23 Ocak 2013 Çarşamba

Barışa Gidecek Yol

Mahmut Balpetek

Barış savaşanlar arasında gerçekleşecektir

Barış kavramı, tıpkı savaş kavramı gibi birden fazla aktörle gerçekleşmesi mümkün olan bir eylemdir. Nasıl ki, savaş tek taraflı olacak bir etkinlik değil ise barış da tek taraflı vuku bulacak bir fiil değildir. Dolayısı ile savaşın gözle görülür somut aktörleri, barış süreçlerinin de aktörleri durumundadırlar.
 Yani barış süreci için devletler, savaşla ilgisi olmayan “günahsız melekler” aramamalıdır. Arasa da bulamaz, bulsa da bunun adı barış süreci olmaz. Devletin, kendi kriterlerine göre kişi ve kurumlar bularak, onları muhatap kabul etmeye meyil etmesinin barışla ilintisi kurulamaz. O zaman geriye tek ve sahici bir seçenek kalır o da savaştığı muhatabıyla barışmasıdır. Muhatap olma biçimi görüşmelerin formatı ve periyotları değişken olabilir. Ancak, muhatap değişmez bir biçimde PKK ve onun İmralı, Kandil, Avrupa ve Türkiye’deki aktörleridir. Taraflar daha savaşıyor iken savaştığını, olası bir barışın muhatabını kabul ve ilan etmiş durumdadırlar. Doğası gereği savaşanların barış masasında yerlerini alması barışın zorunlu ön koşulu olarak kendini dayatmaktadır. Devlet, “falan, filanla” görüşmez veya masaya oturmaz yollu salvolar gerçeklikle bağdaşmayan popülizm dışında bir anlam içermez. Barışın muhatabı zaten savaş esnasında belirlenmiş durumdadır. Dolayısı ile şeyleri korkusuzca isimleri ile ifade etmek gerekir. Bu basit bir “kim muhatap olmak ister” oyunu değildir. Muhatap doğru seçilmezse yanlış hesap ölüm kılığında geri dönmeye devam eder. Kısacası barış yapmak gayesi içindeyseniz, ister “terörist” deyin ister “gerilla” nasıl tanımlıyor olursanız olun, onlarla görüşmekten kaçış yoktur. Bu gerçekliğin değişken olmaması BDP, aydınlar, kanaat önderleri v.b. gibilerinin barış atmosferinin oluşumuna koyacağı katkıyı yok saymayacağı gibi, barışın ardılı olacak olan sorunun demokratik çözümüne çok yönlü katkı koymaları gerektiğini de içerir.



Görüşmeler eşitler arasında olmalıdır

Tarafların masaya oturmadan önce taleplerini karşı tarafa tamamen kabul ettiremeyeceğini kabullenmesi gerekiyor. Bir başka deyişle maksimum değil optimum hedeflenmeli. Can alıcı nokta, herhangi bir tarafın masadan ‘ezik’ kalkmaması. Aksi takdirde, hem söz konusu taraf, süreci tabanına benimsetmekte zorlanır hem de şiddeti sürdürme yanlılarının eline koz verir. Devamında, görüşmelerin bir aşamasında Abdullah Öcalan’ın tutsaklığına son verilmelidir. Bu iki açıdan önemlidir. Bir, tutsak ile onu tutsak eden güç arasında özgür ve eşit bir müzakere söz konusu değildir. Tutsaklık şartları altında sürdürülecek müzakerelere Kürtlerin kuşkuyla bakmaları kaçınılmazdır. Zorlu bir süreçten geçileceği göz önüne alındığında, kuşkuya yer verecek tutumların barışın açmaza girmesine yol açabileceğini hesaba katmak gereklidir. Daha ön adımda, Paris’te gerçekleşen saldırı ve böyle saldırıların devam edebileceği ihtimali dikkate alınırsa, bu adımın bir zaruret olduğunu daha iyi anlaşılacaktır.

İki, kilit rolü devlet tarafından da kabul edilmiş bir kimliğin dışarıdan, barışa koyacağı katkı içerden dolaylı koyacağı katkı ile mukayese bile edilmeyecek kadar etkin ve sonuç alıcı olacaktır. Barış sürecini bu katkıdan mahrum bırakmak, savaş isteyen çevrelerin elini güçlendirecektir. Dolaysı ile barışın yol kazasına uğrama riskini artıracak bu durumu ortadan kaldırmak, barışa esaslı bir temel oluşturmak anlamına gelecektir.

Daha yolun başında AKP’nin “bizim hükümetimiz sürecinde ne Abdullah Öcalan çıkar nede genel af “ yollu açıklamaları hangi saikle olursa olsun süreci olumsuz etkilemektedir. Bu aynı zamanda AKP’nin daha sonra yapacağı manevrayı da bugünden sınırlamak anlamına gelmektedir. Barış sürecine kırmızıçizgilerle girmek anlamına gelen bu sınırlama süreci bir hndikap olarak belirginleşmektedir. “Ne yardan ne serden” politikasının daha önceki müzakerelerden süreci nasıl kadük ettiğini hepimiz yaşadık, tekrarında barışa katkı yoktur.



Süreç aşamalı gelişmelidir

Genel olarak müzakereler başladı diye bugünden yarına kendini lağvetmiş bir örgüt ya da silahlı örgütün taleplerini harfiyen yerine getirmiş bir devlet olmayacaktır. Taraflar taleplerini kademeli olarak ortaya koyacak, çözümleri de buna paralel olarak hayata geçireceklerdir. Bu süreç ne aceleye getirilmeli ne de çürümeye neden olabilecek “genişliğe” teslim edilmemelidir. Sürecin her aşamasının kendine has zorluklarının yanında, sabote edilme ihtimalini ufukta tutmak gerekir. Bütün bu zorlukları en aza indirmenin yollarından birisi sürecin kısmen şeffaf yürütülmesidir. Kısmen, zira dolaylı görüşmelerin kısmi gizliliği her iki taraf için de manevra yapma olanağı yaratacaktır. Örneğin, İngiltere ile IRA arasındaki görüşmeler kamuoyu ile iki yıl sonra paylaşıldı. Bu iki yıllık sürede, sorunun çözümünün nesnel koşulları olgunlaştırılmış, barış süreci geri dönüşü mümkün olmayan bir yöne kanalize edilmiş, akabinde kamuoyu ile paylaşılmıştır. Kürt sorunu gibi tarihsel arka planı derin ve çoklu aktöre sahip bir sorunun tek çırpıda çözülmeyeceğinin ayırdında olan, aşamalı bir yol haritasına ihtiyaç vardır. Bu yol haritasının isabetli çizilmesi, sorunun çözümünü için geri dönüşü olmayan bir kulvara girmesi açısından hayati önem taşıyacaktır.



Adımlar karşılıklı atılmalı

Yol haritasının her momentinde adımlar karşılıklı atılmalıdır. Ateşkes ilanı, eylemlerin sona erdirilmesi, silah bırakılması ve nihayet silahların gömülmesi. Atılan her adıma karşılık siyasi iktidarın da önceden mutabık kalınmış adımları atması gerekir. Reformların, anayasada teminatı altına alınması, siyasi tutukluların salıverilmesi, legal siyaset alanının genişletilmesi için seçim barajının kaldırılması veya indirilmesi gibi bir güzergahta ilerlemelidir. İngiltere’de “Demir Leydi” lakaplı Margaret Thatcher döneminde IRA ile başlayan görüşmelerin tıkanma nedeni “Demir Leydi’nin” IRA’ya hiçbir güvence vermeden silahları bırakma önkoşulu ileri sürmesiydi. Thatcher’in “teröristlerle masaya oturulmaz” tezinin amansız savunucusu olması, barış görüşmelerinin daha başlamadan bitmesine neden olmuştur. Buna karşın, John Major ile başlayan Tony Blair ile devam eden görüşmelerin barışla sonuçlanmasında en önemli etmen hiçbir önkoşul öne sürülmeden, karşılıklı adımların atılması üzerine inşa edilmiş yol haritasına sahip olmasıydı. Bu nedenledir ki başbakanlar değişmiş olsa da sürecin kendisi etkilenmeden sürmüştür. Bir başka ifade ile süreç, hükümet politikası olarak sınırlanmamış, devletin politikasına büründürülmüştür. Denebilinir ki, barış nasıl tek taraflı olmaz ise barışa giden yolda atılacak adımların da tek yönlü olması mümkün değildir. Taraflar aradaki mesafeyi karşılıklı adımlar atarak, kapatma yoluna girilmelidir.



Yol uzun ve sıkıntılı olacaktır

Barış süreci sorunun karmaşıklığı, çok aktörlü olması nedeni ile uzun ve engebeli bir yol alacağı bu günden görülmektedir. Dolayısıyla kısa sürede sonuç alma beklentisi ütopik bir düşünce olarak kalacaktır. Uzun ve zorlu bir yol olacağının altınının çizilmesindeki maksat, umutsuzluk tohumları ekmek değil, aksine iki tarafın da bütün zorluklara göğüs gerecek kararlılığa sahip olmaları gerektiğindendir. Bütün bu zorluklara, Ortadoğu ve Kürt sorunun uluslararası boyutu da katılınca zorluğun devasalaşacağı daha net görünür olacaktır. Londra ile IRA arasında gerçekleşen görüşmelere bakıldığında Ankara ile PKK arasındaki görüşmelerin seyri konusunda bazı ipuçları bulmak mümkündür.

Londra ile IRA arasında gizli ve dolaylı görüşmeler 1990’da başladı. Barışın çerçevesini çizen “Hayırlı Cuma Anlaşması” imzalandığında tarih 1998’di. IRA’nın silahlı mücadeleye son vermesi ise 2005’i buldu. 15 yıl içinde çözüm süreci defalarca uçurumun eşiğine geldi. IRA en kanlı eylemini “Hayırlı Cuma”dan hemen sonra gerçekleştirdi (Omagh, 29 ölü). Barış görüşmeleri ile birlikte şiddet hemen durmayabilir. Buna şimdiden hazırlıklı olunmalıdır. Temenni edilen görüşmelerle birlikte şiddetin son bulmasıdır. Ancak tersi durumunda barış kararlığından ödün verilmemelidir.



Sabotajlara hazırlıklı olmak lazım

Barış kavramından herkesin aynı şeyi anlamayacağı gibi, ona yüklenen işlev ve beklenti de türdeş olmayabilir. Dolayısı ile bir taraf “vatan elden gidiyor” diye, diğer taraf “devlet bizi tasfiye ediyor teslim aldı, bunun için mi bu kadar savaştık” diye barışa karşı tutum geliştirebilir. Örneğin, Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası geliştirmeye çalıştığı barış sürecine, çok etkili olmasa da PKK’den kopan devrimci kanat gibi, yenileri ve bundan etkinlerinin çıkabilineceğine de hazırlıklı olunmalıdır.

Her iki tarafta da, tüm odakların barış sürecini benimsemesini beklemek gerçekçi değildir. Sorun ne kadar ağır olursa olsun, çeşitli nedenlerle çözüme ayak direyenler mutlaka çıkıyor. İngiltere ve IRA örneğine baktığımızda aynı sorunlarla boğuştuklarını göreceğiz. Kuzey İrlanda’da Real IRA örneğinde görüldüğü gibi, örgütler bölünüp barış sürecini sabote edici nitelikte provokatif eylemeler düzenlenebiliyor. Sabotajları etkisiz kılacak tek güç ise çözüme dönük siyasi iradedir.



Başarı garanti değil

IRA ve ANC örnekleri, silahların gölgesinde de olsa müzakereyle çözüme varılabileceğini gösteriyor. Ancak başarısız müzakere süreçleri de var. ETA bir örnek. Hatta bir anlaşma imzalanması bile barışın garantisi değil. Filistin ya da Aceh (Endonezya) örneklerinde olduğu gibi. Geçen yıl Kolombiya’da FARC ile Filipinler’de Moro İslami Kurtuluş Cephesi’yle başlatılan barış sürecinin nasıl sonuçlanacağı ise meçhul. Ulusal sorunun çözüm biçim ve yolarında konusunda dünyada bir birinden farklı deneyler mevcuttur. İndirgemecilikten uzak bu deneylerden yaralanmaktan imtina etmemek gerekir.

Barışa giden yol ne kadar zor olursa olsun savaşın akıttığı kan ve gözyaşı karşısında, seve seve göğüslenecek bir zorluktur. Bütün mesele bunun bilincine varmış olmaktır. Barış her zaman mümkündür. Bu gün bütün Türkiye, bütün farklı etnik, cinsel ve inançları ile yüzünü barışa dönmelidir. Şimdi barış zamanıdır. Herkesin koyacağı bir katkı vardır. İnsana ait bütün yürekler katkı için çarpmalıdır

Hiç yorum yok: