22 Mayıs 2015 Cuma

24 NİSAN 1915’İN YÜZÜNCÜ YILI


Rıza Aydın
“Savaş, bir politikanın farklı araçlarla sürdürülmesidir”, bir savaşın nedenlerini anlamak için, ona yol açan politik düşünceleri anlayıp, kavramak gerekir derler.
24 Nisan 1915’te, Osmanlı Devletini yöneten, İttihat ve Terakki Partisinin yöneticileri ilginç bir karar alıp, Anadolu’da yaşayan bütün Ermenileri, bu kadim topraklarından “tehcir” edip, Anadolu’yu Müslümanlardan ibaret bir ülke haline getirmek istemişler. Kapalı bir oturumda alınan bu kararı hayata geçirmek için, devletin gizli teşkilatı olan “Teşkilât-ı Mahsusa’nın denetiminde cezaevindeki mahpuslardan, toplumdaki gözü kara kişilerden oluşan alaylar kurarak, Ermeni halkını yaşamakta oldukları atalarının diyarından Suriye’nin çöllerine sürmeye başlamışlar.




Bu politikanın bir sonucu olarak, Anadolu’da yaşayan bütün Ermeniler, hiçbir yargılamaya tabi tutulmadan, sırf Ermeni oldukları için sürgün edilmişler. O gün bu gündür, Ermenilerin buralardan sürgün edilmesi sırasında, ne kadar Ermeni’nin öldüğü, ne acılar çekildiği konuşulup duruluyor. Bence burada sayılar elbette önemli ama asıl önemli olan insanları acılara gark eden bu zulüm politikasının kendisidir. Bu zulüm politikası olmasa, bu acılar da yaşanmayacaktı. Bunu anlamak için, bu acıların yaşanmasına neden olan o politikayı bilip, o kararı alanlara da lanet okumak gerekir. Ben beni bildim bileli, bizim evde bunlar konuşulur Ermenilere yapılanları anlatıp ona üzülürdük.
Bizim köyün altından Kızılırmak akar, ırmağın diğer geçesin de Temecik köyü vardır, burada eskiden Ermeniler ile Kızılbaş Türkmenler birlikte yaşarlarmış. Ermenilerin götürüleceği duyulduğu zaman dedem Acırlıoğlu Temeciğe gitmiş, Ermeni ahbaplarını teskin etmeye çalışmış. Acırlıoğlu dedem Ermeni ahbabına, “bu askerler, kötü bir emelimiz yok, sadece bir önlem olarak başka bir bölgeye götüreceğiz, savaş bitince de geri geleceğinizi söylüyorlar, korkmayın” diye Ermeni ahbabını teskin etmeye çalışmış. Ermeni ahbabı dedeme, “Acırlıoğlu” demiş, “bunların niyeti kötü, bu askerlere sofra kurdum, gelin bir öğün yemeğimizi yiyin dedim, sofraya oturup yemeğimizi yemediler, bunların niyeti kötü olmasa, soframıza oturur yemeğimizi yerlerdi” demiş. Adamdaki uzluğa bak, nereden ne çıkarıyor.
Acırlıoğlu dedem, yolda ölür diye, Ermeni ahbabının kundaktaki bir oğlan çocuğunu alıp büyütmüş. Çocuğun adı Bilal’miş.  Bilal büyümüş, artık karasabanla çift sürecek çağa gelmiş ki, devletin adamları Bilal’i duyup gelip götürmüşler. Sennaz ebem ne zaman bundan söz açılsa “Bilal gardaşımı kurtarmak için dedem çok çabaladı ama kurtaramadı” der ağlardı.
Çocukken bunları merak edip ebeme sorardım oda anlatırdı. Hiç unutmam, bir gün ebeme Osmanlı devleti niye yıkıldı diye sordum, o da, “Ermenilerin bedduasını aldılar da ondan yıkıldı” dedi. “Nasıl yani dedim”, dedi ki “biz akşamları edemle askerlerden Oğrunlaştırıp Ermenilere azık vermek için Ermenileri toplandıkları Gündüzün yazıya giderdik. Ermeniler ‘Osman, Osman sen bizi peran peran ettin, Allah’ta sana etsin’ diye karış verirlerdi, çok sürmedi Osmanlı devleti peran peran olup dağıldı, Osmanlı devletine ne olduysa Ermenilerin bu karışından oldu, çok masumun canını yaktılar, zavallılar zari zari ağlarlardı” dedi.  Ermenileri, önce Şarkışla ile bizim köyün arasındaki Gündüzün yazı dedikleri ovaya toplamışlar, sonra oradan göndermişler, ebemgil akşam olunca askerden Oğrunlatıp Ermenilere yiyecek giyecek verirlermiş. Ebem bunları anlatırdı.
Sonra bir gün Ebemle konuşurken, “ebe” dedim, “devriyeler gelip Ermenileri götürürken siz bir şey yapamadınız, sizin devriyelere gücünüz yetmezdi, peki ama onlarının böyle zari zari çığrışmalarını Allah görmedi mi, o niye bir şey yapmadı? Onunda mı gücü yetmedi, bu onların alın yazılarımıydı” diye sordum. Ebem, epeyce düşündükten sonra, “böyle deme” dedi, “Allaha asi olursun, onun hikmetinden sual olmaz” dedi.
Çocukluğumda beri bu hikâyeleri dinler, Ermenilerin halini düşünür üzülürdüm, üzülmekten başka da elimizden bir şey gelmezdi zaten, geçmiş, geçmişte kalsın, böyle kötü günler gitsin, gitsin de bir daha geri gelmesin” diye temenni de bulunurduk.
24 Nisanın yüzüncü yıl dönümünde haberleri izlerken çocukluk günlerim aklıma geldi, oturup bunları yazdım. 24 Nisan 2015 Ankara.

Hiç yorum yok: