2 Eylül 2011 Cuma

FORUM/ Hoşgörüler ve Tahammüller Üzerine

Metin Karabulut
Batı emperyalizminin egemen olduğu ,Osmanlı’nın da gücünü yitirdiği son döneminde dizginleri eline geçiren saldırgan,fırsatçı emperyal ülkeler Osmanlı’yı ekonomik olarak deforme ederek yarı feodal bir biçime getirmeyi başarabilmişlerdir.


Travma üstüne travma geçiren Osmanlı’nın bu bunalımlı döneminde dur durak bilmeyen emperyalist ülkeler İstanbul hükümetini ablukaya almış istedikleri gibi ağır şartlı antlaşmalarla ,yani bağımsızlığın tamamen kaybedilmesi adına çaresizce imza attırabilmişlerdir.


Yurtsever hareketlerin İstanbul'un sınırlarından Anadolu’ya kaydırılarak yapılan kongrelerde nihayet Cumhuriyetin temeli Sivas'ta atılmıştır.

Ülkenin bağımsızlığına kavuşması sonrasında yer yer devrimler yapılıp batının kalkınma modeline ayak uydurma adına örnek olarak laiklik ilkesi ilk başta düşünülüp tatbiki yoluna gidilmiştir.Osmanlı düşünce yapısından kurtulamayan bir toplumun alışık olmadığı laiklik modelinin bir dizi devrimlerle pekiştirilmesi uygun görülmüştür.Acele de olsa çok gerekli olan bu ilke Osmanlı padişahlarına biat eden henüz okuma yazma seviyesi çok düşük kültür açlığı çeken bu toplum laiklikle hayal görürcesine tanışmıştır.

1924 anayasasından --devletin dini İslamdır-- maddesinin çıkarılmasındaki şokun farkında bile değil.Bütün bu devrimlerin gerçekleşmesi cesaretli kararlarla bir çırpıda uygulnmıştır.Osmanlı’da gelişmeyi önleyen ne varsa bu pürüzler bir bir temizlenmeye başlanmıştır.Halifeliğin kaldırılması,eğitim birliği.tekke ve zaviyelerin kapatılması,medeni kanunun kabulü,medreselerin kapatılması,kılık kıyafet devrimleri v.s...

Cumhuriyetin kuruluşunda öncelik olarak laiklik ilkesinin bir başka önemi vardır. Günümüzde her an olabilecek din çatışmalarının ne denli tehlike arzettiğini düşündüğümüzde laikliğin bir platformda din çatışmalarının nasıl önüne geçtiğini çok iyi gözlemleyebiliriz.

Uygulamada iktidarı ele geçirenlerin en çok gündeme getirip tartıştığı ve hep kendine yonttuğu şekilde laiklik konu edilmiştir.

Rejimin ayakta kalabilmesi ve yitirilmesi anında bile laikliğin toplum barışındaki rolü bir yapı taşı özelliğini taşır.Aksi takdirde rejimi ne olursa olsun laik olmayan bir toplumda barıştan söz etmek olanaksızdır.

Nasıl yorumlarsak yorumlayalım o kadar net ve açık bir tanım olmasına rağmen laiklik hep esnetilmiş daha çok irticai mağdurluğu, ki öyle bir durum söz konusu bile olamaz yine de kullanılmaya müsait olan bu yaklaşım ele alınmaya çalışılmıştır.

Bazen de laik taraftan olduklarını vurgulayan hükümetler de oy aldıkları kesimlere şantaj yapıp laikliğin zarar göreceğini iddia ederek bu saf kesimleri kullanarak günümüze kadar kendilerine sağlanan oyları çantada keklik olarak amaçlarına ulaşmışlardır.

Öyle böyle iktidarı ele geçirenler kendilerini iktidara taşıyan kesimlere üvey evlat rolünü üstlenmişler ,oy alamadıkları kesimlere yaranmak için cami yaptırma,imam hatip okulu açma yarışına girmişlerdir.Bu düşünce Cumhuriyetten günümüze kadar riyakar hükümetlerce alışkanlık,adet haline gelmiştir.Bu vesileyle beslendikçe beslenen azgın irtica yanlıları finansman olarak da iktidara geldiklerinde güçlü iktidar yönlerinin ağırlığını hissettirerek saltanatlarını idame etmişlerdir.

Laikliğin hoşgörü yanı Selçuklular döneminden itibaren Mevlana,Hacıbektaş ve Yunus tarafından topluma zaten kanalize edilmiştir.Hoşgörü felsefesini bizlere öğreten bu bilgelerin fikirleri osmanlılarca da bilinmekteydi.Hoşgörüye en güzel cevabı Hacı Bektaş ı Veli vermiştir.: ---- incinsen de incitme----

Emevi düşüncelerin hakimiyetiyle hoşgörülü kesimlere baskı kurulmuş yer yer de yok edilmişlerdir.

Ülkemizde tek tip islamın vazifelileri bir zamanlar hor gördükleri Yunus’un ilahileriyle rantlarına rant katabilmişlerdir.Yunus’un hoşgörüsü ve ilahi aşkı sözünü ettiğimiz kesimlerce yanlış yorumlarla toplumumuza anlatılmaktadır.

Laikliğin başlangıcında uygulama acemiliğinde yapılan hataları göz ardı etmek yanılgıdan başka bir şey değildir.

Çelişki çelişkiyi doğurur.toplumun çağın normlarına ayak uydurabilmesi ,entegre olması,ve ilerleyebilmesi için eğitime ayrılan finans kaynakları bu sözünü ettiğimiz yanlış tutumlardan zarar görmüştür.Oysa devletin kalkınmada asli görevi eğitime önem vermek esasını taşır.Her şey ticari olarak düşünüldüğünde sahibi doğa olan suyun satıldığı bu dönemde havanın satılması düşüncesi birilerince akilane, dahice ticari bir yaklaşım olarak görülür.Öyle ki bu zihniyetlerle iyi üniversitelerden mezun olan güzide evlatlarımızın varlığı hiçbir şey ifade etmez, Onlar için klasikleşmiş topluma yutturulan ucuz düşünce yapılarıdır. ticaret kafasıyla su satarak simit satarak çanta taşıyarak topluma daha iyi yöneticiler yetiştirilir mantığıyla idare etme yöntemlerini medyada kırık plak gibi dinler dururuz.Dolayısıyla uyutulmak adına eğitimli kesimler günah keçisi gibi görülüp, eğitimsizlik de özendirilir.İşte bu düşünceleri sağlayan egemen güçler ve kendilerine destek olan yöneticiler rantiye sağlamak adına klişeleşmiş laflarla idare yöntemlerini esas almışlardır.Onlar için vatan,dil,din,gibi kutsal sayılan kavramlar laftan öteye gitmemiştir.

Sen de benim gibi düşün deme hakkı demokraside olmadığı gibi -----hele de laiklik de hiç yoktur-----insan haklarına da aykırıdır.Bu hoşgörünün dışında tahammülsüzlük olur.

Toplumumuzun etiketlenme ve fişlenme dönemlerinden günümüzde bile sıyrılamadık. Bu fanatikleşme dün olduğu gibi bugün de kişinin doğumunda alnına bir damga vurulmasıyla başlıyor. İdraki dışında sen şusun sen busun böyle düşüneceksin diye neredeyse kulağına ezan okunur gibi üflenecek.

Bağımsız düşünemeyen , empati kuramayan bir toplumda hiçbir kurum bağımsız değildir.o toplumda düşünce özgürlüğü baskı altındadır.Laiklikten de söz edilemez zira inanç özgürlüğü faşizmin tahakkümü altındadır.

Din faşizminin hegemonyası altında başka inançlara ve inançsızlara hiç bir zaman yer yoktur.

Bugün olsun insanlarımızın dili ile dini ile aşağılanması , hor görülmesi,yok sayılması,hala bitmiş değil.Kanayan bu yara halen akmaktadır.

Peşin hükümlerden kurtulan vicdanı hür bir topum zulüm gören kesimlere empati ile baktığında görecektir ki mutlak doğrunun içinde ne mezhep vardır ne de ırk vardır.Bakacağı yerde kendini görecektir.İşte o zaman çatışma ortadan kalkacaktır.

Tarihten hiç ders almamış olacağız ki geri kalmışlığımızın birçok nedenlerini tarihin zaman dilimlerinde yaşadığımız olumsuzluklarda arayabildiğimizde doğruya yakınlaşırız.

Osmanlı tarihi diye, daha çok yabancı inançlara saygılı ve onlara verilen ekonomik özgürlükten adaletten bahsedilir.Doğru.Osmanlı kendi ulusunun çıkarlarını önemsedi mi?Devlet bütçesindeki gelirinin azaldığında faturayı köylüden ağır vergi şartlarıyla çıkarttı mı? Kapitülasyon gibi bir belayı başımıza sardı mı? Yabancıya düşük vergi kendi halkına ağır dayanılmaz vergiler yükledi mi? Buna benzer bir sürü soru...

İki asırdan fazla matbaanın ülkede yasaklanması toplumun aydınlığa kavuşması uzun bir süreci bizlere öğretmiştir.

Aydınlanma sürecinde 1789 Fransız İhtilali’nden sonra laikliğin tanınması akabinde yüz binlerce akan kanın bedeli olmuştur.

Hiçbir bedel ödenmeden anayasamıza dahil edilen laiklik ilkesi tatbikatta işlerliğini tam olarak yapamamışsa da, bu biçimiyle bile toplum barışı için bir nebze de olsa yararlarını yadsımak doğru olmaz kanaatindeyim.

Esas olan işlerliğini sağlamak amacıyla neler yapılacağının düşünülmesidir. Bu da tek tip din düşüncelerinden sıyrılarak gerçekleşebilir.

İktidarların laikliği sapan lastiği gibi esnettiği bilinmektedir ancak toplumca bu kavramın içeriğinin çok iyi analiz edilerek bilinmesi ve gerekliliğine inanması toplum barışı için ideal bir gereksinimdir.

Hiç yorum yok: