17 Nisan 2010 Cumartesi

Hayata Gülümseyen Devrimci



07 Eylül 2009 Pazartesi

‘‘Kürt sorununun çözümü, devlet içinde yer alan ve “derin devlet’ olarak anılan gerici-faşist güç odaklarının tasfiyesiyle yakından ilişkilidir. Kürt sorununun çözümü ve ‘derin devlet’in tasfiyesi, aynı zamanda demokratikleşmenin önündeki en önemli engellerin aşılması anlamını taşıyıp, sınıf mücadelesine de ivme kazandıracaktır. Ancak bu işin gerçekleşmesi de sınıf mücadelesi ile ilgilidir.’’
Ali Dehri, Mayıs 2005
(Sosyalizmin Milliyetçilikle İmtihanı, Versus Yayınları)


Bu yazıyı kaleme almak için klavyenin başına oturmak benim için çok güç oldu. Kadim dostum Ahmet, Red Dergisi’nin Eylül sayısında basılmak üzere kaybettiğimiz dostumun anısına bir yazı kaleme almamı istediğinde tereddütsüz olur dedim; ama, hüznün üzerime çöken ağırlığını atlatabilmiş değilim. Bilmiyorum, yazının sonunu getirebilecek miyim? Şimdilik başlamış bulunuyorum.

Onu, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü’nün sol üzerinde estirdiği terör döneminin ardından sosyalistlerin toparlanma çabaları içerisine girdiği yıllarda tanıdım. 1993’de bir grup sosyalistin ve İstanbul Sendikalar Platformu’ndaki sendikacıların ve öncü işçilerin yer aldığı Birleşik İşçi Emekçi Partisi girişimi toplantılarına, girişimde yer alan Hasan San’ın bizlere tanıştırmasıyla katıldılar. Katıldılar diyorum çünkü, her daim birlikte oldukları hayat arkadaşı Fatoş ve o, yani Ali Dehri serüvene bu şekilde dahil oldular.

Daha sonra Birleşik Sosyalist Parti ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nde devam eden birliktelikler ve ‘soldan’ sitesini birlikte sürdürmemiz.

İşte, o günden bu yana süren dostluğumuzun ortak anılarıyla kifayet etmek zorundayım artık.

Bilinçli hayata sosyalizm davasını omuzlarına yükleyerek başlayan, ‘68 yükselişini 70’lerin mücadele yıllarını yaşamış olan bir devrimci olarak hiç bir zaman geçmişin anılarıyla yetinmeye yönelmemiş, en zor dönemlerde bile umudun belli belirsiz ışığını yakalamak için çözüm arayışı içerisinde ve o göreve hazır olmasını bilmişti.

Ser verip sır vermeyen yiğit devrimci geleneğin kurucularındandı, bu geleneğin özellikle ulusal sorun üzerine yaşadığımız coğrafyadaki sosyalist harekete yaptığı katkı konusunda her zaman onur duyardı.

Devrimci hareketin geçmişindeki olumlu değerleri sonuna kadar ödünsüzce savunurken, marksist düşünceyi içselleştiren bir kişilik olarak eleştirel ve sorgulayıcı düşünce metodunu elden bırakmaz, dogmatizmin labirentlerine sürüklenmemeyi bilirdi.

72’de gerilla...

Burada onun yakın arkadaşı Ali Taşyapan’ın anılarından bir pasajı sizlerle paylaşmak isterim:

‘‘72’nin Ekimi’ydi... Cafer de kent merkezinde okuyan Kürecik yöreli bir gençle yeni geleni buluştuğumuz eve göndermiş. Tanışma faslından sonra yeni gelen göbekli gerilla, zulasından küçük bir pusula çıkarıp bana uzattı, ‘bunu falan yoldaşa verirsin’ diye vurgu yaptı. ‘O yoldaş benim’ dedim, etraftakiler gülümsedi. Kır ahalisine uymak için başına bir köylü kasketi geçiren kel kafalı gerillamız kendinden emindi, düzgün bir Türkçe’yle akıcı konuşuyordu, üslubuyla entellektüel bilgi birikimli biri olduğunun işaretini veriyordu... O kıra geldikten sonra şoke olmadı, uzun süredir kırda didinen bizler kadar durumu olağan karşıladı. Bence bu, onun güçlü istek ve azimle sınıf kavgasına katıldığının göstergesiydi.’’

O’nun mücadele geçmişine ve niteliklerinin sağlamlığına ilişkin bu tasvir, şimdi aramızdan ayrılmış olan dostumun, yoldaşımın hakiki resmini sunmakla kalmamakta, onu tanıdığım yıllardan hayata veda ettiği 10 Ağustos 2009 tarihine kadar bizlerin de tanık olduğu bu evrede de Ali Taşyapan’ın söz ettiği değerli nitelikleri korumayı bilmiş, tutarlı ve kararlı bir insanla yanyana olmuşluğumuzun farkına daha da derinliğine varmış bulunuyorum.

O’nun hakkında bu düşüncelerimi dile getirirken şöyle bir endişeye kapılıyorum; cenazelerde hoca cemaate sorar, merhumu nasıl bilirdiniz? diye; cemaat de ritüelden şaşmaz, her seferinde ‘iyi bilirdik’ yanıtını verir. Ancak bu yanıt bazen hiç de gerçeği ifade etmez. İşte ben de onun meziyetlerinden bahsederken, acaba hiç mi kusuru yoktu, yoksa ben hayatını kaybetmiş bir insanın ardından onun kişiliğini belirleyici kusurları göz ardı ederek, ritüelin gereğini yerine mi getirmekteyim? diye düşünmeden edemiyorum.

Samimi olarak ifade edeyim, onun niteliklerini sizlerle paylaşırken, hakikatın dışına çıkmadan düşüncelerimi dile getirmekteyim.

Kuşkusuz, ‘hata insana mahsustur ’ deyişinin insani derinliğini kavradığımızda, insanın zaman zaman hata yapabileceğini hiç kimse yadsımaz. Onun için değil midir ki, Marx’ın ‘İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü hayatı kavramanın anahtarı olmuştur.

Ali Dehri’nin ‘yalan’ı...

Yalan mı? Evet, bir yalanı vardı, eğer yalan sayarsanız; Demir Küçükaydın, koxuz.org sitesinde onun ölümünün ardından yazdığı yazıda ‘soldan’ sitesinden aldığı yazılarda Ali Dehri isimli yazarın esas adının Aziz Vatan olduğunu bilmediğini, bana da sormadığını ifade etti. O zamanlar sorsaydı, yine bir yanıt alamayacaktı, bütün çevrenin olduğu gibi ben de onun Ali Dehri olduğundan başka bir bilgiye sahip değildim.

Ama bundan 5-6 ay önce şöyle dedi; ‘‘Artık benim gerçek adımı kullanmak gerekiyor. Adım Aziz Vatan’dır.’’ Karşılıklı gülümsedik, doğrusu Stalinizm’le bağlarını koparmış, ama sosyalizm davasına bağlı ve enternasyonalist bir dünya görüşüne sahip dostumun, ismiyle müsemma olmayan durumuna karşılıklı olarak tebessüm etmekten başka bir çare de yoktu.

Daha önce bir sohbette Dehri soyadının anlamını sormuştum; yanıtı kısa oldu, anlamının Arapça’da ateist olduğunu söyledi. Her zamanki titizliğiyle müstear ismini seçerken de hayata bakışına uygun tercihi sektirmemişti. Ali isminin de döneminde sistem karşıtı heterodoks inancın Anadolu halk geleneğinde ifade ettiği anlamıyla tercih ettiği kuşkusuz gözüküyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ben esas adını öğrendikten sonra da ona yıllardır bildiğim adıyla hitap etmeyi sürdürdüm. Ne diyeyim, ona bu ismin daha bir yakıştığını, onu daha iyi ifade ettiğini düşünüyorum.

Hayatını sınıf mücadelesine adamış, her somut anda düşünce ve eylemin birlikteliğini hepimize göstermiş bir devrimcinin veda edişi bu.

Her türlü ezme ve ezilme biçimine karşı verilen mücadeleyle geçen bir yaşam. Marx’ın belirttiği hakikatin, ‘ezilen ulus özgür olmadan, ezen ulus özgür olamaz’ düşüncesi doğrultusunda Kürt halkının hakları için verdiği mücadelenin yanında sürdürülen bir yaşam.

Etnik, cinsel, kültürel kimliğinden, inançlarından dolayı baskıya uğrayanların mücadelelerinin yanında sürdürülen bir yaşam.

Çevreci bilinci benimseyen bu mücadeleyi sürdüren bir yaşam.

Sevgili Hrant katledildiğinde, birlikte Agos’a koşarak hüzünle katıldığımız gece yürüyüşü.

Barikatta bir ‘ihtiyar’...

1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için Mecidiyeköy’de polis barikatı karşısında bekleyişimiz... O’nun her an olabilecek panzer saldırısına karşı taktik önerileri ve polis saldırdığında dağılış, benim hiç kondurmadığım, ama aramızdaki gençlerin ‘ihtiyara bir şey oldu mu’ diyerek endişelenmeleri... O’nu toprağa verirken, göğsümüze taktığımız fotoğrafa baktığımda, tonton bir ihtiyarın tebessüm ettiğini fark edince gençlerin haklı olduğu ortadaydı. Ve o 1 Mayıs gecesi dincisinden liberaline egemen sınıf medyası koro halinde ilan ediyordu; '1 Mayıs sendikalı işçilerin Taksim’de yaptığı mitingle kutlandı, marjinal gruplar polis tarafından meydana sokulmadı.'

İşte gençlerin ihtiyarı, son eyleminde de sistemin reddettiği, ama bizlerin iftiharla kabul ettiği marjinal nişanesini göğsüne takarak kısa bir süre sonra bizlere veda etmiş bulunuyor.

Bir devrimci, ama her şeyden önce bir insan, kendisine karşı kanaatkar, dostlarına ve devrimci harekete karşı gönlü bol bir insan. Dostluğu politik birlik ve ayrılıkla karıştırmayan, ne yazık ki genelde nadiren rastladığımız bir davranış biçimi olarak dostlukları her daim sürdürmeye çalışan bir kişilik.

Ve o hayata veda ederken, yüzüne bir gülümseme yayılmıştı, hayata gülümseyerek veda etti.

Yaşadığı dopdolu hayat boyunca insanların eşitliği, özgürlüğü için, yoksulluktan adaletsizlikten, haksızlıklardan kurtulmaları için verdiği mücadelenin yarattığı vicdanen rahatlığın ve huzurun sonucu olduğuna inanıyorum bu gülümseyişin.

Dostlarının, yoldaşlarının onu yalnız bırakmadığı veda töreninde tabutunun üzerindeki kızıl karanfiller ve mor güller ona çok yakıştı...

Yazar:Ferhan Umruk

Hiç yorum yok: