlarda anlattığımda ise Horoz Gerillaya bir tuhaf bakılırdı. Hele “baba”yı kaçırma davasından içeri düşen, Gıllik Adnan bu hikayeyi her duyuşunda tenekeden yapılmış bıçaklardan birini eline alır, dişlerini sıkarak “Ah ulan köfte ah, o Horoz elime bi geçse, bi geçirsem ulan acımayıp ha şu kör bıçakla doğrayacağım, keseceğim alimallah , keseceğim ulan” diye bıçağı eline dizine sürter, sonra da o sinirle “köfte”diye bıçağı yere çarpıp giderdi.
Gel zaman git zaman, yıllar geçip giderken, birçok şeyi de beraberinde götürdüğü, her şeyin mazi olmaya başladığı doksan sonrası yıllar geldi. Bu yıllar da Çukobirlik’te çalıştığımız günlerden birinde, dalgın dalgın bahçede volta atıyordum, “Rıza abi” diye seslenen biri oldu, baktım bizim eski, dönemin gençlerinden biri; hayırdır, ne var dememe kalmadan, biraz utangaç, biraz isyankar bir edayla; “Abi ben horoz gerillalıktan istifa edeceğim, dilekçemi kime vereyim?” dedi. O an! gözümün önünden bir dönem değil, sanki bir dünya geçti.
Bu bölüm, bir türlü vaz geçemediğimiz, gençlik düşlerimizdeki, o hikayeyı, (Horoz Gerillayı) anlatır.

Horoz Gerilla
Müfrezelerle giriştikleri bir çatışmada, gerillalardan biri yaralanır, yuvarlanarak bir düzlüğe inip orada bayılır.
Oralar genç yaşta dul kalan bir kadının çiftliğidir. Kadın her gün yaptığı gibi, o gün atıyla çiftliğini gezerken gerillaya rastlar, terkisine atıp evine getirir.
Gerillanın yaralarına pansuman yapar, agzına yiyecek, içecek koyar…gerilla ayılıp kendine gelir. Neler olduğunu sorar, kadın durumu anlatır….
Akşam olur, kadın sofrayı hazırlar yemeklerini yerler.
Gerilla boylu poslu, yakışıklı olduğu kadar, tatlı dilli, konuşmayı seven, cana yakın biridir. Kadının gönlü yavaştan yavaştan gerillaya doğru akar, kadın bunu göstermeye, gerillaya kur yapmaya başlar. Ama kadın ne yaparsa yapsın, gerilla bunları görmezden, anlamazdan gelir.
Kadın bakar ki iş olacak gibi değil, gerillanın anlayışı kıt, kafası kalın durumu açık açık anlatmaya başlar: “Bak“ der, kocam öldükten beri, gönlüme göre birini bulamadım, yıllardır yalnız yaşıyorum, senden de çok hoşlandım; seninle beraber olmak, seninle yatmak istiyorum” der.
Gerillanın dut yemiş bülbül gibi suskun, hareketsiz kaldığını gören kadın, biraz da kızarak “ben yatmaya gidiyorum, kapı açık, ister gel benimle yat, yoksa ne halin varsa gör, oraya bir yere zıbar” deyip gider.
Kadın gider, bizim gerilla alışkın olduğu gibi, bir yere uzanır, orda uyuyup kalır. Günler hep böyle geçer, kadın bir türlü özlemine ulaşamaz.
Gerilla artık iyileştiğini, düzeldiğini hissedince, bir gün kadına: “kendimi iyi hissediyorum, gidip arkadaşlarımı arayacağım, gitmeden şu güzel çiftliğini gezelim“ der.
Kadınla çiftliği gezmeye başlarlar. Her yeri gezip dolaştıktan sonra, sıra kümes hayvanlarının olduğu yere gelir.
Kümeste yüzlerce horozun içinde sadece bir tane tavuk vardır, ferik o kadar horozun içinde çıtak çıtak dolaşıp horozları gagalamaktatadır.
Her yerde sakin sakin dolaşan gerillanın, şaşkın şaşkın bakıp güldüğünü gören kadın “hayırdır, neye gülüyorsun” diye sorar.
Gerilla biraz utangaçça “Bilmem ki” der, “Bu kadar horozun içerisinde, bir tane tavuk, nasıl idare edebiliyor, nasıl yaşıyor anlayamadım da”…Gerillanın sözlerinin bitmesini beklemeden kadın cevabını yapıştırır.
“İlahi adam” der kadın, “Burada anlaşılamayacak ne var, bizim horozların da hepsi gerilladır da ondan”.

Hiç yorum yok: