17 Nisan 2010 Cumartesi

YURTSEVERLİK SOLA İÇKİN MİDİR?


l
08 Nisan 2010 Perşembe

YURTSEVERLİK SOLA İÇKİN MİDİR?

Bu kavram bana kalırsa, sosyalizmin insanlığa seslenen bir çağrı niteliğini taşımasından ötürü sola içkin olmamalıdır. Ancak 20. yüzyıl sosyalizmi bırakın içkin olmayı, yurtseverliği veya ulusalcılığı veya milliyetçiliği sosyalizmin de önüne geçirmiştir. Üstelik yolu açan 1917 Ekim devrimini başaranların, 1914’te 2. Enternasyonal’in vatan savunması kararıyla sürüklendikleri çöküşün karşısında durup egemen sınıfa karşı savaş doğrultusunda zihinleri sarsıcı bir yol izlemelerine rağmen bu böyle olmuştur.

Dikkat edilirse sosyalizmin önüne geçen bu üç kavramı birlikte eşitleyerek değerlendirdim. Kanaatim bu üç kavramın da sonuç itibarıyla benzer olduğudur.

Ama sol yelpazede yer alıp bu üç sözcükten sonuncusunu siyasetin sağına gönderip ilkine daha fazla anlam yükleyerek ama ikincisini de ihmal etmeden sürdürülen tutumlar her an bir yerlerden karşımıza çıkıyor. Bu defa da 4 Nisan tarihli Radikal İki’deyayınlanan yazısında Baskın Oran, hem de doğru ve demokrat bir tavırla Sur belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın uğramış olduğu devlet baskısına karşı tutum alırken, yine aynı tuzağa düşüyor. Sözleri şunlar; .

‘Nedir aradaki fark? Yurtsever, doğduğu toprağı ve özelliklerini sever. O kadar. Onu mukayese etmez. Dolayısıyla, kendi dışındakileri küçültmez. Milliyetçi ise, sadece kendi milletini yüceltir, yani başkalarınınkini küçültür. Abdullah böyle yapmadı. Kürtlere, sadece Kürtleri düşünmemeyi gösterdi. Başkanı olduğu Sur Belediyesinde yaşayanların yüzde 72’sinin anadili Kürtçe, yüzde 24’ününki Türkçe, yüzde 3’ününki Süryanice ve Ermenice, yüzde 1’ininki Arapça çıktı. Abdullah broşürleri Türkçe, Kürtçe, Süryanice, Ermenice, İngilizce, Rusça bastı. Kendisinin anadili olan Kürtçe bu 5 dilden sadece biri.’

Aslında Baskın Oran, Abdullah Demirbaş’ın yaptıklarını anlatırken onun eyleminin yurtseverliği aşan, evrensel değerlere ulaşan bir eylem olduğunu anlatıyor ama bunu ya önemsemiyor ya da resmi ideolojinin Türkiye’deki etnik kimlikleri reddeden tutumunu vurgulamak için sadece anadil olan 5 dilden söz edip İngilizce ve Rusça basımının anlamını atlıyor. Peki Abdullah Demirbaş’ın broşürleri, ilçede yaşayanların dili dışında iki dili de ekleyerek basması evrensel bir dünya görüşünün mü ürünüdür, yoksa başka saikler mi söz konusudur? Bunu bilemeyiz, ancak sonuçta elimizde kendi toprağına (yurduna) kapanmayı değil dünyaya açılmayı ihmal etmeyen bir davranış var.

Milliyetçilik, ulusalcılık, yurtseverlik...

Bu üç kavramın benzerliğini, ilk ikisinin zaten aynı olduğunu ve sonuncusunun da ilk sözcüklerle birlikte özü itibarıyla evrenselcilikle çelişirliğini, ilk önce sözlük karşılıkları ile değerlendirmek yerinde olacak. Türkçe sözlüğe baktığımızda milliyetçilik şöyle açıklanıyor; 'Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizm.' Ulusalcılığın karşılığı ise şöyle; 'Milliyetçilik'. Demek ki bu iki sözcük aynı anlama gelmektedir. Yurtsever tabirine gelince, karşılığı; 'Yurdunu, milletini büyük bir tutku ile seven, bu uğurda her türlü özveriye katlanan (kimse), vatansever, vatanperver.'

Yalnızca Türkiye’de değil dünyada da siyasetin dili kendi işaretini sözcüklerle yaratıyor. İçeriği aynı veya benzer olan sözcükler siyasetin solu ve sağında paylaşılarak sembolize ediliyor. Burada da milliyetçiliğin sağa malolması, solun da ulusalcılık ve yurtseverlik sözcükleri arkasında dizilmesi sathi zihniyet dünyasının belirtisi olarak değerlendirilmelidir.

Sağ siyasetin milliyetçiliği ona içkin bir niteliksel özellik olmalıdır. Zira sağcı dünya görüşü eşitsizliği doğal bir sonuç olarak değerlendirir, insanların sosyal, etnik, kültürel, cinsiyet farklılıklarını, vb. veri alır ve bu doğallık içerisinde kendi pozisyanunun güçlenmesini hedefler. Buna karşın sol dünya görüşü genel olarak söylenirse her türlü eşitsizliğin ortadan kalkması üzerinden siyasi konumunu belirler. Dolayısıyla sosyalistler sosyal kurtuluşu, insanlığın kurtuluşu olarak değerlendirirler. Sosyalistlerin, her türlü ayrımcılığın karşısında evrensel bir dünya görüşünün taşıyıcıları olmaları gerekir.

Sol evrenselci olmalıdır...

Ama 150 yıllık tarih gösteriyor ki, sosyalist hareketlerin izlediği güzergah onu evrenselci bir dünya görüşüyle buluşturmayı sağlamamıştır. Hatta aksine, 20. yüzyıl sosyalist hareketi, ulusalcı siyasetin payandası olarak eylemiyle de kapitalizmin temelini oluşturan yeni ulus-devletlerin bizzat inşasını gerçekleştirmiştir. Türkiye’de de sosyalist hareketlerin önemli bölümü günümüzde de ağırlıklı olarak sürdürdüğü gibi Ulusal kurtuluş, Milli Demokratik Devrim, 2. Kuvvayı Milliyecilik, Ulusal Demokratik Cephe, Yurtsever Cephe taktik ve önerileriyle milli hisler üzerinden kitlesel destek arayışına yönelmişlerdir.

Şunu hatırlar 68’in devrimci yükselişini yaşayanlar, anti-emperyalist ulusalcılıkla marksist teorinin enternasyonalist yanının kavranması süreci o dönemde kafaları karıştırmıştır. Ben o tarihlerde Dev-Genç’in lise gençliği içindeki örgütlenmesi olan Dev-Lis üyesiydim İTÜ Taşkışla binasında yapılan toplantılarda devrimci marşlar da öğrenilir gençlik içersinde yaygınlaştırılmaya çalışılırdı. Bu kafa karışıklığına bir örnek olarak birbirini dışlayan iki marşın mısralarını hatırlatayım. Günümüzde artık solun yinelemesi pek mümkün gözükmeyen ve buram buram milliyetçilik kokan ilk marşın sözleri şöyleydi; 'Tanklarıyla toplarıyla gelseler dahi / Bağımsız olacak Türk’ün ülkesi'.... Diğeri ise Avusturya İşçi Marşı idi. İlkiyle bağdaşmayacak evrensel bir görüşü dile getiren marşın sözleri de şöyleydi: 'Dil farkı bilmeyiz, din farkı bilmeyiz / Sanki doğduk bir anadan / Anamız amele sınıfıdır, yurdumuz bütün cihandır bizim / Hazırlandık o büyük kavgaya, başta bayrağımız sosyalizm...'

Millici anti-emperyalizm...

Tartışmamız yurtseverlik kavramı üzerinde olduğuna göre onun evrenselci dünya görüşüyle gerilimine ilişkin bu yaklaşıma karşı özellikle geçmişte bu kafa karışıklığını millici yönde gidermek üzere Mihri Belli’nin düstur haline getirdiği, Jean Jaures’un şu sözleri Türkiye sosyalist hareketinin ulusalcı şekillenmesinde etkili olmuştur; 'Yurtseverliğin azı enternasyonalizmi zayıflatır, yurtseverliğin çoğu enternasyonalizmi güçlendirir. Enternasyonalizmin azı yurtseverliği zayıflatır, enternasyonalizmin çoğu yurtseverliği güçlendirir.'

Milliyetçi bir anti-emperyalizmin zihinlerde yerleşmesine yol açan bu hipotezin, yurtseverlik başat olduğunda enternasyonalizmi güçlendirdiği hiç görülemedi. Aynı şekilde dünya sosyalist hareketi günümüze değin enternasyonalizmi başat kılan bir siyasi hareket geliştiremediği için, yurtseverliği güçlendirip güçlendiremeyeceğini test etmek imkanı da olamadı.

Alıntıladığım yazıda Baskın Oran’ın, yurtseverliği milliyetçilikten ayırırken kullandığı yüceltme -küçültme yapmaması- niteliği onun başat olarak yurduna özverili olması yani yeryüzünün bir parçası ile ilgili olduğu gerçeğiyle de alakalı olduğuna göre, evrensel düşünce burada ya yoktur ya da ikincildir. İkincil olduğunda da zaten yoktur yalnızca söylemden ibaret bir fantezi olabilir.

Evrenselcilik yurtseverliği de içerir...

Bugün artık Jean Jaures’in önermesi gibi düşünerek 'yurtseverlik zaten evrenselciliktir' denilebilir mi? Ya da tersi denilebilir mi? Bu soruların doğru yanıtı birincisi için hayır ikincisi için evet'tir. Neden böyledir? Zira yurtseverlik kendi bulunduğun mekanı kapsar evrenselcilik ise kendi bulunduğun mekan da dahil olmak üzere bütün yeryüzünü içerir. Dolayısıyla evrenselcilik yurtseverliği içerir ama yurtseverlik evrenselliği içermez.

Bu önermeyi biraz daha ilerletirsek yurtseverlik başat olarak sınırlanmış mekanında fedakarlığı yücelttiğinde, mekanın dışındakileri ötekileştirmeye yönelecektir. Bir kere ötekileştirme başladığında kendi içinde de ötekileştirmenin karakter haline dönüşmesi kaçınılmazdır.

Evrenselci dünya görüşü ile ulusalcılık ve yurtseverliğin de sonuçta ulaştığı milliyetçi dünya görüşü bir dikotomiyi oluşturuyor. Marx Manifesto’yu ‘Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz’ şiarıyla bitirmişti. Bu onun evrenselci bir çözümü önerdiğini işaret eder. Ama aynı Marx, 'İşçilerin vatanı yoktur' derken, sonrasında her ülkenin proletaryasının politik iktidarı ele geçirerek kendisi bizzat ulus olacağından proletaryanın milli, ama burjuva anlamda milli olmadığını işaret ediyordu. O kapitalizmin dünyaya yayıldığı ölçüde de zaten ulusların, halkların ayrılıklarının düşmanlıklarının yok olacağını öngördü. Burada burjuva anlamda milli olmamaktan, proleter olarak milli olma anlamı çıkarıldığında dahi evrenselcilikle milliciliğin dikotomisini ve yarattığı gerilimi tespit etmek gerekiyor. Yani kısaca proletaryanın millileşmesi ile evrenselleşmesi birbirinin zıddını oluşturan dikotomi yaratmıştır. Bu durum monarşilerin imparatorlukların aşılması bakımından burjuvazi tarafından inşa edilen ulus-devletlerin tarihsel ilerleme anlayışıyla desteklenmesi ile dünya işçilerinin birleşerek komünizmi inşa etmeleri çağrısının, ulus-devletle hesaplaşmadan hatta onun üzerinden inşası projesi, tarihin sonraki dönemde yaratacağı ‘Tek Ülkede Sosyalizm’ ler olarak yaratılan ‘milli sosyalizm’ ler yıkımını öngörememekten kaynaklanıyor.

Marx’ın teorisindeki bu dikotomi ve onun yarattığı gerilim 1917 Ekim devriminin sancılarını da açıklıyor. Troçki ve Lenin’in ve onların yanında yer alan Rosa Luxemburg’un devrimi evrensel bir bakışla değerlendirip Rus devrimini dünya devriminin bir parçası olarak kavramalarına karşın, millici bakışın simgesi olan Stalin’in nesnel koşullar da elverince iktidarı ele geçirdiğinde ‘Tek Ülkede sosyalizm’ teorisi doğrultusunda uluslarası işçi hareketini SSCB’nin bekçisi haline dönüştürmesi sorunun derinliğini açıklamaktadır.

Küreselleşme ve ulus devletler...

Yaşanan tarihsel süreç, kapitalizmin küreselleşmesinin ulusların ayrılıklarını düşmanlıklarını yok etmediğini gösterdi. Dolayısıyla Marx’ın öngörüsü doğrulanmadı. Bir dünya sistemi olarak kapitalizm Marx’ın analiz ettiği gibi özel mülkiyet ve emeğin sömürüsüne dayalı üretim tarzını sürdürüyor ama onun düşündüğünün aksine ulus-devletler dünyası da sistemin hala temelini oluşturuyor. Kimi sosyalistin de sandığı ve hayali olarak mücadele ettiği gibi kapitalist küreselleşmenin ulus-devleti yok ettiği falan yok. Ulus-devlet yok olmadığı gibi düşmanlıklar da sürüp gidiyor.

O halde yurtseverlikle, milliyetçilikle süregiden kapitalizmin karşısına onun araçlarıyla değil, everensel bir zihniyetle karşı durmak gerekiyor. Aslında burjuvazi gelişmeye başladığı 16. yüzyılda devrimci bir niteliğe sahipti, o zaman insanlığa seslenip yeni bir dünya kurmanın çağrısını yapıyordu. Burjuvazi iktidarı ele geçirdiğinde, o görüşlerin kendisine karşı dönmesi nedeniyle hızla bu görüşleri terk etti.

İşte burjuvazinin terk ettiği görüşleri dile getiren Montaigne’nin sözleriyle bitirelim yazıyı ’Kendi yaradılışıma uyarak, üstelik aşırılığa kaçarak bütün insanları hemşerim sayıyorum. Ama Sokrates söyledi diye değil. Bir Polonyalı’yı tıpkı bir Fransız gibi kucaklıyorum, dünya ile akrabalığımı kendi ulusumla akrabalığımın üstünde tutuyorum. Doğduğum yerin o kadar düşkünü değilim... Doğa bizi özgür ve bağımsız yaratmış, bizse tutup kendimizi olmadık çemberler içine hapsediyoruz.’


Yazar:Ferhan Umruk

1 yorum:

proleter dedi ki...

sosyalist hareket bunu anlayabildiğinde bir iç devrim yapmış olacaktır.hala ulusalcılığı yurtseverliği ilericilik sayan bunun propogandasını yapan bir çok hareket mevcut.