7 Mart 2011 Pazartesi

Fabrikadan TİP’e Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (4)

İbrahim Özkurt
Bir önceki bölümde, ekip başkanlığından sorgusuz sualsiz alınmamı konu edeceğimi söylemiştim. Söğütlüçeşme’de ki ekibimiz Merter’de ki derneğin yarattığı ortam gibi değil ama çok kısa sürede belki de İstanbul’un en iyi çalışan ve mahallesi ile ilişki kurabilen ekibi olmuştu. İktidarda ki Ecevit hükümeti, ilçelere bağlı belde örgütlerinin kurulabilmesi için yeni bir yasa yürürlüğe koydu. Ekibimiz İlçe merkezimize çok uzaktı. O dönem Bakırköy, Çankaya’dan sonra ülkenin en büyük ilçesiydi. Ekip olarak bir lokal açamaya karar verdik. Hatta yer bile bulmuştuk. Başlangıçta ilçe yönetimi, lokal açmamıza karşı değilken birden ne olduysa, resmi bir yazı ile beni ekip başkanlığından aldıklarını bildirdiler. Bildirimde, hiçbir gerekçe yoktu. Tüm ekip şoktaydık. Hatta ilçe üyelerinin neredeyse tamamına yakını Yönetim kurulunun bu kararına tepkiliydi. Ne ekibimiz ne de üyeler, yönetimin bu kararının gerekçesini öğrenemiyorduk. Yönetim kurulu kimseye doyurucu, ikna edici bir gerekçe sunamıyordu. Bunun üzerine ilçe üyeleri olağanüstü kongre toplamaya kalkıştı, ama ben,” bu konuyu kişiselleştirmeyin” diye engelledim. Engelledim ama haklı bir gerekçe istemimi sürdürdüm.
Sözlü bir yanıt alamayınca İl disiplin kuruluna yargılanmak ve neyse kabahatim ortaya çıkarılsın diye bir dilekçe ile başvurdum. (Sanırım Türkiye sosyalist tarihinde kendisini il disiplin kuruluna yargılanmak istemi ile başka başvuran yoktur). Ne var ki, İl disiplin kurulundan ses seda çıkmıyordu. O dönem yanılmıyorsam Selim Mahmutoğlu il başkanıydı. Selim Mahmutoğlu, konuyu benimle görüştü. Görüştü ama, “Bu işi fazla uzatmanın kimseye bir yararının olmadığını, dallanıp budaklanmasının partiye bile zarar verebileceğini v.b. sözlerle beni dilekçemi geri almam için ikna etmeye çalıştıysa da, ben ısrarımı sürdürdüm. Aradan 24 yıl geçmesine karşın ben, neden görevden alındığımı hala merak ediyorum. Elbette ki tahminlerim var ama bu anılarım tahminlere kapalı.
Eminönü İlçesine Nakil Yaptırıyorum
Bakırköy ilçesinde daha fazla kalamazdım. İş yerim Eminönü ilçe sınırlarında olduğu için naklimi Eminönü ilçeye aldırdım. Bakırköy ilçesinde eskisi gibi şevkle çalışamıyordum. Partiden ayrılmayı da göze alamıyordum. Zira o dönem gidebileceğim hiçbir örgüt yoktu. Tek gidebileceğim parti TSİP olabilirdi ama onlarda ince eleyip sık dokuyacağı, hatta partiden neden ayrıldığımı araştırarak, alacakları yalan yanlış istihbarat sonu olumsuz yanıt verecekleri ihtimal içindeydi. Bu nedenle siyasi mücadelenin dışında kalarak ot gibi yaşamayı göze alamadım. O dönemi gençler anlayamazlar, bir örgütten atılan ya da ayrılanın başka bir örgütte siyaset yapması imkansız denecek kadar zordu.
Odabaşılığa Karşı Mücadele
Yıl 1979. Cağaloğlu Aydınlar Han’da, küçük bir trikotaj atölyesi işletiyordum. Beş katlı handa tamamen konfeksiyon ve trikotaj atölyeleri mevcuttu. Bölgedeki hanlar Odabaşı denen mafyalaşmış kişilerce yönetiliyordu. Aydınlar hanın odabaşı sı, bölgede 8 adet hanı yönetiyordu. Hanların çay ocaklarını bunlar işletirdi. Atölyelerden çıkan makas artıkları ve fireleri piyasa değerinin 1/3 oranında bir fiyatla zorla atölyecilerden kendisi satın alır, dükkanların kirasını kendisi belirler, (pazarlık şansınız yoktur) atölyenizden taşınacak bir çuval vb. kendiniz taşıyamayıp onların hamalına taşıtmak zorundasınız vs. Bu odabaşı ki 15 yaşındaki oğluna kendi cinayetini yıkarak hapisten kurtuldu. Uzatmayayım, tüm bu olumsuzluklara karşı, handa örgütlenmeye karar verdik. Han yönetiminde söz ve karar sahibi olmak istiyorduk. Hanın her katından temsilciler seçtirerek mücadeleye başladık. Temsilciler, CHP dahil o günkü solun tüm örgütlerinden kişilerce oluşturulmuştu. Han çok büyük olduğu için her siyasetin üyesi mevcuttu. Yani örgütlü kişiler öncülük ediyorduk. Seçilen komitenin başkanı ben idim. Odabaşı da doğal olarak beni hedef olarak seçti ve ha bire tehditler savurmaya başladı. Bir gün arkadaşlardan bir haber geldi. “Sakın dışarıya çıkma, odabaşı dışarıdan hana bir sürü adam getirdi, sen çıkınca üzerine saldırtacak gibi görünüyor” diyince, ben Eminönü ilçe örgütüne haber salarak durumu anlatmalarını söyledim. Bunun üzerine biraz sonra 25-30 partili ve genç Öncülü arkadaş ellerinde sopalarla hana baskın düzenleyerek beni kurtardılar. Odabaşı bu eylemden ürktü ve bana doğrudan saldırmaktan vazgeçti. Ne var ki birkaç gün sonra karakoldan polisler “hakkında şikayet var” diyerek beni karakola götürdüler. Şikayet eden odabaşı da karakoldaydı. Komiser ile odada sohbet ediyorlardı. Uzatmayayım o benden, ben de ondan şikayetçi olduk, ifadelerimizi alıp bizi birlikte bıraktılar. Biz odabaşıyla, birlikte karakoldan çıktık ve yan yana, hana doğru yürümeye başladık. Odabaşı bana, “Bak İbrahim usta, benim bölgede elli tane köpeğim var, üzerine salarsam sana yazık olur” diye tehditler savurmaya başlayınca, ben de ona, senin elli köpeğin varsa benim elli bin yoldaşım var, bana bir şey olursa yedi sülaleni kazıtırım bu dünyadan diyerek iki yediliyle rest çektiğimi hatırlıyorum. O dört asla rest çekiyor, ben iki yediliyle restini görüyordum. O dönem malum her gün sokaklarda onun üzerinde insan öldürülüyordu. Uzatmayayım, ben durumu partiye anlattım. Ne var ki partinin yanıtı “Biz parti olarak mafya ile mücadeleyi öngöremeyiz” gibi bir yanıt verdi. Ne var ki ben öz gücümüze güveniyordum. Her hangi bir durumda partili gençlerin yanımda olduğunu da biliyordum. Üstelik diğer örgütler de vardı. Bir gün atölyeye tanımadığım iki genç geldi. “Abi biz odabaşı ile yaşadıklarınızı biliyoruz, sende onaylarsan biz odabaşının işini bitireceğiz “ demezler mi? Ben karşı çıktım. Bizim mücadelemiz kişilerle değil, biz odabaşı mevhumu ile mücadele ediyoruz diyerek gençleri gönderdim. Ne var ki, iki gün sonra hana birkaç kişi girip, odabaşına kendilerince uyarı yapmayı da ihmal etmemişlerdi. Odabaşı benden şüphelendi ve sanırım denge sağlanmış oldu. Derken 12 Eylul gelip çattı ve ben de hanı terk ettim.
ZEYTİNBURNU İLÇE BAŞKANLIĞIM
Partinin Zeytinburnu örgütü yoktu. Seçimlere girebilmek için ise, belli sayıda il ve ilçede örgüt gerekiyordu. Parti bana kağıt üzerinde ilçe başkanlığı teklif etti, ben de kabul ettim. Şenel Akçay’ da (ışıklar içinde yatsın) ilçe sekreteri oldu. O dönem TİP-TSİP ve TKP birliği gündeme gelmişti. Parti bu konuyu da içeren geniş bir tartışma açmış ve ben birlik konusunda olumlu görüş bildirmiştim. İlçe kongreleri başlamıştı. Zeytinburnu ilçesi olarak bizde kongre yapmak durumundaydık. İl kongresine de bir delege seçmemiz gerekiyordu. İlçe başkanı olarak benim delege olmam teamüldendi. İlden iki kişi geldi ve kongremizi onların gözetiminde yaptık, Ne var ki il görevlileri benim delegeliğimi engelledi ve Şenel arkadaş delege oldu. Şenel arkadaş ile yıllar sonra geçmişi yad ederken anlattı. Güya ben ve benim gibilerin “partiyi, TKP’ye satma tehlikesi varmış” Parti görevlileri bu nedenle benim delegeliğimi engellemiş… Her neyse, ben TBKP içinde bulunmadım ama,’ birliğin’, başlangıçta birliğe karşı olanlarca sağlanmasına da çok şaşırmadım. Zira ‘Aklın yolu bir’. Bu nedenle birliği gerçekleştirenlerin, partiyi TKP’ye satmadığını biliyorum. Ne var ki o birlik doğal bir likidasyon yarattı. Bunun da altını çizmekte yarar var. (Bu vesileyle Behice BORAN yoldaşı saygıyla anıyorum. Işıklar içinde yatsın.)
Sosyalist Birlik Partisi Süreci
1980 Askeri faşist darbesi ve akabinde Sovyet’lerin çöküşü, dünya soluna bir, Türkiye soluna iki darbeyi birden vurmuştu. Her şeye karşın yeniden derlenip toparlanmak gerekiyordu. Türkiye sol hareketlerinin önemli bir kesimi yasal partileşmeye henüz hazır değildi. Hazır olanlar, Kuruçeşme tartışmalarından sonra, birleşik bir sol parti kurulması için harekete geçmişti. (Daha önce kurulan TBKP ise, yeterli desteği bulamamıştı. Benim gibi birlik yanlısı TİP’li lerin değil de, birliğe başlangıçta karşı olanların ‘birliği’ gerçekleştirmeleri ve TSİP’in dahil olmaması birliğin cüce doğmasına yetmişti.) Henüz yasallığa kavuşamayan TBKP’liler, bir çok yerde büro açmışlardı. Bakırköy Adımlar bürosu da bunlardan biriydi.
Çetin Serfidan ve benim de yönetimde olduğumuz ve ağırlıkla TİP’li arkadaşların öncülüğünde, bir yapı kooperatifi kurmuştuk. Koop. büromuz Güngören’de idi. Büromuzda koop. işleri yürütülürken durmadan siyasi tartışmalar yapıyorduk. Bir taraftan da Kuruçeşme tartışmaları yaşanıyordu. Biz koop. bürosunda tartışmaları büyüttük. 15-16 kişilik bir grup olmuştuk. Tartışmaların sonunda 15 maddelik bir bildirge yayınlamıştık. Bu bildirgemiz; Geçmişteki partilerin iç hukuklarının yeterince demokratik olmadığının tespitinden hareketle; Çoğulcu, çok sesli, azınlıkların çoğunluk olabilmelerine açık, farklı düşüncelerin zenginlik sayılması gerektiği, nis-pi temsile dayalı, rotasyonu ve geri çağırmaya açık v.b. 15 madde’den oluşuyordu. TSİP’li Saffet Uygur, bu bildirgemizi Kuruçeşmecilere ulaştırınca, Kuruçeşmeciler bildirgemizi benimser ve SBP’nin tüzüğünde tüm önerilerimiz yer bulur.
Biz bu arada tartışmalarımızı koop bürosundan Bakırköy Adımlar bürosuna taşımıştık. (Bakırköy adımlar bürosu oldukça kalabalıktı. Sanırım 150 kişi vardık.) Tartışmalarımız son derece ciddi bir atmosferde sürüyordu. Bu dönemde Kuruçeşme’nin yanı sıra ülkenin birçok bölgesinde de tartışmalar yürütülüyordu. Bakırköy’de ki tartışmalarımız yeterince olgunlaşmış olup parti kurma noktasına gelmiştik. Karar almış, ülkenin diğer bölgeleri ile temaslarımızı daha da geliştirme aşamasına gelmiştik ki, Kuruçeşme’den parti kurma kararı çıktı. İç hukuk tespitleri bizim tespitlerimizle aynıydı. Bunun üzerine birkaç tartışmadan sonra Kuruçeşme sürecine dahil olma kararı verdik ve Adımlar lokali, artık SBP’nin Bakırköy ilçe lokali olmuştu.
SBP tüzüğü her ne kadar geçmişin klasik parti tüzüklerine oranla daha demokratik ilkeler içerse de, pratikte işletilmiyordu. Parti kurulur kurulmaz ortak parti kimliği yerine grupçuluk ve grup kimlikleri belirleyici olmaya başladı. Tüzük nisp-i temsili emretmesine karşın, daha birinci kongresinde çarşaf liste uygulandı ve TBKP ağırlıklı bir grup ile yönetim paylaşılmayınca onlar da partiden ayrıldılar. Ne var ki, 16 kişiden oluşan biz Bakırköy delegeleri hemen bir araya gelerek, söz konusu gurup tan Aziz Çelik ve Nesrin Aslan’a oy vererek ikisinin partide kalmalarını sağlamıştık. Bu iki arkadaş düşüncelerinden vazgeçmiş değildi ama partinin kalan şefleri için iki kişi ile bir tehdit oluşturamazlardı, bu nedenle her ikisinin de siyasi yaşamı ÖDP dahil sürdü.
O dönem, gençliğin verdiği dinamizmin de etkisiyle çok koşturuyordum. Troçkist grupla, Emeğin Birliği ile Kurtuluşçularla İlişkiler geliştirmeyi başarmıştım. Bildiğim kadarıyla daha önceleri yasal parti konusunda çekinceleri olan bu gruplar, artık yasal parti konusunda olumlu yaklaşımlar sergiliyorlardı. SBP bu dönem Yalova HARB-İŞ sosyal tesislerinde iki günlük bölge temsilciler toplantısı düzenledi. Bakırköy’den Çetin Serfidan ve ben de toplantıya delege olarak katıldık. Toplantı öncesi Bakırköy ilçeden tartışmalar neticesinde bir metin hazırlamıştık. Bu metin özetle “Türkiye sosyalist hareketinin birliği tamamlanmamıştır, SBP bu birliğin önemli bir bileşeni, hatta katalizörüdür, bu nedenle daha geniş birlik konusunda derhal girişimlere başlayarak, daha geniş birliklerin örülmesine öncülük etmelidir” mealinde idi. Hatta toplantıya teamülden olmasa da Emeğin Birliği grubundan Mustafa Çubuk’u da (ışıklar içinde yatsın) davet ederek, toplantıda bir konuşma yapmasını sağlamıştık. Önerimize, partinin yöneticileri top yekun karşı çıktı. Çetin ve ben, biryandan da Mustafa Çubuk birliği var gücümüzle savunuyorduk. Anadolu’dan gelen delegelerde bizi destekliyorlardı. Bir öğle yemeği arasında, SBP il başkanı olan Atilla Aytemur, Çetin ve benimle görüşmek istediğini söyledi. Görüşmemizde,”Her ikinizde değerli, yetenekli, birikimli arkadaşlarsınız, İl Yönetim Kurulumuzun bir eksiği var, içinizden biriniz asil, diğeriniz yedek olması için size teklif etmek üzere görevlendirildim, hanginizin asil ya da yedek olacağını siz kararlaştırın” demez mi? Biz “tamam bir düşünelim, konuşalım, sana bildiririz” diyerek ayrıldık. Çetin ile hemen değerlendirdik ve “bunlar bizi susturmak istiyorlar ama sert kayaya çarptılar bizi susturamayacaklar, ısrarımızı daha da şiddetli sürdürelim” diye karar verdik. Ve ısrarımızı sürdürdük. İster sağ duyu deyin, ister sol duyu, isterseniz aklın yolu bir deyin, önerimiz yöneticilere rağmen OY BİRLİĞİ ile kabul edildi. Yöneticiler bile top yekun parmak kaldırmak zorunda kaldılar.
Tekliflerini geri almadılar, ben asil Çetin yedek üye olarak İl Yönetimine girdik. Toplantıdan birkaç gün sonra bir basın açıklaması yayınlandı. Birkaç hafta sonra da Parti sonuç bildirgesi yayınlandı. Neredeyse bir tam gün tartışılarak alınan karar, hiç alınmamış gibi her iki bildirgede de yoktu. Bunun üzerine, sırayla toplantının Divan Başkanına, İl Başkanına, Genel Başkana “Yalova’da alınan karar neden sonuç bildirisinde ve basın açıklamasında yok” diye sormama rağmen yanıt alamadım. Divan başkaın”Valla tutanakları ben teslim ettim, sonrasını bilemiyorum” diyor, İl başkanı “Valla bilmiyorum, neden yayınlanmadı haberim yok” diyor, Genel Başkan’da benzer sözlerle beni başlarından savıyorlardı. Kısacası topu taca atıyorlardı. Baktım olmayacak, oligarşik parti diktatörlüğü ile tek başıma baş edemiyorum, kararımı verdim, hem il yönetiminden hem de partiden istifa ederek SBP serüvenimi noktaladım. Çetin, nedense partide kaldı ve mücadeleyi parti içinde kalarak sürdürmeyi seçti.
Bundan sonraki yazımda BSP sürecini yazacağım

Hiç yorum yok: