30 Ocak 2014 Perşembe

Fotoğraflarla Siyasetin ‘Kitsch’leşmesi


Ferhan Umruk
 ”Bu toprakların şehir burjuvazisi, küçük burjuvazisi için cumhuriyet devrimleri ile tezahür eden geçmişteki asrı saadet de Atatürk devrinde tecelli etmiş bulunuyor. Amma velakin onlar için saadet olan bu devrin bütünü mercek altına alındığında işçi sınıfı, emekçiler, yoksullar, farklı kimliklere sahip Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Kürtler, Aleviler bakımından elem yüklü bir tarihsel devir olduğunu anlamak için birazcık çaba yeterlidir.”
Deniz kenarında bir kaç dostla oturmuşum, kış günü güneş gözünü kırpıp duruyor, muhabbet koyulaşmış, çaylar içiliyor eh fena da değil. O sırada biri yaklaşıyor, koluna el ilanları sıkıştırmış, her masaya birer tane koyuyor.
Fotoğraf-0086
Bakalım neymiş diye elimize alıp okuyoruz. El ilanı Yatağan işçilerini destekleme çağrısı yani bir ürünün reklamı, tanıtımı falan değil, İşçi Partisi’nin siyasi propaganda faaliyetiyle müşerref olmuş bulunuyoruz.

28 Ocak 2014 Salı

KALENDER ÇELEBİNİN HURUCU/ Kitap Tanıtımı


Rıza Aydın
Nihayet Aleviler kendi dilleriyle kendi tarihlerini yazmaya başladılar. 
Osmanoğulları Devletinin, 1522′de Dulkadiroğlu devletini ilhak edişinden 4 yıl sonra, bu topraklarda büyük bir direniş başlıyor. Bu direniş, yurtları işgal edilen Türkmenlerin işgalcilere karşı başkaldırısıdır; bunu kendi tabiriyle söylersek, bu Türkmenlerin işgalcilere karşı huruç eyleyişidir.
 kalender fotoYurtları işgal edilen Türkmenlerin, işgalcilere karşı huruç edişinin önderi, Hacı Bektaş’ın evlatlarından, Şah-ı Kalender diye bilinen Kalender Çelebi’dir.
Alevilerin dilinde Çelebi demek, Hünkâr ile Kadıncık ananın sulbünden gelenler demektir. İşte, Çelebizadelerden Kalender Çelebi’nin öncülüğünde başlayan, bu başkaldırının, – yani o günün tabiriyle söylersek haksıza karşı Huruç edişlerinin – destansı tarihini okuyacaksınız, bu kitapta.

Mustafa Suphi’nin Katlinin Düşündürdükleri


Ferhan Umruk                                                                                                                                                                                                                                                 Tarih yalnızca geçmişin hakikatlerini bilmemize ya da malumatfuruş bir kimse olmamızla ele alınmaması gereken bir disiplin olmalıdır. Tarih, kuşkusuz günümüze ışık tutar, ama tarihin günümüze ışık tutması için ezilenlerin, mağdurların mücadelesini bastırmış muktedirlerin yazdığı ve tüm toplumun zihnine boca ettiği eğreltilmiş tarihe değil, ezilenlerin mağdurların dile getirdiği gerçekleri gün ışığına çıkarmak gerekiyor.
m suphiYaşadığımız bu topraklar da, mağdurların, mağdurluğu ortadan kaldırmak için mücadele edenlerin yenilgileri ile bezeli.. Bizim üzerimize düşen muktedirlerin resmi tarihle yarattıkları yalanları teşhir etmek, hakikatin üzerinde yarattıkları sis perdelerini yırtmak olmalıdır. Bu bakımdan tarihin yaprakları aralandığında bu topraklarda cumhuriyetin kuruluşuna zemin olan Ankara’nın hakimiyetindeki topraklarda katledilen Mustafa Suphi ve yoldaşlarını unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Partisi kurucusu kimliğiyle bilinen ve bu kimliğiyle olduğu gibi, siyasi sistemin günümüze kadar süren tetikçisi belli ama faili meçhul kalmış kurbanlarından biridir.

27 Ocak 2014 Pazartesi

2015’E 1 YIL KALA, YALANA KARŞI MÜCADELE BİR İNSANLIK GÖREVİDİR !

Sarkis Hatspanian

Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder !” George Orwell
Bundan sadece birkaç gün önce değerli bir dostumun ilettiği bir linkte hrant 1 Vahap Işık imzasıyla yayınlanan“Kürdlerin Hrant Dink’i: Sehîde Îbo” başlıklı bir yazı okudum. Yaklaşık 1900 kelimeden oluşan bu yazının temelini oluşturan Ermeni halkı ve onun günümüzde sahip olduğu Ermenistan devletine karşı bu denli düşmanca, kin dolu ve akla-vicdana sığmaz YALAN’la harmanlanarak sunulmuş UYDURMA bilgilerin birarada olmasından bir insan olarak bayağı ürperdim diyebilirim.

“Milli irade” diye bir şey var mı?


Çok partili düzen dense de değişen yalnızca parti başkanlarının adı:
aslı tek bir başkan, tek bir parti…”*
                                                                                        Bilgesu Erenus
Fikret Başkaya
fikret-baskaya-endulus-kitabevine-geliyor-1637
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla ilgili olarak, başbakan R.T. Erdoğan, “hedefin milli iradeye suikast olduğu aşikâr“ demişti. Tabii yolsuzluk ve rüşvete yönelik bir operasyonla “milli irade” denilen arasında ters yönde bir ilişki olduğunu söylemek tuhaf bir çelişkiydi. Bu arada yurdun çeşitli yerlerinde milli iradeye destek gösterileri yapıldı. Avrupalı Türk Demokratlar Birliği [ UETD] Viyana şubesi tarafından da başbakana destek amacıyla “ milli iradeye saygı konvoyu” yola çıkıp, Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan’dan geçerek, Kapı Kule sınır kapısından Türkiye’ye girdi.

19 Ocak 2014 Pazar

Hrant’ı Anarken- Hayaller ve Hakikatler


Ferhan Umruk
 ”Hrant’ı anarken, sistemi sorgulayıp dünyayı değiştirmek isteyenlerin de kendi muhasebelerini yapmaları yaşanan gelişmelerle birlikte gerçek bir ihtiyaç. Sorgulayanın kendini de sorgulaması anındayız.”
7 yıl oldu kaybedeli onu. Cinayetin üzerinden tam yedi yıl geçti. Cinayet bir tetikçi çocuğun üzerine yıkıldı ve bu yedi yıl davanın labirent dehlizlerinde süründürülmesiyle geçti. Göz göre göre bir tiyatro sahnelendi. Bin operasyonun failleri bu defa da devletin koruma duvarının ardına saklanarak terfilerle de mükafatlandırıldılar.
hrant foto
Hani şu Selanik’te Atatürk’ün evini bombalayarak 6-7 Eylül vandalizminin işaret fişeğini ateşleyen Oktay Engin’in daha sonra Türkiye’ye gelerek Eskişehir ve Niğde valiliğiyle mükafatlandığı gibi… Şimdi de gelenek berdevam, şüpheli olmak adeta  terfi sebebi olmakta. Ne demişti general Sabri Yirmibeşoğlu 6-7 Eylül için:“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Osmanlı’dan cumhuriyete tevarüs eden kirli savaş tarzı devletin değişmez karakteri haline dönüştü.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Gündem Dışı bir Tartışma veya Yeni Sınıf Keşifleri


Selim Ergunalp
Hükümetin ciddi bir buhranla karşı karşıya olduğu, sol yayın organlarında hangi bakanın veya milletvekilinin ne kadar milyonu hortumladığı, cemaatin ya da hükümetin şu veya bu hamlesinin ardında hangi niyetlerin gizli olduğu tartışmasının yoğunlaştığı bu günlerde tekar toplumsal sınıflar hakkında tartışmaya girmek bir çoklarına yersiz ya da zamansız görünebilir.
marks
Türkiyenin bugün içinde bulunduğu buhran; sadece bir hükemet buhranı, sadece siyasal sistemin yetersizliğinin veya çürümüşlüğünün yol açtığı bir buhran değildir. Aksine çürümüşlük toplumsal sistemin tüm yapılarına; ekonomiden siyasete, kültürden eğitime ve hukuğa kadar her alana yayılmıştır.

Soykırım Karşıtları Derneği’nin Bese Hozat’a cevabı: SOYKIRIM MAĞDURLARI KÜRT ÖZGÜRLÜĞÜ ÖNÜNDE ENGEL DEĞİLDİR!


Yalansız’ın notu: KCK Eş başkanı Bese Hozat’ın Türkiye’de ki azınlık gayrı müslimleri ‘paralel devlet’  olarak nitelemesine  Soykırım Karşıtları Derneği’nin cevabını konunun önemi ve bütün cepheleriyle anlaşılması bakımından yayınlıyoruz. Mağrurun mağdura uyguladığı ayrımcılığa karşı dururken, bir mağdurun diğer mağdura ayrımcı dili çağrıştıran uslubuna da karşı olmak insani olan bir tutumdur. Metinde denildiği gibi: ‘Hata ne olursa olsun, onu düzeltme medeni cesareti’ gösterilmelidir. Şurada hakikatleri dile getirdiği için 19 Ocak’ta katledilen Hrant’ı anmamıza bir kaç gün kalmışken, etnik, dini, sosyal, cinsel ayrımcılığa uğrayanların her türlü ayrımcılığa karşı birlikteliklerinin yolu açılmalıdır.

Kürt halkının özgürlüğü önündeki gerçek engel, soykırım mağdurlarından hayali olarak yaratılmış “paralel devlet” değil, soykırım sabıkalı Türkiye Cumhuriyeti devletidir! Kanlı yanık topraklarda, büyük acılara maruz kalmış kadim Kürt halkının siyasal kurumu KCK Eş Başkanı Sayın Bese Hozat‘ın, benzer şekilde, ama daha da geniş kapsamlı planlı soykırımlara, sürgünlere, vicdansız asimilasyona maruz kalmış, sürekli aşağılanmış, horlanmış mağdur halkları (Ermeniler, Helenler, Asuri-Süryaniler, Yahudiler) hedef alan asılsız suçlamaları, asla ve asla barışa, demokrasiye ve özgürlüğe, hizmet etmez.

‘Gayrimüslim lobilerinin paralel devletleri’ mi?


Foti Benlisoy
 
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat’ın Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilişinin yıldönümünde yaptığı açıklamadan üç cümleyi ‘cımbızlayalım’: “Türkiye’de resmi devletin dışında bir de oluşan paralel devletler vardır. Mesela F. Gülen cemaati paralel bir devlettir. İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel birer devlettir.”
Hatırlayalım. Bundan aşağı yukarı bir yıl önce Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelerin notlarından bir kısmı basına sızdırılmıştı. Bu notların bir bölümünde Öcalan, Hozat’ınkilere çok yakın ifadeler kullanıyordu. Şöyle diyordu Öcalan: “Devreye giren İsrail lobisi, Ermeni ve Rumlar, ‘Kürtler ne kadar dışlanırsa o kadar başarılı oluruz’ diyorlar. Bu paralel devlettir.”

7 Ocak 2014 Salı

Ezilenlerin Kazanımı Kendi Ellerinde mi? Muktedirin Jestinde mi?


Mahmut Balpetek
     AKP,  on iki yıllık  iktidarı döneminde topluma alternatifsiz olduğunun algısını inşa etti. Öyle ki, muhalif kimlikler ve siyasi görüşler de bundan payına düşeni almakta geri kalmadılar. Bu aynı zamanda  muhalif potansiyelin bir kısmının  AKP iktidarına biçtiği rol ve ona karşı izlediği politik hattının kendisini AKP’nin yönettiği algının etkisine esir etti.
alter
AKP’nin siyasal başarısı anlamına gelen bu durum, AKP’nin muhalefetsiz, iktidar sürdürmesini olanaklı hale getirdi.
  Söze konu olan algı iki sacayağı üzerine oturtuldu. Birincisi barış süreci ile AKP arasında kurulan dolaysız bağ, ikincisi AKP iktidarının olası alternatifinin CHP-MHP koalisyonu olmasıdır. Bu iki öngörü solun bir kesiminin AKP iktidarına karşı daha toleranslı siyaset yapmasına yol açtı. AKP iktidarının sonunu Türkiye için felaketin başlangıcı gibi gören bu anlayış yolsuzluk skandalında utangaç da olsa Hükümetin erken seçim için istifasını istediler.
   Öncelikle, istifa talebinin  bu kadar geç ve utangaçça dile getirilmesinin  nedeni olarak gösterilen barış süreci ve AKP iktidarın alternatifi ne olacak  sorusu üstünden bakalım.
                             Hak ve Özgürlükler Sorunsalı Karşısında İki Farklı Yaklaşım
       Barış süreci açısından bakıldığında özgürlük ve eşitlik mücadelesi tarihi iki ayrı ideolojik politik görüşe sahne olmuştur. Birinci görüş kazanımların,  verilen mücadelenin sonucu  elde  edildiği yönünde iken, ikinci görüş ise iktidarın jesti ya da lütfü olarak gören anlayıştır. Dolayısı ile soruna yaklaşımda hangi pencereden bakıldığı iktidara karşı alınacak pozisyonda belirleyici özellik taşımaktadır.

Zorlu Günler Yaşarken “Cumhuriyetin Değerlerini Korumak” Solculara Düşmez


İbrahim Özkurt
“Cumhuriyetin değerlerini korumalıyız” Bu kısa cümle kendisini komünist olarak ifade edenlerden duyulunca insanın nerdeyse kanı donuyor. Birkaç gün önce eski TİP üyesi iki arkadaşımdan yarım saat ara ile bu cümlelere maruz kalınca yazmadan duramayacağımı anladım. (Bildiğim kadarıyla birisi 12 eylulden sonra CHP’lileşti, diğeri TKP süreci de yaşayarak siyasetini örgütsüz sürdürüyor)
kaos
Önce cumhuriyetin “değerlerine” bir göz atalım.
  1. Birinci paylaşım savaşından yenik çıkılınca, İttihat ve Terakki Partisince planlanan yeni ulus devletin tekçileştirmesinin ilk adımı olarak, kadim topraklarında tarihin kaydettiği en vahşi kırımlarından birinin Ermenilere yaşatılması mı?
  2. Daha kuruluş aşamasında iken binlerce yıldır yaşadıkları topraklarından mübadele ile yurtlarından edilen insanların dramı mı?