Sevgili Nail’in 5 Mayıs günü yapılacak anma toplantısı duyurusu ve Sungur Savran’la birlikte kaleme aldığı 1 Mayıs yazısını yayınlıyoruz.
Mayıs 1886: Şikago Samanpazarı
Nail Satlıgan Sungur Savran
Bundan tam yüz yıl önce, 1886 Mayıs’ının ilk günlerinde, Amerika Birleşik Devletleri birbiriyle bağlantılı ama çok farklı nitelikte iki olaya sahne oluyordu:
bunlardanbiri, 1 Mayıs 1886 günü başlayan büyük bir kitle seferberliği sonucunda sekiz saatlik işgününün yüz binlerce işçi için ilk defa geçerli hale gelmesiydi. Öteki ise, 4 Mayıs’ ta Şikago’nun Saman pazarı Meydanı’nda (Haymarket Square) çıkan bir olay üzerine, ABD devletinin, yasal bir görünüm altında modern tarihinin korkunç siyasal cinayetlerinden birini işleyerek beş işçi önderini ölüme yollamasıydı. Bu cinayete rağmen, hatta ondan dolayı, Mayıs 1886 olayları dünya tarihine, işçi sınıfı mücadelesinin unutulmaz bir sayfası olarak geçecekti.
Mayıs 1886′yı anlayabilmek İçin, bu olayların gerisinde yatan toplumsal, iktisadi ve siyasal koşullara kısaca bakmak gerekiyor. 1865′de sona eren ve Kuzey’in sınaî kapitalizminin Güney’in köleciliğine karşı zaferini simgeleyen İç Savaş’ tan sonra, ABD kapitalizmi dev adımlarla gelişmekteydi. 1860′da sınaî üretim bakımından dünya dördüncüsü iken 1894′de birinciliğe yükseliyordu ülke. Bu dönem aynı zamanda küçük ölçekli firmaların yerini dev şirketlerin aldığı dönemdi. Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak işçi sınıfı da büyüyordu: 1880′de 3 milyonun altında olan sanayi işçisi sayısı, sadece on yıl sonra, 1890′da 6 milyona yaklaşıyordu.
Bu baş döndürücü gelişmenin temelinde, gerek Amerikalı işçilerin, gerekse dünyanın dört bir yanından kopup gelen milyonlarca göçmenin yoğun biçimde sömürülmesi yatıyordu. Resmi yayınlara göre ücretler bir ailenin geçinmesi için gerekli düzeyin çok altındaydı. Bunun sonucu, küçük çocukların bile ağır koşullarda çalışmak zorunda kalmasıydı: 1880 yılında 1,1 milyon çocuk ücretli işçi olarak çalışmaktaydı; bu, ABD’deki bütün çocukların altıda birinin çalışmakta olduğu anlamına geliyordu. işçilerin çalışma koşulları (havalandırma, ışık, sağlık önlemleri, iş güvenliği vb.) içler acısıydı. İşgünü bazı işkollarında mücadeleler sonucunda on saate indirilmişti ama birçok işkolunda da 12-15 saat arasında değişiyordu. İşçiler pazar ve tatil günleri de çalışmak zorundaydı. Konut sorunu son derece ciddiydi: binlerce işçi ailesi, kanalizasyon, su, ışık, havalandırma vb. altyapı koşullarının gelişmemiş olduğu izbe binalarda üst üste yıkılmış halde yaşıyordu.
İşçilerin bu koşullara karşı örgütlenme ve mücadele etme çabaları, sermayedarların ve devlet güçlerinin işbirliğiyle sürekli olarak engelleniyordu. Sendikaların yasallaşması, işgününün kısaltılması, 14 yaşından küçüklerin çalıştırılmasının yasaklanması türünden talepler mümkün olan her yöntemlepüskürtülüyordu. Grevler polis, hatta asker gücüyle dağıtılıyor, işçiler birçok olayda polis tarafından kitlesel olarak katlediliyor, sendikalara kaydolan işçiler için karalisteler hazırlanıyor, yasama organlarından nadiren geçen bazı olumlu yasalar ise, ya uygulanmıyor, ya da çeşitli ikiyüzlü gerekçelerle mahkemeler tarafından iptal ediliyordu.
İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları 1873-1878 arasında yaşanan Büyük Depresyon sırasında daha da kötüleşmişti. Bu dönemde milyonlarca kişi yıllar boyu işsiz kalmış, işini yitirmeyenlerin ise gerçek ücretleri ortalama %25 oranında düşmüştü. İşte on dokuzuncu yüzyılın 80′li yıllarına bu koşullarda giriyordu ABD işçi sınıfı.
Bu yıllar, ABD işçi sınıfı hareketinin dev adımlarla geliştiği bir dönem olacaktı. İki ana işçi örgütünden birinin üye sayısındaki baş döndürücü gelişme bunun en iyigöstergesiydi: Knights of Labor (Emeğin Şövalyeleri) adıyla bilinen bu örgütün üye sayısı 1878′de on bin dolayındayken, 1885′e varıldığında 110 bini buluyordu. 1986nın kendisi ise çok özel bir yıldı: örgütün üye sayısı birdenbire 700 bine fırlıyordu. 1 Mayıs 1886 mücadelesinin yaygınlığı ve gücü ancak bu genel yükselişin bir ürünü olarak kavranabilir.
«Sekiz Saat Çalışma, Sekiz Saat Dinlenme, Sekiz Saat Canımız Ne isterse!»
Amerikan işçi hareketi 1884′ den 1886′nın Mayıs ayına dek bütün toplantılarında, bütün yürüyüşlerinde bu sloganı seslendirecekti hep bir ağızdan. Her şey 1884yılında, ABD işçi sınırının Emeğin Şövalyeleri dışındaki ikinci (ve daha küçük) örgütü American Federation of Labor (Amerikan işçi Federasyonu) ulusal kongresinde 1Mayıs 1886′dan itibaren işçilerin artık sekiz saatten fazla çalışmayı kabul etmeyeceği yolunda bir karar alındığında başlamıştı. Aradan geçen bir buçuk yıl boyunca, yönetimin muhalefetine rağmen, Şövalyelerin tabanı da artan biçimde 1Mayıs mücadelesinin etrafında toplanıyordu. Sonuç büyük bir başarı olacaktı: 1 Mayıs 1886 günü ülke çapında 350 bin işçi greve gidiyor, buna ek olarak on binlerce işçi de, greve gitmelerine gerek kalmadan sekiz saat hakkını kazanıyordu. Greve çıkanlardan 200 bini de ı Mayıs” izleyen günlerde bu hakkı elde edecekti. Sermaye büyük bir yenilgiye uğramıştı. Mutlaka bir şeyler yapılması gerekiyordu. Bu ‘’bir şeyler’’ Şikago’nun payına düşecekti.
Sekiz saat seferberliği ABD’nin en büyük sanayi kentlerinden biri olan Şikago’da özel olarak canlı olacaktı. Şikago’nun özellikle mücadeleci bir geleneği vardı: nerdeyse ABD işçi hareketinin öncüsü konumunu kazanmıştı. İşçi hareketinin bu canhlığına karşılık, Şikago polisi de işçi hareketlerine karşı amansız tavrı ile ün salmıştı. Örneğin 1877′de bütün ülkeyi saran demiryolları grevi sırasında, 26 Temmuz 1877′de Şikago polisi grevcilere ateş açarak on iki kişiyi öldürmüştü. Polislerin büyük bölümünün resmi maaşları dışında şikago’nun sermayedarlarından para aldığı da yaygın olarak biliniyordu. Sermayedarlar ayrıca özel milisler besliyor, grev kırmada uzmanlaşmış özel dedektifler (o zamanki adıyla «Pinkerton’lar») kiralıyorlardı.
1 Mayıs öncesindeki pazar günü yapılan mitinge 25 bin kişi katılıyordu Şikago’da. 1Mayıs’ın kendisi ise bu kentte genel grev boyutlarına erişecek, 80 bin işçi greve çıkacaktı. (Bu 80 binin dışında 45 bin işçi ise sekiz saati grevsiz elde edecekti.) Ama 1 Mayıs’ı izleyen günler bu başarıya büyük bir darbe vuracaktı. 3 Mayıs günü, daha önce lokavta gitmiş olan McCormick Harvester şirketinin işçileri, üç yüz grev kırıcının polis koruması altında çalıştırılmasına karşı bir protesto gösterisi düzenlemişlerdi. Polis, hiçbir uyarıda bulunmadan silahsız işçilere ateş açacak ve en azından dört (kimi kaynaklara göre altı) işçiyi öldürecekti.
Ama asıl trajedi 4 Mayıs günü Saman pazarı Meydanı’nda yaşanıyordu. Polisin bir gün önceki vahşetini protesto için düzenlenen mitinge üç bin kişi katılıyordu. Mitingde o tarihte Şikago işçi hareketinde etkili bir akım olan anarşistlerin önderlerinden Albert Parsons, August Spies ve Samuel Fielden konuşacaktı. Parsons ve Spies konuşmaların’ bitirdikten sonra meydandan ayrılıyorlardı. Fielden’in konuşması sırasında (yağmur dolayısıyla) meydanda sadece birkaç yüz kişi kalmıştı. Gözlemci olarak şahsen miting meydanında bulunan Belediye Başkanı da kalabalığın sakin bir şekilde dağılmakta olduğunu görünce meydandan ayrılıyor, yakındaki polis karakoluna giderek toplantının olaysız sona erdiğini bildiriyor, özel olarak hazır tutulmakta olan polis birliğinin dağıtılmasını emrediyordu. (Anglo-Sakson geleneğinde polis belediyeye bağlı olarak çalışır.)
Ne var ki, Belediye Başkanı karakoldan ayrılır ayrılmaz, «copçu» lakabıyla tanınan Komiser Bonfield yönetimindeki bir polis birliği Saman pazarı Meydanı’na çıkartmayapacak ve toplantının dağılmasını emredecekti. O sırada konuşmasını bitirmekte olan Fielden izinli ve olaysız bir toplantının dağıtılamayacağını söyleyerek itiraz ederken, kalabalığın içinden polisin üzerine bir bomba atılıyor, bir polis memuru derhal ölüyor, beşi ise sonradan yaşamlarını yitirecek kadar ağır yaralanıyordu. Polis bunun üzerine kalabalığa ateş açarak yaklaşık on göstericiyi öldürecekti.
Bu trajik olayı Amerikan adli tarihinin yüz kızartıcı davalarından biri izleyecekti. Bombayı atan kişiyi bulamayan Şikago polisi, düzenlediği insan avı sonucunda tutukladığı yüzlerce işçi arasından günah keçisi olarak toplantıda konuşanlara beş kişi ilâve ile sekiz anarşisti seçiyordu. Bu kişiler 4 Mayıs günü Saman pazarında ölenpolis memurunu katletme suçundan yargılanacak ve her yönüyle usulsüz olan bir davanın sonunda, ortada hiçbir suç kanıtı yokken, yedisi idama, biri ise on beş yıla mahkûm edilecekti.* Bomba atıldığında sanıklardan yedisinin meydanda olmadığıherkes tarafından biliniyordu. Orada bulunan tek sanık Fielden ise konuşma yapıyordu, dolayısıyla bombayı atmış olamazdı. Konuşmacıların kitleyi şiddete teşvikettiğine ilişkin hiçbir kanıt olmadığı gibi Belediye Başkanı dâhil birçok tanık aksini belirtiyordu. Kısacası, bu sekiz kişi sadece işçi hareketinin önderleri oldukları için suçlu bulunuyordu.
İdam kararı verildikten sonra gerek ABD içinden, gerekse başka ülkelerden milyonlarca insanın katıldığı bir dayanışma kampanyası başlayacaktı. İtalya, Fransa, İspanya, Rusya, Hollanda ve İngiltere’de bu amaçla işçi gösterileri düzenleniyordu. Fransız Millet Meclisi bile Eyalet Valisi’ne af için başvuruyordu.
Ama ABD hâkim sınıfları ve devleti bütün işçi hareketine bir gözdağı vermek için bu işçi önderlerini idam etmeye kararlıydı. şikago’nun önemli gazetesi Mail daha 1 Mayıs günü, yani olaydan üç gün önce, Parsons ve Spies’in adını vererek şu satırları yayımlamıştı: «Bugün gözleriniz onların üzerinde olsun. Gözden kaçırmayın onları. Eğer herhangi bir olay çıkarsa, onları kişisel olarak sorumlu tutun. Eğer bir olay çıkarsa, onları bir örnek haline getirin.» Öte yandan, dava devam ederken, Şikagolu birişadamının özel bir konuşmada şunları söylediği daha sonra tanıklar tarafından bildirilecekti: «Hayır, bu insanların herhangi bir cürümden suçlu olduklarını düşünmüyorum. Ama asılmalılar. Hayır, anarşistlerden korktuğundan değil; yok, yok o fikirler birkaç iyiliksever kaçığın bir ütopyası sadece.. Ama bence işçi hareketi ezilmelidir! Eğer bu adamlar asılırsa, Emeğin Şövalyeleri bir daha huzursuzluk yaratmaya hiç cesaret edemeyecektir.»
Böylece, idama mahkûm edilen yedi kişiden sadece ikisinin cezası Eyalet Valisi tarafından yaşam boyu hapse çevrilecek, biri intihar edecek, geri kalan dördü ise 1887 Kasım’ında idam edilecekti.
Bombayı kimin attığı hiçbir zaman kesin olarak anlaşılamayacaktı. Ancak, Şikago polisinin ortalığı karıştırmak amacıyla sahte «anarşist» örgütler imal etme türündentaktiklere başvurduğu yolunda polisin içinden tanıklıklar vardı. Bu tip yöntemlerle çalışan bir polisin bir ajan provokatör kullanmış olmaması için hiçbir neden yoktu. Nitekim daha sonra bütün kuşkular Rudolph Schnaubelt adlı, anarşist rolünde bir ajan üzerinde toplanacaktı. Bu kişi olaydan sonra polis tarafından kuşku üzerine iki kez tutuklanmış ama her ikisinde de «nedense» serbest bırakılmış ve sonunda Meksika’ya kaçmıştı. Olaydan yedi yıl sonra, davanın, her türlü hukuk kuralın’ çiğnemiş olan yargıcı Gary, bombayı atanın muhtemelen Schnaubelt olduğunu kabul edecek ama şunu da ekleyecekti: <>
Ama aynı yıl içinde (1893) Illinois Eyaleti’nin yeni valisi Altgeld, dosya üzerinde altı ay çalıştıktan sonra, «sanıkların hiçbir suçunun sabit olmadığını» açıkladığı bir af kararıyla hayatta bulunan üç sanığı salıverecekti. Bu kararla birlikte, yaşamını yitirmiş olan beş işçi önderinin hukuk dışı yöntemlerle öldürülmüş olduğu da resmen saptanmış oluyordu. Böylece, Saman pazarı olayı, devletin birer organı olarak polisin ve yargının sınıf doğasını, her zaman görülemeyecek bir çıplaklıkla ortaya koyan bir örnek olarak tarihteki yerini alıyordu.
Saman pazarı olayının derinde yatan anlamı, 1880′li yıllar boyunca yükselen, 1886′da ise doruğuna ulaşan işçi seferberliğinin durdurulmasına ve işçi örgütlerinin zayıflatılmasına yönelik sinsi bir taktik oluşuydu. Nitekim bu olayın yarattığı bozgun havası içinde, 1 Mayıs’ ta sekiz saat hakkını kazanan işçilerin büyük çoğunluğu bu hakkıkısa süre içinde yitirecekti. Şikago davası sırasında yönetimi sanıklara karşı en ufak bir dayanışma göstermeyen Emeğin Şövalyeleri örgütü ise bir süre sonra dağılacaktı. Ama olayın uzun dönemli etkileri çok farklı olacaktır. Emekten yana insanlar Saman pazarı kurbanlarının isimlerini hiçbir zaman unutmamıştır: Albert Parsons, August Spies, George Engel, Adolph Fischer ve Louis Lingg. Vali Alt-gelcrin affından sonra Şikago’da bu insanların anısına bir anıt dikilmişti: Ama esas anıt yaşayan bir gelenektir: her yıl, bir bahar günü, sadece ABD’de değil dünyanın dört bir yanında sayısız insan onlara saygı borcunu birlik içinde ödüyor yüz yıldır.
Mayıs 1886: Şikago
Bundan tam yüz yıl önce, 1886
Mayıs 1886: Şikago Samanpazarı
Nail Satlıgan Sungur Savran
Bundan tam yüz yıl önce, 1886 Mayıs’ının ilk günlerinde, Amerika Birleşik Devletleri birbiriyle bağlantılı ama çok farklı nitelikte iki olaya sahne oluyordu:
bunlardanbiri, 1 Mayıs 1886 günü başlayan büyük bir kitle seferberliği sonucunda sekiz saatlik işgününün yüz binlerce işçi için ilk defa geçerli hale gelmesiydi. Öteki ise, 4 Mayıs’ ta Şikago’nun Saman pazarı Meydanı’nda (Haymarket Square) çıkan bir olay üzerine, ABD devletinin, yasal bir görünüm altında modern tarihinin korkunç siyasal cinayetlerinden birini işleyerek beş işçi önderini ölüme yollamasıydı. Bu cinayete rağmen, hatta ondan dolayı, Mayıs 1886 olayları dünya tarihine, işçi sınıfı mücadelesinin unutulmaz bir sayfası olarak geçecekti.
Mayıs 1886′yı anlayabilmek İçin, bu olayların gerisinde yatan toplumsal, iktisadi ve siyasal koşullara kısaca bakmak gerekiyor. 1865′de sona eren ve Kuzey’in sınaî kapitalizminin Güney’in köleciliğine karşı zaferini simgeleyen İç Savaş’ tan sonra, ABD kapitalizmi dev adımlarla gelişmekteydi. 1860′da sınaî üretim bakımından dünya dördüncüsü iken 1894′de birinciliğe yükseliyordu ülke. Bu dönem aynı zamanda küçük ölçekli firmaların yerini dev şirketlerin aldığı dönemdi. Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak işçi sınıfı da büyüyordu: 1880′de 3 milyonun altında olan sanayi işçisi sayısı, sadece on yıl sonra, 1890′da 6 milyona yaklaşıyordu.
Bu baş döndürücü gelişmenin temelinde, gerek Amerikalı işçilerin, gerekse dünyanın dört bir yanından kopup gelen milyonlarca göçmenin yoğun biçimde sömürülmesi yatıyordu. Resmi yayınlara göre ücretler bir ailenin geçinmesi için gerekli düzeyin çok altındaydı. Bunun sonucu, küçük çocukların bile ağır koşullarda çalışmak zorunda kalmasıydı: 1880 yılında 1,1 milyon çocuk ücretli işçi olarak çalışmaktaydı; bu, ABD’deki bütün çocukların altıda birinin çalışmakta olduğu anlamına geliyordu. işçilerin çalışma koşulları (havalandırma, ışık, sağlık önlemleri, iş güvenliği vb.) içler acısıydı. İşgünü bazı işkollarında mücadeleler sonucunda on saate indirilmişti ama birçok işkolunda da 12-15 saat arasında değişiyordu. İşçiler pazar ve tatil günleri de çalışmak zorundaydı. Konut sorunu son derece ciddiydi: binlerce işçi ailesi, kanalizasyon, su, ışık, havalandırma vb. altyapı koşullarının gelişmemiş olduğu izbe binalarda üst üste yıkılmış halde yaşıyordu.
İşçilerin bu koşullara karşı örgütlenme ve mücadele etme çabaları, sermayedarların ve devlet güçlerinin işbirliğiyle sürekli olarak engelleniyordu. Sendikaların yasallaşması, işgününün kısaltılması, 14 yaşından küçüklerin çalıştırılmasının yasaklanması türünden talepler mümkün olan her yöntemlepüskürtülüyordu. Grevler polis, hatta asker gücüyle dağıtılıyor, işçiler birçok olayda polis tarafından kitlesel olarak katlediliyor, sendikalara kaydolan işçiler için karalisteler hazırlanıyor, yasama organlarından nadiren geçen bazı olumlu yasalar ise, ya uygulanmıyor, ya da çeşitli ikiyüzlü gerekçelerle mahkemeler tarafından iptal ediliyordu.
İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları 1873-1878 arasında yaşanan Büyük Depresyon sırasında daha da kötüleşmişti. Bu dönemde milyonlarca kişi yıllar boyu işsiz kalmış, işini yitirmeyenlerin ise gerçek ücretleri ortalama %25 oranında düşmüştü. İşte on dokuzuncu yüzyılın 80′li yıllarına bu koşullarda giriyordu ABD işçi sınıfı.
Bu yıllar, ABD işçi sınıfı hareketinin dev adımlarla geliştiği bir dönem olacaktı. İki ana işçi örgütünden birinin üye sayısındaki baş döndürücü gelişme bunun en iyigöstergesiydi: Knights of Labor (Emeğin Şövalyeleri) adıyla bilinen bu örgütün üye sayısı 1878′de on bin dolayındayken, 1885′e varıldığında 110 bini buluyordu. 1986nın kendisi ise çok özel bir yıldı: örgütün üye sayısı birdenbire 700 bine fırlıyordu. 1 Mayıs 1886 mücadelesinin yaygınlığı ve gücü ancak bu genel yükselişin bir ürünü olarak kavranabilir.
«Sekiz Saat Çalışma, Sekiz Saat Dinlenme, Sekiz Saat Canımız Ne isterse!»
Amerikan işçi hareketi 1884′ den 1886′nın Mayıs ayına dek bütün toplantılarında, bütün yürüyüşlerinde bu sloganı seslendirecekti hep bir ağızdan. Her şey 1884yılında, ABD işçi sınırının Emeğin Şövalyeleri dışındaki ikinci (ve daha küçük) örgütü American Federation of Labor (Amerikan işçi Federasyonu) ulusal kongresinde 1Mayıs 1886′dan itibaren işçilerin artık sekiz saatten fazla çalışmayı kabul etmeyeceği yolunda bir karar alındığında başlamıştı. Aradan geçen bir buçuk yıl boyunca, yönetimin muhalefetine rağmen, Şövalyelerin tabanı da artan biçimde 1Mayıs mücadelesinin etrafında toplanıyordu. Sonuç büyük bir başarı olacaktı: 1 Mayıs 1886 günü ülke çapında 350 bin işçi greve gidiyor, buna ek olarak on binlerce işçi de, greve gitmelerine gerek kalmadan sekiz saat hakkını kazanıyordu. Greve çıkanlardan 200 bini de ı Mayıs” izleyen günlerde bu hakkı elde edecekti. Sermaye büyük bir yenilgiye uğramıştı. Mutlaka bir şeyler yapılması gerekiyordu. Bu ‘’bir şeyler’’ Şikago’nun payına düşecekti.
Sekiz saat seferberliği ABD’nin en büyük sanayi kentlerinden biri olan Şikago’da özel olarak canlı olacaktı. Şikago’nun özellikle mücadeleci bir geleneği vardı: nerdeyse ABD işçi hareketinin öncüsü konumunu kazanmıştı. İşçi hareketinin bu canhlığına karşılık, Şikago polisi de işçi hareketlerine karşı amansız tavrı ile ün salmıştı. Örneğin 1877′de bütün ülkeyi saran demiryolları grevi sırasında, 26 Temmuz 1877′de Şikago polisi grevcilere ateş açarak on iki kişiyi öldürmüştü. Polislerin büyük bölümünün resmi maaşları dışında şikago’nun sermayedarlarından para aldığı da yaygın olarak biliniyordu. Sermayedarlar ayrıca özel milisler besliyor, grev kırmada uzmanlaşmış özel dedektifler (o zamanki adıyla «Pinkerton’lar») kiralıyorlardı.
1 Mayıs öncesindeki pazar günü yapılan mitinge 25 bin kişi katılıyordu Şikago’da. 1Mayıs’ın kendisi ise bu kentte genel grev boyutlarına erişecek, 80 bin işçi greve çıkacaktı. (Bu 80 binin dışında 45 bin işçi ise sekiz saati grevsiz elde edecekti.) Ama 1 Mayıs’ı izleyen günler bu başarıya büyük bir darbe vuracaktı. 3 Mayıs günü, daha önce lokavta gitmiş olan McCormick Harvester şirketinin işçileri, üç yüz grev kırıcının polis koruması altında çalıştırılmasına karşı bir protesto gösterisi düzenlemişlerdi. Polis, hiçbir uyarıda bulunmadan silahsız işçilere ateş açacak ve en azından dört (kimi kaynaklara göre altı) işçiyi öldürecekti.
Ama asıl trajedi 4 Mayıs günü Saman pazarı Meydanı’nda yaşanıyordu. Polisin bir gün önceki vahşetini protesto için düzenlenen mitinge üç bin kişi katılıyordu. Mitingde o tarihte Şikago işçi hareketinde etkili bir akım olan anarşistlerin önderlerinden Albert Parsons, August Spies ve Samuel Fielden konuşacaktı. Parsons ve Spies konuşmaların’ bitirdikten sonra meydandan ayrılıyorlardı. Fielden’in konuşması sırasında (yağmur dolayısıyla) meydanda sadece birkaç yüz kişi kalmıştı. Gözlemci olarak şahsen miting meydanında bulunan Belediye Başkanı da kalabalığın sakin bir şekilde dağılmakta olduğunu görünce meydandan ayrılıyor, yakındaki polis karakoluna giderek toplantının olaysız sona erdiğini bildiriyor, özel olarak hazır tutulmakta olan polis birliğinin dağıtılmasını emrediyordu. (Anglo-Sakson geleneğinde polis belediyeye bağlı olarak çalışır.)
Ne var ki, Belediye Başkanı karakoldan ayrılır ayrılmaz, «copçu» lakabıyla tanınan Komiser Bonfield yönetimindeki bir polis birliği Saman pazarı Meydanı’na çıkartmayapacak ve toplantının dağılmasını emredecekti. O sırada konuşmasını bitirmekte olan Fielden izinli ve olaysız bir toplantının dağıtılamayacağını söyleyerek itiraz ederken, kalabalığın içinden polisin üzerine bir bomba atılıyor, bir polis memuru derhal ölüyor, beşi ise sonradan yaşamlarını yitirecek kadar ağır yaralanıyordu. Polis bunun üzerine kalabalığa ateş açarak yaklaşık on göstericiyi öldürecekti.
Bu trajik olayı Amerikan adli tarihinin yüz kızartıcı davalarından biri izleyecekti. Bombayı atan kişiyi bulamayan Şikago polisi, düzenlediği insan avı sonucunda tutukladığı yüzlerce işçi arasından günah keçisi olarak toplantıda konuşanlara beş kişi ilâve ile sekiz anarşisti seçiyordu. Bu kişiler 4 Mayıs günü Saman pazarında ölenpolis memurunu katletme suçundan yargılanacak ve her yönüyle usulsüz olan bir davanın sonunda, ortada hiçbir suç kanıtı yokken, yedisi idama, biri ise on beş yıla mahkûm edilecekti.* Bomba atıldığında sanıklardan yedisinin meydanda olmadığıherkes tarafından biliniyordu. Orada bulunan tek sanık Fielden ise konuşma yapıyordu, dolayısıyla bombayı atmış olamazdı. Konuşmacıların kitleyi şiddete teşvikettiğine ilişkin hiçbir kanıt olmadığı gibi Belediye Başkanı dâhil birçok tanık aksini belirtiyordu. Kısacası, bu sekiz kişi sadece işçi hareketinin önderleri oldukları için suçlu bulunuyordu.
İdam kararı verildikten sonra gerek ABD içinden, gerekse başka ülkelerden milyonlarca insanın katıldığı bir dayanışma kampanyası başlayacaktı. İtalya, Fransa, İspanya, Rusya, Hollanda ve İngiltere’de bu amaçla işçi gösterileri düzenleniyordu. Fransız Millet Meclisi bile Eyalet Valisi’ne af için başvuruyordu.
Ama ABD hâkim sınıfları ve devleti bütün işçi hareketine bir gözdağı vermek için bu işçi önderlerini idam etmeye kararlıydı. şikago’nun önemli gazetesi Mail daha 1 Mayıs günü, yani olaydan üç gün önce, Parsons ve Spies’in adını vererek şu satırları yayımlamıştı: «Bugün gözleriniz onların üzerinde olsun. Gözden kaçırmayın onları. Eğer herhangi bir olay çıkarsa, onları kişisel olarak sorumlu tutun. Eğer bir olay çıkarsa, onları bir örnek haline getirin.» Öte yandan, dava devam ederken, Şikagolu birişadamının özel bir konuşmada şunları söylediği daha sonra tanıklar tarafından bildirilecekti: «Hayır, bu insanların herhangi bir cürümden suçlu olduklarını düşünmüyorum. Ama asılmalılar. Hayır, anarşistlerden korktuğundan değil; yok, yok o fikirler birkaç iyiliksever kaçığın bir ütopyası sadece.. Ama bence işçi hareketi ezilmelidir! Eğer bu adamlar asılırsa, Emeğin Şövalyeleri bir daha huzursuzluk yaratmaya hiç cesaret edemeyecektir.»
Böylece, idama mahkûm edilen yedi kişiden sadece ikisinin cezası Eyalet Valisi tarafından yaşam boyu hapse çevrilecek, biri intihar edecek, geri kalan dördü ise 1887 Kasım’ında idam edilecekti.
Bombayı kimin attığı hiçbir zaman kesin olarak anlaşılamayacaktı. Ancak, Şikago polisinin ortalığı karıştırmak amacıyla sahte «anarşist» örgütler imal etme türündentaktiklere başvurduğu yolunda polisin içinden tanıklıklar vardı. Bu tip yöntemlerle çalışan bir polisin bir ajan provokatör kullanmış olmaması için hiçbir neden yoktu. Nitekim daha sonra bütün kuşkular Rudolph Schnaubelt adlı, anarşist rolünde bir ajan üzerinde toplanacaktı. Bu kişi olaydan sonra polis tarafından kuşku üzerine iki kez tutuklanmış ama her ikisinde de «nedense» serbest bırakılmış ve sonunda Meksika’ya kaçmıştı. Olaydan yedi yıl sonra, davanın, her türlü hukuk kuralın’ çiğnemiş olan yargıcı Gary, bombayı atanın muhtemelen Schnaubelt olduğunu kabul edecek ama şunu da ekleyecekti: <
Ama aynı yıl içinde (1893) Illinois Eyaleti’nin yeni valisi Altgeld, dosya üzerinde altı ay çalıştıktan sonra, «sanıkların hiçbir suçunun sabit olmadığını» açıkladığı bir af kararıyla hayatta bulunan üç sanığı salıverecekti. Bu kararla birlikte, yaşamını yitirmiş olan beş işçi önderinin hukuk dışı yöntemlerle öldürülmüş olduğu da resmen saptanmış oluyordu. Böylece, Saman pazarı olayı, devletin birer organı olarak polisin ve yargının sınıf doğasını, her zaman görülemeyecek bir çıplaklıkla ortaya koyan bir örnek olarak tarihteki yerini alıyordu.
Saman pazarı olayının derinde yatan anlamı, 1880′li yıllar boyunca yükselen, 1886′da ise doruğuna ulaşan işçi seferberliğinin durdurulmasına ve işçi örgütlerinin zayıflatılmasına yönelik sinsi bir taktik oluşuydu. Nitekim bu olayın yarattığı bozgun havası içinde, 1 Mayıs’ ta sekiz saat hakkını kazanan işçilerin büyük çoğunluğu bu hakkıkısa süre içinde yitirecekti. Şikago davası sırasında yönetimi sanıklara karşı en ufak bir dayanışma göstermeyen Emeğin Şövalyeleri örgütü ise bir süre sonra dağılacaktı. Ama olayın uzun dönemli etkileri çok farklı olacaktır. Emekten yana insanlar Saman pazarı kurbanlarının isimlerini hiçbir zaman unutmamıştır: Albert Parsons, August Spies, George Engel, Adolph Fischer ve Louis Lingg. Vali Alt-gelcrin affından sonra Şikago’da bu insanların anısına bir anıt dikilmişti: Ama esas anıt yaşayan bir gelenektir: her yıl, bir bahar günü, sadece ABD’de değil dünyanın dört bir yanında sayısız insan onlara saygı borcunu birlik içinde ödüyor yüz yıldır.
*Davanın seyrinin ve kararın tümüyle hukuka aykırı olduğu konusunda Amerikan işçihareketinin tarihçileri arasında görüş birliği vardır. Bu alanda en ciddi çalışmayı yapmış olan tarihçi Philip S. Foner, bunu ayrıntılı biçimde ve bir hukukçu titizliğiyle kanıtlamaktadır. (Bk. P. S. Foner, History of the Labor Movement in the UnitedStates, cilt 2, International Publishers, New York, 1975, s. 108-114). Bir başka güvenilir kaynak da, Foner ile aynı doğrultuda ayrıntılı bilgi vermektedir: R. O.Boyer/H. M. Morais, Labor’s Untold Story, 2. basım, New York, 1965, s. 91-104.Foner ve Boyer/Morais, soruna işçi sınıfı perspektifinden bakan kaynaklardır, amaAmerikan ölçüleriyle liberal tarihçiler de, işçi hareketine karşı olan ve bu tavrını açık, açık dile getiren sağ eğilimli yazarlar da bu iki kaynağın bu konudaki yargısına kesin ifadelerle katılmaktadırlar. Birkaç örnek, [sanıkları] bombalama eylemine bağlayan herhangi bir kanıt yoktu. Doğrudan doğruya, devrimci görüşleri yüzünden mahkûm edilmişlerdi… F. R. Dulles, Labor in America. A History, Thomas Y. Crowell, New York, 1966, s. 124. 1886 Haziran’ında başlayan dava bir komediydi… Sanıkların herhangi birinin bombayı attığı veya yerleştirdiği yolunda hiçbir kanıt gösterilmemişti… Konuşmacıların kitleyi şiddete teşvik ettiği yolunda hiçbir kanıt gösterilmemişti. Şiddete başvurmanın düşünülmüş olduğuna ilişkin hiçbir kanıt gösterilmemişti – zaten Parsons mitinge karısını ve çocuğunu da getirmişti.» J. G. Rayback, A Flistory of Amerkan Labor, Macmillan, New York, 1966, s. 167-68. «Sekiz sanık bir isteri atmosferinde yargılandı. Bu insanları bomba olayına bağlayan en ufak bir kanıt olmadığı halde, yedisi idama mahkûm edildi…» T. R. Brooks, Toil and Trouble. A History of Anıerican Labor, 2, basım, Delacorte Press, New York, 1971, s. 70. «Bu insanları Haymarket bomba olayına bağlayacak en ufak bir kanıt yoktu.» N. J. Ware, The Labor 3Iovement iıa the United States, Peter Smith, Gloucester, Masa., 1959, s, 315.
Nail Satlıgan Sungur Savran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder