3 Mayıs 2013 Cuma

Dostumuz Yoldaşımız Nail Satlıgan’ın 1 Mayıs Yazısı



Sevgili Nail’in 5 Mayıs günü yapılacak anma toplantısı duyurusu ve Sungur Savran’la birlikte kaleme aldığı 1 Mayıs yazısını yayınlıyoruz.

Nail ANMA 945490_10200395270498982_1502690237_n


Mayıs 1886: Şikago 
Bundan tam yüz yıl önce, 1886




Mayıs 1886: Şikago Samanpazarı
Nail Satlıgan Sungur Savran
Bundan tam yüz yıl önce, 1886 Mayıs’ının ilk günlerinde, Amerika Birleşik Devletleri birbiriyle bağlan­tılı ama çok farklı nitelikte iki olaya sahne oluyordu:
bunlardanbiri, 1 Mayıs 1886 günü başlayan büyük bir kitle seferberliği sonu­cunda sekiz saatlik işgününün yüz binlerce işçi için ilk defa geçerli hale gelmesiydi. Öteki ise, 4 Mayıs’ ta Şikago’nun Saman pazarı Mey­danı’nda (Haymarket Square) çı­kan bir olay üzerine, ABD devleti­nin, yasal bir görünüm altında mo­dern tarihinin korkunç siyasal ci­nayetlerinden birini işleyerek beş işçi önderini ölüme yollamasıydı. Bu cinayete rağmen, hatta ondan dolayı, Mayıs 1886 olayları dünya tarihine, işçi sınıfı mücadelesinin unutulmaz bir sayfası olarak geçe­cekti.
Mayıs 1886′yı anlayabilmek İçin, bu olayların gerisinde yatan toplumsal, iktisadi ve siyasal koşul­lara kısaca bakmak gerekiyor. 1865′de sona eren ve Kuzey’in sınaî ka­pitalizminin Güney’in köleciliğine karşı zaferini simgeleyen İç Savaş’ tan sonra, ABD kapitalizmi dev adımlarla gelişmekteydi. 1860′da sınaî üretim bakımından dünya dördüncüsü iken 1894′de birinciliğe yükseliyordu ülke. Bu dönem aynı zamanda küçük ölçekli firmaların yerini dev şirketlerin aldığı dönem­di. Kapitalizmin gelişmesine para­lel olarak işçi sınıfı da büyüyordu: 1880′de 3 milyonun altında olan sa­nayi işçisi sayısı, sadece on yıl son­ra, 1890′da 6 milyona yaklaşıyor­du.
Bu baş döndürücü gelişmenin temelinde, gerek Amerikalı işçile­rin, gerekse dünyanın dört bir yanından kopup gelen milyonlarca göçmenin yoğun biçimde sömürül­mesi yatıyordu. Resmi yayınlara göre ücretler bir ailenin geçinmesi için gerekli düzeyin çok altınday­dı. Bunun sonucu, küçük çocukla­rın bile ağır koşullarda çalışmak zorunda kalmasıydı: 1880 yılında 1,1 milyon çocuk ücretli işçi olarak çalışmaktaydı; bu, ABD’deki bütün çocukların altıda birinin çalışmak­ta olduğu anlamına geliyordu. iş­çilerin çalışma koşulları (havalan­dırma, ışık, sağlık önlemleri, iş gü­venliği vb.) içler acısıydı. İşgünü bazı işkollarında mücadeleler so­nucunda on saate indirilmişti ama birçok işkolunda da 12-15 saat arasında değişiyordu. İşçiler pazar ve tatil günleri de çalışmak zorun­daydı. Konut sorunu son derece cid­diydi: binlerce işçi ailesi, kanalizas­yon, su, ışık, havalandırma vb. alt­yapı koşullarının gelişmemiş oldu­ğu izbe binalarda üst üste yıkılmış halde yaşıyordu.
İşçilerin bu koşullara karşı ör­gütlenme ve mücadele etme çaba­ları, sermayedarların ve devlet güç­lerinin işbirliğiyle sürekli olarak engelleniyordu. Sendikaların yasal­laşması, işgününün kısaltılması, 14 yaşından küçüklerin çalıştırılması­nın yasaklanması türünden talep­ler mümkün olan her yöntemlepüskürtülüyordu. Grevler polis, hatta asker gücüyle dağıtılıyor, iş­çiler birçok olayda polis tarafından kitlesel olarak katlediliyor, sendi­kalara kaydolan işçiler için karalisteler hazırlanıyor, yasama organ­larından nadiren geçen bazı olum­lu Metin Kutusu: 245yasalar ise, ya uygulanmıyor, ya da çeşitli ikiyüzlü gerekçelerle mahkemeler tarafından iptal edili­yordu.
İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları 1873-1878 arasında yaşa­nan Büyük Depresyon sırasında da­ha da kötüleşmişti. Bu dönemde milyonlarca kişi yıllar boyu işsiz kalmış, işini yitirmeyenlerin ise gerçek ücretleri ortalama %25 ora­nında düşmüştü. İşte on dokuzuncu yüzyılın 80′li yıllarına bu koşullar­da giriyordu ABD işçi sınıfı.
Bu yıllar, ABD işçi sınıfı hare­ketinin dev adımlarla geliştiği bir dönem olacaktı. İki ana işçi örgü­tünden birinin üye sayısındaki baş döndürücü gelişme bunun en iyigöstergesiydi: Knights of Labor (Emeğin Şövalyeleri) adıyla bili­nen bu örgütün üye sayısı 1878′de on bin dolayındayken, 1885′e varıldığında 110 bini buluyordu. 1986nın kendisi ise çok özel bir yıldı: örgütün üye sayısı birdenbire 700 bine fırlıyordu. 1 Mayıs 1886 mü­cadelesinin yaygınlığı ve gücü an­cak bu genel yükselişin bir ürünü olarak kavranabilir.
«Sekiz Saat Çalışma, Sekiz Saat Dinlenme, Sekiz Saat Canımız Ne isterse!»
Amerikan işçi hareketi 1884′ den 1886′nın Mayıs ayına dek bü­tün toplantılarında, bütün yürü­yüşlerinde bu sloganı seslendire­cekti hep bir ağızdan. Her şey 1884yılında, ABD işçi sınırının Emeğin Şövalyeleri dışındaki ikinci (ve da­ha küçük) örgütü American Fede­ration of Labor (Amerikan işçi Fe­derasyonu) ulusal kongresinde 1Mayıs 1886′dan itibaren işçilerin ar­tık sekiz saatten fazla çalışmayı kabul etmeyeceği yolunda bir ka­rar alındığında başlamıştı. Aradan geçen bir buçuk yıl boyunca, yöne­timin muhalefetine rağmen, Şöval­yelerin tabanı da artan biçimde 1Mayıs mücadelesinin etrafında top­lanıyordu. Sonuç büyük bir başarı olacaktı: 1 Mayıs 1886 günü ülke çapında 350 bin işçi greve gidiyor, buna ek olarak on binlerce işçi de, greve gitmelerine gerek kalmadan sekiz saat hakkını kazanıyordu. Greve çıkanlardan 200 bini de ı Mayıs” izleyen günlerde bu hakkı elde edecekti. Sermaye büyük bir yenilgiye uğramıştı. Mutlaka bir şeyler yapılması gerekiyordu. Bu ‘’bir şeyler’’ Şikago’nun payına dü­şecekti.
Sekiz saat seferberliği ABD’nin en büyük sanayi kentlerinden biri olan Şikago’da özel olarak canlı olacaktı. Şikago’nun özellikle mü­cadeleci bir geleneği vardı: nerdey­se ABD işçi hareketinin öncüsü ko­numunu kazanmıştı. İşçi hareketi­nin bu canhlığına karşılık, Şikago polisi de işçi hareketlerine karşı amansız tavrı ile ün salmıştı. Örneğin 1877′de bütün ülkeyi saran demiryolları grevi sırasında, 26 Temmuz 1877′de Şikago polisi grev­cilere ateş açarak on iki kişiyi öldürmüştü. Polislerin büyük bölü­münün resmi maaşları dışında şi­kago’nun sermayedarlarından para aldığı da yaygın olarak biliniyordu. Sermayedarlar ayrıca özel milisler besliyor, grev kırmada uzmanlaş­mış özel dedektifler (o zamanki adıyla «Pinkerton’lar») kiralıyorlardı.
1 Mayıs öncesindeki pazar gü­nü yapılan mitinge 25 bin kişi katılıyordu Şikago’da. 1Mayıs’ın ken­disi ise bu kentte genel grev bo­yutlarına erişecek, 80 bin işçi greve çıkacaktı. (Bu 80 binin dışında 45 bin işçi ise sekiz saati grevsiz elde edecekti.) Ama 1 Mayıs’ı izleyen günler bu başarıya büyük bir dar­be vuracaktı. 3 Mayıs günü, daha önce lo­kavta gitmiş olan McCormick Har­vester şirketinin işçileri, üç yüz grev kırıcının polis koruması altında ça­lıştırılmasına karşı bir protesto gös­terisi düzenlemişlerdi. Polis, hiçbir uyarıda bulunmadan silahsız işçi­lere ateş açacak ve en azından dört (kimi kaynaklara göre altı) işçiyi öldürecekti.
Ama asıl trajedi 4 Mayıs günü Saman pazarı Meydanı’nda yaşanı­yordu. Polisin bir gün önceki vah­şetini protesto için düzenlenen mi­tinge üç bin kişi katılıyordu. Mi­tingde o tarihte Şikago işçi hareke­tinde etkili bir akım olan anarşist­lerin önderlerinden Albert Parsons, August Spies ve Samuel Fielden ko­nuşacaktı. Parsons ve Spies konuş­maların’ bitirdikten sonra meydan­dan ayrılıyorlardı. Fielden’in ko­nuşması sırasında (yağmur dolayı­sıyla) meydanda sadece birkaç yüz kişi kalmıştı. Gözlemci olarak şah­sen miting meydanında bulunan Belediye Başkanı da kalabalığın sa­kin bir şekilde dağılmakta olduğu­nu görünce meydandan ayrılıyor, yakındaki polis karakoluna giderek toplantının olaysız sona erdiğini bildiriyor, özel olarak hazır tutul­makta olan polis birliğinin dağıtıl­masını emrediyordu. (Anglo-Sakson geleneğinde polis belediyeye bağlı olarak çalışır.)
Ne var ki, Belediye Başkanı ka­rakoldan ayrılır ayrılmaz, «copçu» lakabıyla tanınan Komiser Bonfield yönetimindeki bir polis birliği Saman pazarı Meydanı’na çıkartmayapacak ve toplantının dağılmasını emredecekti. O sırada konuşmasını bitirmekte olan Fielden izinli ve olaysız bir toplantının dağıtılamayacağını söyleyerek itiraz ederken, kalabalığın içinden polisin üzerine bir bomba atılıyor, bir polis memu­ru derhal ölüyor, beşi ise sonradan yaşamlarını yitirecek kadar ağır yaralanıyordu. Polis bunun üzerine kalabalığa ateş açarak yaklaşık on göstericiyi öldürecekti.
Bu trajik olayı Amerikan adli tarihinin yüz kızartıcı davalarından biri izleyecekti. Bombayı atan kişiyi bulamayan Şikago polisi, dü­zenlediği insan avı sonucunda tu­tukladığı yüzlerce işçi arasından günah keçisi olarak toplantıda ko­nuşanlara beş kişi ilâve ile sekiz anarşisti seçiyordu. Bu kişiler 4 Mayıs günü Saman pazarında ölenpolis memurunu katletme suçundan yargılanacak ve her yönüyle usul­süz olan bir davanın sonunda, orta­da hiçbir suç kanıtı yokken, yedisi idama, biri ise on beş yıla mahkûm edilecekti.* Bomba atıldığında sa­nıklardan yedisinin meydanda ol­madığıherkes tarafından biliniyor­du. Orada bulunan tek sanık Fiel­den ise konuşma yapıyordu, dolayı­sıyla bombayı atmış olamazdı. Ko­nuşmacıların kitleyi şiddete teşvikettiğine ilişkin hiçbir kanıt olmadı­ğı gibi Belediye Başkanı dâhil bir­çok tanık aksini belirtiyordu. Kısa­cası, bu sekiz kişi sadece işçi hare­ketinin önderleri oldukları için suç­lu bulunuyordu.
İdam kararı verildikten sonra gerek ABD içinden, gerekse başka ülkelerden milyonlarca insanın ka­tıldığı bir dayanışma kampanyası başlayacaktı. İtalya, Fransa, İspan­ya, Rusya, Hollanda ve İngiltere’de bu amaçla işçi gösterileri düzenle­niyordu. Fransız Millet Meclisi bile Eyalet Valisi’ne af için başvuru­yordu.
Ama ABD hâkim sınıfları ve devleti bütün işçi hareketine bir gözdağı vermek için bu işçi önderlerini idam etmeye kararlıydı. şi­kago’nun önemli gazetesi Mail da­ha 1 Mayıs günü, yani olaydan üç gün önce, Parsons ve Spies’in adını vererek şu satırları yayımlamıştı: «Bugün gözleriniz onların üzerinde olsun. Gözden kaçırmayın onları. Eğer herhangi bir olay çıkarsa, on­ları kişisel olarak sorumlu tutun. Eğer bir olay çıkarsa, onları bir ör­nek haline getirin.» Öte yandan, dava devam ederken, Şikagolu birişadamının özel bir konuşmada şunları söylediği daha sonra tanık­lar tarafından bildirilecekti: «Hayır, bu insanların herhangi bir cürüm­den suçlu olduklarını düşünmüyo­rum. Ama asılmalılar. Hayır, anar­şistlerden korktuğundan değil; yok, yok o fikirler birkaç iyiliksever ka­çığın bir ütopyası sadece.. Ama bence işçi hareketi ezilmelidir! Eğer bu adamlar asılırsa, Emeğin Şöval­yeleri bir daha huzursuzluk yarat­maya hiç cesaret edemeyecektir.»
Böylece, idama mahkûm edilen yedi kişiden sadece ikisinin cezası Eyalet Valisi tarafından yaşam boyu hapse çevrilecek, biri intihar edecek, geri kalan dördü ise 1887 Kasım’ında idam edilecekti.
Bombayı kimin attığı hiçbir za­man kesin olarak anlaşılamayacak­tı. Ancak, Şikago polisinin ortalığı karıştırmak amacıyla sahte «anar­şist» örgütler imal etme türündentaktiklere başvurduğu yolunda po­lisin içinden tanıklıklar vardı. Bu tip yöntemlerle çalışan bir polisin bir ajan provokatör kullanmış ol­maması için hiçbir neden yoktu. Ni­tekim daha sonra bütün kuşkular Rudolph Schnaubelt adlı, anarşist rolünde bir ajan üzerinde toplana­caktı. Bu kişi olaydan sonra polis tarafından kuşku üzerine iki kez tutuklanmış ama her ikisinde de «nedense» serbest bırakılmış ve so­nunda Meksika’ya kaçmıştı. Olay­dan yedi yıl sonra, davanın, her türlü hukuk kuralın’ çiğnemiş olan yargıcı Gary, bombayı atanın muh­temelen Schnaubelt olduğunu ka­bul edecek ama şunu da ekleyecek­ti: <>
Ama aynı yıl içinde (1893) Il­linois Eyaleti’nin yeni valisi Alt­geld, dosya üzerinde altı ay çalış­tıktan sonra, «sanıkların hiçbir su­çunun sabit olmadığını» açıkladığı bir af kararıyla hayatta bulunan üç sanığı salıverecekti. Bu kararla birlikte, yaşamını yitirmiş olan beş işçi önderinin hukuk dışı yöntemler­le öldürülmüş olduğu da resmen saptanmış oluyordu. Böylece, Saman pazarı olayı, devletin birer or­ganı olarak polisin ve yargının sı­nıf doğasını, her zaman görüleme­yecek bir çıplaklıkla ortaya koyan bir örnek olarak tarihteki yerini alıyordu.
Saman pazarı olayının derinde yatan anlamı, 1880′li yıllar boyunca yükselen, 1886′da ise doruğuna ula­şan işçi seferberliğinin durdurul­masına ve işçi örgütlerinin zayıf­latılmasına yönelik sinsi bir taktik oluşuydu. Nitekim bu olayın yarat­tığı bozgun havası içinde, 1 Mayıs’ ta sekiz saat hakkını kazanan iş­çilerin büyük çoğunluğu bu hakkıkısa süre içinde yitirecekti. Şikago davası sırasında yönetimi sanıkla­ra karşı en ufak bir dayanışma göstermeyen Emeğin Şövalyeleri örgütü ise bir süre sonra dağıla­caktı. Ama olayın uzun dönemli et­kileri çok farklı olacaktır. Emekten yana insanlar Saman pazarı kur­banlarının isimlerini hiçbir zaman unutmamıştır: Albert Parsons, Au­gust Spies, George Engel, Adolph Fischer ve Louis Lingg. Vali Alt-gelcrin affından sonra Şikago’da bu insanların anısına bir anıt dikil­mişti: Ama esas anıt yaşayan bir gelenektir: her yıl, bir bahar günü, sadece ABD’de değil dünyanın dört bir yanında sayısız insan onlara saygı borcunu birlik içinde ödüyor yüz yıldır.
*Davanın seyrinin ve kararın tümüyle hukuka aykırı olduğu konusunda Amerikan işçihareketinin tarihçileri arasında görüş birliği vardır. Bu alanda en ciddi çalışmayı yapmış olan tarihçi Philip S. Foner, bunu ayrıntılı biçimde ve bir hukukçu titizliğiyle kanıtlamaktadır. (Bk. P. S. Foner, History of the Labor Movement in the UnitedStates, cilt 2, International Publishers, New York, 1975, s. 108-114). Bir başka güvenilir kaynak da, Foner ile aynı doğrultuda ayrıntılı bilgi vermektedir: R. O.Boyer/H. M. Morais, Labor’s Untold Story, 2. basım, New York, 1965, s. 91-104.Foner ve Boyer/Morais, soruna işçi sınıfı perspektifinden bakan kaynaklardır, amaAmerikan ölçüleriyle liberal tarihçiler de, işçi hareketine karşı olan ve bu tavrını açık, açık dile getiren sağ eğilimli yazarlar da bu iki kaynağın bu konudaki yargı­sına kesin ifadelerle katılmaktadırlar. Birkaç örnek, [sanıkları] bombalama eyle­mine bağlayan herhangi bir kanıt yoktu. Doğrudan doğruya, devrimci görüşleri yüzünden mahkûm edilmişlerdi… F. R. Dulles, Labor in America. A History, Tho­mas Y. Crowell, New York, 1966, s. 124. 1886 Haziran’ında başlayan dava bir ko­mediydi… Sanıkların herhangi birinin bombayı attığı veya yerleştirdiği yolunda hiçbir kanıt gösterilmemişti… Konuşmacıların kitleyi şiddete teşvik ettiği yolun­da hiçbir kanıt gösterilmemişti. Şiddete başvurmanın düşünülmüş olduğuna ilişkin hiçbir kanıt gösterilmemişti – zaten Parsons mitinge karısını ve çocuğunu da ge­tirmişti.» J. G. Rayback, A Flistory of Amerkan Labor, Macmillan, New York, 1966, s. 167-68. «Sekiz sanık bir isteri atmosferinde yargılandı. Bu insanları bomba ola­yına bağlayan en ufak bir kanıt olmadığı halde, yedisi idama mahkûm edildi…» T. R. Brooks, Toil and Trouble. A History of Anıerican Labor, 2, basım, Delacorte Press, New York, 1971, s. 70. «Bu insanları Haymarket bomba olayına bağlayacak en ufak bir kanıt yoktu.» N. J. Ware, The Labor 3Iovement iıa the United States, Peter Smith, Gloucester, Masa., 1959, s, 315.
Nail Satlıgan Sungur Savran

Hiç yorum yok: