17 Nisan 2010 Cumartesi

Sol Seçenek İçin Parti

Ferhan Umruk

Vakti zamanında sosyalistler için parti olabilmek yeterli koşulların yerine getirilmesi ile mümkün olabilen bir yapı olarak düşünülürdü. Bu koşulların birincisi teorik yetkinliğin oluşturacağı bir program ikincisi ise bu siyasi programı hayata geçirecek yeterli kadro birikiminin oluşturulabilmesiydi.

Dolayısıyla, şimdi ancak kulaklarımızda çınlayabilecek şu sözler bu anlayışı mizahi bir hınzırlıkla dile getirirdi; Parti kurmak, çadır kurmaya benzemez.

Asri zamanımızda ise, ne diyelim, bu köprünün altından çok sular aktığından, parti üstüne parti kurmak alışkanlık haline gelmiş gibi görünüyor.

Sosyalistlerin aktüel eğiliminin bu biçimde tezahür etmesinin muhakkak ki nedenleri vardır. Bu bakımdan eleştirelim ama kınayarak yüzeysel tutumla geçiştirmeyelim.

Fazla derinleştirmeden felsefede düşünce ve eylem ilişkisi konusunda tam aksi görüşler olmakla beraber, örneğin stoacılar gibi, ama düşünce ve eylemi ayrıştıran yaklaşımın ele alındığı bir örnek olarak, Roma filozoflarından Seneca’nın ‘Bilgelerin, toplumsal ve siyasal yaşamdan uzak durarak, bilgelik ve felsefeyle uğraşıp, bu yolla insanlara yararlı olmaya çalışmaları gerek..’ sözüne yanıt Marx’ın 11. tezinde verilmişti; Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.

İşte Marx’ın sosyalistler için bir düstur haline gelmiş olan bu sözleri, onlara eylemin önemini, dolayısıyla da eylemi mümkün kılacak örgütlülüğü yerine getirmek için parti zorunluluğunu meşru bir önkabul haline getirmiştir.

Şimdi çok sayıda ‘parti’ var ama parti yok. Şu söylediğim, eğer bu yakın zamanların bürokratik parti anlayışına karşı seslendirilen ‘parti olmayan parti’ gibi bir şey olsaydı yine de bir adım atılabilmiş olurdu. Hiç olmazsa hakiki bir durumun tartışması olurdu. Yani bahsimiz o değil. Ortada olan partiler yasal veya değil, formel olabilmekten öteye hakikate yaklaşma yeteneği bile göstermiyorlar.

Sosyalist hareketin bu manzarai umumiyesi yakın tarihin başarısız partileşme hareketlerinin neticesi olarak zuhur etti. Bütün bu süreçlerde payı olan tüm sosyalistlerden; varsa günahsız olan, ilk taşı o atsın!

Tabii ki, birleşik parti süreçlerine katılmamış olan sosyalistlerin bu söylenenden kendisine pay çıkarmaya kalkması da en hafif tabirle yersiz olur, zira bu günahkarlığa! ortak olmamanın karşılığı olarak o yoldan da sosyalist bir seçenek yaratılabilmiş değildir.

İki Eğilim

Durum böyle olunca, kuşkusuz farkındalığın olmadığını da söylemek mümkün değil. Sosyalistlerin durumun vahameti karşısındaki farkındalığı iki eğilime sebep oluyor.

Birinci eğilim yaşanmış bunca deneyden sonra yeniden aynı suda yıkanmanın mümkün olmadığını düşünüp, denizde boğulmaktansa bir damla suyun kuytularında hayatiyeti sürdürerek elverişsiz koşullarda mücadeleyi sürdürmek, kendi çapında fedakarlık fakat aynı zamanda ikameci eylemin sınırlarına tıkanmanın zorunlu neticesiyle karşı karşıya kalış içinde.

Daha da önemli olan, bu atomizasyon sonucunda küçülen yapıların kaçınılmaz olarak birer sekt haline sürüklenmeleridir. Böyle bir sonuç tarihsel deneyimi içeren marxist literatürün temel konularından biri olmuş, başlı başına mücadele edilmesi gereken bir olumsuzluk olarak değerlendirilmiştir.

Sosyalist hareketin sekt haline dönüşmüş örgütsel yapılardan ibaret hale gelmesi. Onu birbiriyle uzlaşmaz, yıkıcı rekabetin egemen olduğu, örgütün bir araç değil amaç olarak bellendiği zihniyetin kabullenildiği, düşüncenin, tartışmanın hiyerarşiye tabi olduğu bir atmosferin girdabına sürüklemektedir.


Bugün bu olumsuz gerçekle yüzleşmeyen, varolan durumu aşma yönünde çaba harcamayan sosyalistin, diyelim ki bugün tekel işçisinin çadırında sabahlaması onların her eyleminin içinde bulunarak sarfettiği emek elbette önemlidir, ancak bu eylemliliklerin içinde bulunması onun görevini yerine getirdiğini anlamına gelmeyecektir.


Sosyalistlerin farkındalığının yarattığı ikinci eğilim ise belki de Samuel Beckett’in veciz sözlerinde ifade ettiği ‘Yine dene, yine yenil.. Daha iyi yenil..’ dercesine seçenek olabilecek birleşik parti yaratma çabası içine girerek sürdürülen tartışmalar...


Yeni Parti Projeleri

Başarısızlıkla sonuçlanmış birleşik parti deneylerinden sonra şimdi iki koldan gitmekte olan birleşik parti çalışmalarının sonuca ulaşmadaki sıkıntıları dikkate alındığında Beckett’in daha iyi yenilmeye davet eden sözlerine sosyalistlerin henüz yeterince hazır olmadıklarını ve de bu ihtimali göğüsleyerek yürümeye adım atmakta zorlandıklarına şahit oluyoruz.

Birleşik parti oluşumu önerisi, öncelikli olarak ‘Çatı Partisi’ projesiyle gündeme geldi. Bu önerinin ardından Şimdi ‘Yeni Sol Parti’ olarak adlandırılan bir proje de gündeme gelmiş bulunuyor.


Bu iki projenin kendi içindeki programatik ve örgütsel anlayış konusundaki tartışmalar dışında bu ayrı yürüyen süreçlerin iki ayrı partinin oluşması sonucunu verme ihtimali karşısında Barış ve Demokrasi Partisi’nin Türkiyelileşme kararı gündeme getirilerek çatı partisinin kendisinin BDP olduğu görüşü bu cenahın bir kesimi tarafından ifade edilerek Demokrasi ve Birlik hareketinin BDP’ye katılması önerilirken, ayrı bir parti kurma teşebbüsünün de rakip bir parti sonucunu vereceği eleştirisi yöneltildi.


Bu iki ayrı proje ve bu iki ayrı projenin bileşenleri dikkate alındığında altı çizilmesi gereken temel özelliklerden birincisi Veysi Sarısözen’den ödünç ifadeyle Fırat’ın doğusunda halk desteği sağlamış örgütsel bir gücün varolduğu ve bugün bunun siyasal platformda BDP aracılığıyla temsil edilmekte olduğu gerçeğidir. Kürt solu, sosyalistleri BDP ile reel bir güç olarak siyaset zemininde yer almaktadırlar. Buna karşın Fırat’ın batısında solun, sosyalistlerin böyle bir durumda olmadıkları apaçık bir gerçektir.


İkinci temel özellikse bu iki ayrı projede yer alan bileşenlerin yakın tarih dikkate alındığında büyük ölçüde somut siyasal anlarda ortaklaşarak hareket etmiş olmalarıdır. Bütün bileşenler yakın dönemde zaman zaman farklılıklar olsa da hem genel hem yerel seçimlerde ittifak içinde yer almışlardır. Demokrasi İçin Birlik Hareketi bileşenleri böyle bir özellik gösterdiği gibi Yeni Sol Parti girişiminin bileşenleri olan SHP’de Özgürlükçü Sosyalist grupta ittifak doğrultusunda hareket etmiştir.

İmkanlar ve Gerçekler

İlk özellik ele alındığında olumlu veya olumsuz sıfatı kullanmadan ifade edilmek gerekirse 1980 bir dönüm noktası olarak değerlendirildiğinde sol hareket bakımından roller değişmiş bulunmaktadır. Geçmişte Fırat’ın batısı sosyal ve siyasal hareketliliğin önünde yürürken bugün Fırat’ın doğusu kitle hareketinin önünde yürümektedir. Üstelik bugün iki yaka arasındaki dengesizlik geçmiştekiyle kıyaslanmayacak boyutlara ulaşmış bulunuyor. Kuşkusuz mücadele süreci içinde kitlesel bilinci yükselen Fırat’ın doğusu karşısında mücadelesizliğe sürüklenen Fırat’ın batısında kitle bilinci de gerilemiş alt sınıflar siyasal islamın ardında birikmişlerdir. Sürmekte olan Tekel işçilerinin mücadelesinde öne çıkanların Batmanlı, Diyarbakırlı işçiler olması bile bu gerçeğin açık bir ifadesidir. İşte bu nesnel durum, niyetlerin ötesinde, Fırat’ın doğusu ve batısını birleştirecek her ittifak veya birleşik parti oluşumu, sürdürülen aktüel söylemin dışında başka araçlar öne çıkarılmadığı takdirde kitleler nezdinde de hakikatte de ne ittifak olarak görülecek ne birleşik parti olarak algılanacaktır.

Birliğin gerçekleşmesi için önerilen çatı partisi projesinin bir cephe-parti modeli olarak sunulduğu dikkate alınırsa durum daha da içinden çıkılmaz hale gelmektedir. Hali hazırdaki bileşenlerden yalnızca Kürt siyasi hareketinin kitlesel temsili güce sahip olmasına karşın bu projeye katılmış olanlara diğer sol parti ve gruplar da katılsa bile bir temsil gücünden bahsetmek ancak çok iyimser bir yaklaşımla mümkün olabilir. Böyle bir durumda parti biçiminde bir cephe olarak tasarlanan çatı partisi projesi farklı sosyo-politik güçlerin ortak bir eylem programı doğrultusunda eylemlerini birleştirdiği bir zeminin niteliksel özelliklerinden yoksun bulunmaktadır. Bu koşullarda, bütün bu nedenlerden dolayı özneleri tarafından ifade edilmese de kronikleşmiş bir hal alan çatı partisi süreci bu modelin formel olarak dahi oluşabilme ihtimalini yok etmektedir. Belki de çatı partisi hedefininin kendisi ona ulaşmaktan öte Fırat’ın doğusu ile batısı arasında yarattığı diyalog ve işbirlikleri imkanı ile olumlu rol oynamaktadır denebilir, bu bakımdan varılan noktadan geriye düşmemek bile önemlidir.

Sürecin birinci temel özelliği şimdiye değin yapılmış seçim ittifaklarında ortaya çıktığı gibi bu ittifaklar Fırat’ın doğusunda ses getirirken batısında kısmi başarılara karşın istenen sonuçlara ulaşamadığında hayal kırıklıklarına yol açsa da ikinci temel özellik olan iki projede yer alan tüm bileşenlerin ittifaklara yönelik eğilimleri geleceğe yönelik imkanın kapısının kapanmadığını, açık olduğunu göstermesi bakımından son derece önemlidir.

Muhtevada Birleşmek

Şimdi ittifaka yönelik eğilimin olumluluğunun hangi koşullarda Fırat’ın batısında da başarı kazanabileceğinin yollarını aramanın zamanı gelmiş görünmektedir. Bunu gösteren en önemli işaret kuşkusuz BDP’nin Türkiyelileşme kararı almış olasıdır. Gerçi BDP’nin selefi olan partiler her aşamada böyle bir eğilimi ifade etmişlerdir, ancak bir kenara itilmemesi gereken nesnel şartların etkisi diğer yandan da bu eğilimi somutlaştıran bir planın ortaya konulamamış olması bu hedefin söylemden ibaret kalmasına neden olmuştur. Bugün de nesnel şartların engel yaratması ihtimali ortadan kalkmamıştır, dolayısıyla nesnel şartların oynayacağı rol iradenin hedefine katkıda da bulunabilir, o hedefe engel de çıkarabilir.

Peki nesnel şartların yaratacağı engelleri de aşabilecek somut bir plan mümkün müdür? Doğrusu buna kesin cevaplar verebilmek kolay gözükmüyor. Ama bu yanıtın muhtevaya ilişkin olduğu söylenmelidir. Son dönemlerde dile getirilen Fırat’ın batısında ayrı bir dil,(sosyal) Fırat’ın doğusunda ayrı bir dil(demokrasi) kullanılarak çözüme ulaşma yöntemi formel bir çözüm önerisinin kısıtlarıyla malul gözükmektedir. Yalnızca AKP örneği bile, formellikle sınırlı böyle bir yöntemin başarısızlıkla sonuçlanacağını ortaya koymuştur. Son yerel seçimlerde AKP’nin devlet ve Genelkurmay’ın desteğiyle bir ‘devlet partisi’ misyonuyla bölgede uyguladığı bu yöntem yani ‘demokratik dil’ tarihsel bilince sahip Kürt halkının direnişiyle püskürtülmüş ve AKP’nin bölgede gerilemesine yol açmıştır.

Soruna ilişkin geçmiş deneylerin dersleri günümüze ışık tutabilir. Türkiye sosyalist hareketinin 12 Eylül öncesinde izlediği seyrin bugün tersinden izlenmesi ihtiyacı fiilen kendini dayatmaktadır. Sosyalist hareket yükseliş dönemindeki süreçte entenasyonalist bilinçle teçhizatlanarak giderek ezilen ulus kavramını siyasi programının temel maddelerinden biri haline getirmiş UKKTH ilkesi temelinde eylemini derinleştirmiştir. Hatırlanması gerekir ki bugün ulusal solculuğun şovenizm çukuruna yönelerek ergenekon bileşeni olmuş olan Doğu Perinçek bile geçmişinde Kürtlerin inkar ve imhasına karşı mücadele eden bir siyasi aktördü. Yaşanan bu süreç inkar,imha, sürgün ve katliamlarla ezilmiş olan Kürt halkının kimliğine sahip çıkışının kıvılcımlanmasına katkıda bulunmuştur. Tarihin derinliklerinden gelen Deniz’in son sözleri olan ‘yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği’ tam da bu dönemin karakteristik özelliğini belirtmektedir.

Günümüzdeki koşullar tersine dönmüş bulunuyor. Kürt siyasi hareketi bir siyasi güç olarak Türkiye siyaseti içerisinde belirleyici bir aktör olarak yer almış bulunuyor. Sistemin hegemon olmaya yönelen Anadolu burjuvazisini temsil eden AKP ile geleneksel sivil askeri bürokrat zümre ve burjuvazisinin temsilcisi CHP ve MHP ‘ye eşlik eden darbeci odak olarak beliren iki aktör dışında üçüncü siyasi aktör Kürt siyasi hareketidir. Bu durum Kürt siyasi hareketinin fıratın batısına yönelik politikalarının derinleştirmesinin önünü açıyor. Açılan bu yoldan solun uzun yıllardan sonra parlamentoda temsil edilmesine sunulan katkı, parlamentoda emekçilerin ezilen kesimlerin sorunlarının gündemleştirilmesi bu yönelimin somut belirtileri olarak ispatlanmıştır.

Ancak hem Fırat’ın batısı hem Fırat’ın doğusu için bütünlüklü bir siyasi programın oluşturulması gerçekleştirilememiştir. Bugün de tartışma, ulus devlet paradigmasının sınırları içinde Demokratik Cumhuriyet-Sosyal Cumhuriyet ikileminde sıkışıp kalıyor. Kuşkusuz ezilen kitlelerin kısmi ekonomik ve demokratik mevziler kazanması ulus devlet aşılmadığı sürece onun sınırları içinde mümkün olacaktır. Ama sorun kapitalizmin ve onun dayanağı olan ulus devlet sisteminin aşılması olarak ele alındığında dünya sisteminin köklü bir değişimiyle alakalıdır. O halde kitlelerin kısa vadeli çıkarları ile tarihsel çıkarlarını birleştirecek anti-kapitalist bir program dünyanın dönüşümünün, devriminin bir parçası olarak insanlığa seslenebilir.

Evrensel Bakış’a Doğru

Tarihsel deneyim kapitalizmin yeryüzündeki hakimiyetini kıramayan atılımların dünya sistemi tarafından kuşatılarak çürütüldüğünü, sisteme eklemlendirildiğini sonunda da yıkıma sürüklediğini ortaya koydu. Bu durum ağaca bakmaktan ormanı gözden kaçıran paradigmanın yanlış olduğunu gösterdi. Artık bir zihniyet devrimi ile ağacın nihayetinde ormanın bir parçası olduğunu görmeliyiz. İnsanlığın ve doğanın kapitalist anarşinin yarattığı ekolojik yıkım tehdidi karşısında orman çöktüğünde o tek ağacın da ayakta kalamayacağı gün gibi aşikardır. Bu metafor bir ülkenin de bir insanın da bütün sosyal, kültürel, politik hayatının her aşamasına uygulanabilir gerçekliği içeriyor.

Sisteme karşı bütünlüklü bir seçeneğin oluşması dahilinde bu topraklarda da Fırat’ın batısı ile doğusunun ortaklaşacağı, ulus kimliklerinin özgürlüğü ve eşit yurttaşlığı hedefleyen mücadeleyle birlikte bu kimliklerin politikanın belirleyicisi olmaktan çıkıp insan kimliğinin başat olması koşullarını hedefleyen anlayışı hakim kılan bir siyasi programı yaratabilmek Türk, Kürt, Ermeni, Laz bütün kimliklerin insan kimlikleri altındaki sosyal kimlikleri ile sömürü ve adaletsizliğe karşı mücadelelerininin yolunu açabilir.

Eğer sosyalizmi bir zamanlar sanıldığı gibi bir ülkenin kalkınma yöntemi değil de insanlığın kurtuluşunu hedefleyen bir dünya görüşü olarak belirliyorsak Türk’ün, Kürt’ün, İngiliz’in vb. kurtuluşundan bahsetmek düşüncenin doğasına aykırıdır. Kurtuluşun her adımı insanlığın kurtuluşuna doğru atılan bir adım olarak değerlendirilmelidir.

Bu doğrultuda Fırat’ın iki yakasının politik zihniyet dünyasının ortaklaşması gerekiyor. Ezen ve ezilen ulus solunun ortaklığa ulaşacağı dünya görüşü evrensel bir çözümü başat kıldığında güncel mücadelenin her türlü ezme biçimine karşı kazandığı mevzilerin geleceğin sınırsız ve sınıfsız bir dünya taqhayyülünün basamakları olarak değerlendirildiği ölçüde toplumun farklı ulusal kimliklerinin ortak mücadelesini yükseltme imkanı da genişleyecektir.

Yakın dönemin en belirleyici özelliği, Fırat’ın batısındaki solda genel siyasi atmosferde gelişen kutuplaşmayla kalın çizgilerle örtüşen ulusalcılık-sınıf mücadelesi ve liberal-demokrat kutuplaşması uç veriyor. Bu ayrışma kendi içinde gri tonları da içererek şekilleniyor. Kuşkusuz bizim üzerinde düşünmemiz gereken kemalist ideolojinin damarından beslenen solun, ulus-devlet savunusu üzerinden kapitalist özünü örterek sürdürdükleri ‘anti-emperyalist’ şoven-militarist darbeci çözümler değildir. Ancak ulusalcı solun indirgemeci sınıfçı anlayışı kalkan olarak kullanarak kendine mal ettiği ‘devrimci’ mistifikasyonun rejimin Kürtlere, Alevilere, azınlıklara, tüm ötekileştirilenlere karşı sürdürdüğü baskılara payanda olduğu gibi entenasyonalist solu zayıflatmak gibi bir fonksiyonu da gözden kaçırılmamalıdır.. Kuşkusuz ulusalcı solun ezilenlere karşı giriştiği bu saldırıyı püskürtmek için sosyalistlerin ideolojik politik mücadeleyi bütünsel olarak sürdürmeleri gerekiyor. Bu bütünsellikten kasıt ulusalcı solun demokrasi mücadelesini geriletmek için kullandığı ‘sınıf mücadelesi’ kavramını onlara terk etmeden bu sosyolojik gerçekliğe uygun politikalar geliştirebilmenin önemini kavramaktır.

Koşullar Kapıyı Aralıyor

Solda gelişmelerin hangi yönde ilerleyeceği, içinde bulunduğumuz aşamada önemini artırmış bulunuyor. Türkiye’de sistemin egemenlerinin AKP eliyle sürdürdükleri hegemonya onun dinsel retorikle kitleler nezdinde sağladığı itibar islami kesimde artık derinleşmeye başlayan eşitsizliklerle birlikte yıpranmaya başladı. Nihayetinde kapitalizm dine sosyal gerçekliği anlatıyor. İslami retorik eşliğinde yollarda beraber yürüyenlerin yolları ayrılmaya başladı yine büyük çoğunluk gecekondularda kalırken devlet kaynaklarının yağmasından beslenen azınlık sefahat yolunda ilerliyor. Önümüzdeki süreç siyasi mevzilenmenin taşlarının yerinden oynayacağını işaret ediyor.

Öyleyse, Fırat’ın iki yakasındaki solun bu atmosferin yarattığı imkanın gereklerini yerine getirip getirememesi de gelecek günlerin ne yönde şekilleneceğini belirleyecek. Eğer solda somut bir seçenek yaratılamazsa sistemin partileri olan CHP ve MHP’nin yükselişi ihtimali göz ardı edilemez. Bu partilerin iktidar olması demek Türkiye’nin kaosa ve kanlı olaylara sürüklenmesi anlamına geliyor.

Bu bakımdan solun somut bir seçenek yaratması için gündemde olan Yeni Sol Parti projesi de, Çatı Partisi bileşenleri de tarihsel bir görevle karşı karşıya.

Çözüm, yalnızca formel olarak ayrı partilerin örgütsel birliğini yaratmak değil ,politik zihniyette ortaklığı yaratmaktır. Ayrı partiler olsa dahi politik ittifaklarla, eylem birlikleriyle sorun teknik olarak çözülebilir.

Ancak, solda Fırat’ın üzerinde kurulacak bir köprüyle neden ortak bir partiye ulaşılmasın.

YORUM;Mehmet yücel

. Yeni Sol Parti projesi de, Çatı Partisi bileşenleri de tarihsel bir görevle karşı karşıya.

Çözüm, yalnızca formel olarak ayrı partilerin örgütsel birliğini yaratmak değil ,politik zihniyette ortaklığı yaratmaktır. Ayrı partiler olsa dahi politik ittifaklarla, eylem birlikleriyle sorun teknik olarak çözülebilir.
...
Yazarin vardigi bu sonuc gayet isabetli, iyi de formule edilmis. Katiliyorum. yUcel


YORUM; Mehmet Özgen

Fıratın iki yakası iki farklı gerçekliği yansıtıyor: Birinin niteliği onun çözüm kapsamını demokratik olarak belirliyor, diğerininki ise sosyal bir belirlenim altında. Ferhan yazısında bu gerçekliğe işaret ediyor zaten. Fıratın doğusu sınıfsal bir yelpazeye, dolayısıyla güçlü bir kitle hareketine dayanan ulusal bir siyasal hareket olarak gelişiyor. Bu hareketin ufkunda bir anti-kapitalizm yok, anti-emperyalizm de Kürt sorununun doğasından ve uluslararasılaşmasından ötürü olmadı. Bana göre bu hareketin de anti-kapitalist bir doğrultu kazanabilmesi, ancak ideolojik bağımsızlığı temel alan bileşik sosyalist partinin kurulması ile daha mümkün olacaktır. Böyle bir parti, ulusal sol ve kemalizmin etkisindeki kitleleri de kazanma imkanına sahip olabilir. Yaşam tarzlarının, siyasal islamın egemen olmasından ötürü, tehdit altında olduğu algılaması içindeki bu kitlelerin enternasyonalist bir sola yönelimi ancak böyle bir partiyle mümkündür. Fıratın iki yakası arasındaki köprü de bu yolla kurulabilir. BDP’nin ya da onun değişik bir türevi olabilecek Çatı partisinin bu köprüyü kurabilmeleri zayıf olasılıklardır. Böyle bir parti kurulmasına kurulur, ama bu da solu bir başka demokratizme sürüklemek olur. Çünkü böyle bir partide ister istemez demokratik talepler ön planda olacaktır. Marksistler kendilrini geçiş programının içeriğini teşkil edebilecek sorunlarla sınırlayamaz..

Hiç yorum yok: