30 Ocak 2014 Perşembe

Fotoğraflarla Siyasetin ‘Kitsch’leşmesi


Ferhan Umruk
 ”Bu toprakların şehir burjuvazisi, küçük burjuvazisi için cumhuriyet devrimleri ile tezahür eden geçmişteki asrı saadet de Atatürk devrinde tecelli etmiş bulunuyor. Amma velakin onlar için saadet olan bu devrin bütünü mercek altına alındığında işçi sınıfı, emekçiler, yoksullar, farklı kimliklere sahip Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Kürtler, Aleviler bakımından elem yüklü bir tarihsel devir olduğunu anlamak için birazcık çaba yeterlidir.”
Deniz kenarında bir kaç dostla oturmuşum, kış günü güneş gözünü kırpıp duruyor, muhabbet koyulaşmış, çaylar içiliyor eh fena da değil. O sırada biri yaklaşıyor, koluna el ilanları sıkıştırmış, her masaya birer tane koyuyor.
Fotoğraf-0086
Bakalım neymiş diye elimize alıp okuyoruz. El ilanı Yatağan işçilerini destekleme çağrısı yani bir ürünün reklamı, tanıtımı falan değil, İşçi Partisi’nin siyasi propaganda faaliyetiyle müşerref olmuş bulunuyoruz.

Tamam propagandanın nesnesi olmak her daim mümkün elbette, şikayete mahal yok, okursun fikri kabul veya reddedersin ve de bir kenara koyarsın. Haddi zatında, benim gibi sınıf mücadelesi anlayışını ekseriyetin yaptığı gibi tavan arasının tozlarına terk etmemiş Marksist dünya görüşüne sahip biri için çağrının içeriği pek de uygun. El ilanı, Yatağan termik santralinin hükümet tarafından özelleştirme operasyonuna karşı Yatağan işçilerinin Ankara’ya yürüyüşüne destek ve katılım çağrısı yapıyor.
Fotoğraf-0085
Kapitalizmin 80’lerden itibaren bütün dünyada uygulamaya başladığı neo-liberal politikaların birinci maddesi olan kamu mallarının özelleştirilmesinin, esasında, devlet kaynaklarının burjuvazi tarafından yağmalanması projesi olduğuna tanık olduk.

Şu liberalleşen solcularımız, dillerine pelesenk ettikleri, kamu işletmelerinde çalışanların kaynakları israf eden asalaklar olduğu söylemiyle, burjuvazinin işçi sınıfına karşı ideolojik saldırısında lojistik destek rolünü bir güzel yerine getirdiler. Şuur bir kaybolmaya görsün, esen yel akılları peşi sıra sürükler elbette. Bir zamanların sosyalisti burjuvazinin beste ve güftesini yazdığı neo-liberal koronun gönüllü elemanı haline geliverir.

Onlar, kamu kurum ve işletmelerinde çalışanların, özelleştirmelerin kadrine uğrayıp yıllarca sürdürdükleri işlerinden olup işsiz kalmalarına veya özelleştirme kisvesi altında fabrikaların kapatılarak arazi rantı haline getirilip yağmalanmasına katkıda bulunduklarının farkına varamayacak kadar bilinç yitimine uğramışlardır. Kamu kurum ve işletmelerinin çalışanların denetiminde halihazırdakinden çok daha verimli kuruluşlar olabileceği fikri onların havsalasına sığamadı.

Velhasıl, Yatağan işçilerine destek için İşçi Partisi tarafından dağıtılan bu el ilanını, özelleştirmelerin çalışanları yıkıma sürüklediğini ve muktedirlerin toplumun kaynaklarını yağmalama yöntemi olarak kavradığım için ve de sınıf mücadelesinin toplumsal mücadelenin temel ekseni olduğunu düşündüğümden olumlu buldum.

Buraya kadar dile getirdiğim kanaatin el ilanına ilk bakışta edindiğim izlenimle alakalı olduğunu iletmeliyim. Kuşkusuz dile getirdiklerim bana kalırsa bir Marksistin savunması gereken görüşlerdir. Fakat bu mahut el ilanına dikkatlice bakınca, bu metni kaleme alan siyaset erbabından bekleneceği üzere kaynar sular yukardan aşağıya dökülmeye başladı.

Ahşap masada oturup çay yudumlayan bizlerin dudaklarında acı tebessümler peyda oldu. Hani derler ya gülsek mi ağlasak mı diye, işte öyle bir şey. El ilanının sağ alt köşesinde karikatür çizgileriyle yapılmış bir karakalem resim mevcut. Resimde yukarda görebileceğiniz gibi elinde resimli bir bayrak tutan başı kalpaklı bir işçi var ve de resimli Türk bayrağına dikkatle bakınca son yılların popüler bayrağı olduğunu anlıyorsunuz. Her ne kadar çizgiler Atatürk’e benzemese de bu resim Atatürk’ün elbette. Onun başında da madenci bareti bize konuyu sarih! biçimde anlatıyor.


Kolay anlaşılır olmak için basitleşmek, şu yaşadığımız dünyada zamanın ruhu haline gelmiş bulunuyor. Zaten yazının başlığında yer alan ‘kitsch’ kelimesi almanca kökenli bir kelime, anlamı da kısaca bayağı, taklit demek. İşte bu el ilanında yer alan çizim hem çizgileri itibarıyla tipik bir ‘kitsch’ örneği, hem de anlatmak istediğini basitleştirerek muradına ermeye çalışıyor. Böylece işçinin kalpak giyerek Atatürkçüleşmesi, Atatürk’ün baret giyerek işçileşmesi büyük buluşması zihinlere kazınıyor.

Her resimde sanat aramak elbette beyhude bir arzudur. Resmetmek siyasete tahvil olunduğunda da, esas olarak kapitalist sistemin sanatı katlederek tüketimi yaygınlaştırmak üzere taklit, bayağı meta üretimi ile kitschleşmesini, siyasetin takip etmesi vahametin şahikasını yaratıyor.

Ancak başka bir boyut var ki, o da araçsallaştırma cürmü. Cürüm diyorum, çünkü Atatürk’ün araçsallaştırılmasıdır söz konusu olan. Böyle bir araçsallaştırma olsa olsa işçilerin zihin bulanıklığına sebep olur. Türkiye’de Atatürkçülüğün mühürünün askeriyenin elinde bulunduğunu her vatandaş gayet iyi bilir. Askeriye dışındaki diğer zevatın bunu bilerek veya bilmeyerek dalgalandırdığı Atatürkçülük bayrağının, nihayetinde, askeriyenin siyasi hegemonyasına katkı olduğu bir hakikattir. Yakın tarihimizdeki 12 Mart, 12 Eylül gibi Atatürkçü askeri darbelerin işçilerin canına ot tıkadığı da aşikardır.

Her Atatürkçü askeri darbe sendikaları ya pasifize etti ya da faaliyetine son verdi. İşçi sınıfının sosyal-ekonomik haklarını budayan kılıç darbesiyle şahlanıverdi. İşçi sınıfının siyasi örgütlenmesini ve sosyalistleri kıyımının sözünü etmeyelim.

Lakin şimdi duyar gibi oluyorum, ya 27 Mayıs diye fısıldanıyor. İyi de, üzerinden 50 küsur yıl geçmiş, memleketin sosyolojisi değişmiş, askeriye bundan 50 yıl önceki dar gelirli, ortahalli durumundan hayli mesafe kat ederek borsacılığa terfi ederek üst sınıflarla hemhal olmuşken, şu alt sınıfların feryadının onun için ne kıymeti harbiyesi vardır ki. Bir de 61 anayasasının başat amacının devlet bürokrasisinin çıkarlarını muhafaza etmek olduğunun altını çizmek gerekmiyor mu?

Diğer yandan, Atatürk’ün işçi sınıfına özel bir muhabbeti olduğundan bahsetmek, abesle iştigal olur, bunu iddia etmeye kalkan bakımından. Neyse ki solcu-Atatürkçüler de pek böyle bir iddiada bulunmazlar da, yine de araçsallaştırmaya bayılırlar. Tam da siyasetin çelişkili halleri, çift kişilik bunalımları, devir Atatürk devri solculuk ya zindanda ya sürgünde, işçilere sandık var, lakin sendika yok, şekli toplu sözleşme var da grev hakkı yok. Bir de şu var ki sistemin faşizme ramak kalmış korporatist örgütlenmesi söz konusu.

Ama bütün bunlar ne gam. Şehir burjuvazisi ve şehir küçük burjuvazisi AKP’nin temsil ettiği palazlanan taşra burjuvazisine karşı diğer sınıfların tabii ki işçi sınıfının da desteğini almak için zihinleri çarpıtacak her türlü araçsallaştırmaya teşne oluyor. Geçmişten ruhlar çağırıp kılıktan kılığa sokuluyor. Tarihte böyle bir şey, hafızam beni Marks’ın mükemmel bir siyasi analiz eseri olan 18. Brumaire’e doğru götürüyor. Biraz uzunca bir alıntı olacak ama okunmaya değer.”İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine çöker. Ve, onlar kendilerini ve şeyleri, bir başka biçime dönüştürmekle, tamamıyla yepyeni bir şey yaratmakla uğraşır göründüklerinde bile, özellikle bu devrimci bunalım çağlarında, korku ile geçmişteki ruhları kafalarında canlandırırlar, tarihin yeni sahnesinde o saygıdeğer eğreti kılıkla ve başkasından alınma ağızla ortaya çıkmak üzere, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını alırlar.
İşte Fransız ulusu da, “Bonaparte ailesinin borçlarını ödemek için” diye sızlanıyor. Aklı başında olduğu sürece, İngiliz, altın çıkarmak saplantısından kurtulamıyordu, Fransızlar da devrimlerini yaptıkları sürece, 10 Aralık seçimlerininde ortaya koyduğu gibi, Napoléon’a değgin anılardan kurtulamadılar. Mısırdaki bolluğun özlemini duyuyorlar,devrimin tehlikelerinden kaçıp kurtulmak istiyorlardı ve 2 Aralık 1851,bunun yanıtı oldu. Eski Napoléon’un karikatürünün karikatürünü yapmakla kalmadılar, eski Napoléon’un kendisini, 19. yüzyılın ortasında davranması gerektiği gibi karikatürleştirdiler.”
Bu toprakların şehir burjuvazisi, küçük burjuvazisi için cumhuriyet devrimleri ile tezahür eden geçmişteki asrı saadet de Atatürk devrinde tecelli etmiş bulunuyor. Amma velakin onlar için saadet olan bu devrin bütünü mercek altına alındığında işçi sınıfı, emekçiler, yoksullar, farklı kimliklere sahip Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Kürtler, Aleviler bakımından elem yüklü bir tarihsel devir olduğunu anlamak için birazcık çaba yeterlidir.
İşçi Partisi’nin bir el ilanı üzerinden gelişen bu düşüncelerin hedefi, kuşkusuz, bu partinin tarzıyla sınırlı olmayıp, şehirli burjuva küçük burjuva sınıfların cumhuriyet mitinglerinde görüldüğü gibi bütününü kapsayan bir tarzla alakalıdır.
Burada bir ayrım yaparak ilerleyelim, şehirli burjuvazi ve küçük burjuvazi siyasi islam palazlanana kadar böylesi bir ittifak içerisine girmiş değillerdi. Geçmişte şehirli burjuvazi esas olarak sağ partileri doğrudan kendi çıkarlarını temsil eden siyasi temsilcileri olarak desteklerken, şehirli küçük burjuvazi solun, sosyalist solun geniş yelpazesinde mevzilendi.
Dün evrensel düşüncenin taşıyıcılığını üstlenen şehir küçük burjuvazisi insanlığın kültürünün de bu topraklarda derinleşmesine katkıda bulunmaktaydı. Aynı şehir küçük burjuvazisi laiklik-dincilik kamplaşmasının bir öznesi olduğunda süratle kültürel çürümenin çukuruna sürüklendi. Evrensel kültürün taşıyıcılığından zenofobik saplantılara sürüklendi. İnsanlığın yarattığı değerler , sanat eserleri onun gözünde yabancı düşmanlar haline dönüştü. Siyasi kültürel bilincini besleyen kaynak tek başına küfür, hakaret, muhbirlik yüklü köşe yazarlarının sakil makaleleri oldu.
Onlar bir dönem alt kültürü aşacak tarihsel bir rolü üstlenmişken, sonrasında alt kültürün taşıyıcıları haline dönüştüler. Tarihin seyri şimdi bir trajediye dönüştü. Yenmek istenen şey, onları yenilgiye uğratarak kendine dönüştürdü.
Yaşanan bu trajedinin tohumlarının solun geçmişinde ekildiğini de belirtmeden geçemeyiz. Kalpaklı Mustafa Kemal dövizleriyle donanan Dev-Genç mitingleri, farklı jargonlarla Mihri Belli’nin gençliğe yön veren ‘ikinci kurtuluş savaşı’, Hikmet Kıvılcımlı’nın ‘ikinci kuvayı milliyeciliğimiz’ şiarlarında olduğu gibi.Bu verilen örneklere daha bir dizi ekleme yapılabilir. Nedir, zaman ilerledikçe sol gibi gözüken siyasetin kitschleşmesi de dozunu yükseltti. Kalpaklar, baretler karikatürleşti.
Şehir küçük burjuvazisi ve bağlı olarak aydınlar kültürel çürümeye uğradıkları bu cehennem çukurundan kurtulabilirler mi? Bunun nesnel ve öznel koşulları olduğunu belirtelim. Tabii ki bu kurtuluşun temel itici gücü toplumsal mücadelenin yükselişi ve işçi sinıfının bir özne olarak rol alması olacaktır. Ancak öznel koşul da, çukura düşenin çukurda olduğunun farkına varması ve oradan kurtulmak için çaba harcamak gerektiğinin bilincine varmasıdır.
Yine Marks’ın 18. Brumaire’inden anlam yüklü referansla sonuçlandıralım düşüncemizi. Bu alıntı da 19. yüzyıl devrimlerinden kast edilenin proleter devrimler olduğunu hatırlatarak.
“ 19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını, geçmişten değil, ancak gelecekten alabilir. 19. yüzyılın devrimi, geçmişin bütün hurafelerinden kendisini sıyırmadan, kendisiyle harekete geçemez. Daha önceki devrimlerin kendi öz içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinmeleri vardı. 19. yüzyılın devrimi ise, kendi öz içeriğine ulaşmak için ölüleri, kendi ölülerini gömmeye terketmek zorundadır. Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.”

Hiç yorum yok: