4 Temmuz 2011 Pazartesi

Çevre’ Fenerbahçe’yi mi Zaptediyor?

Ferhan Umruk




Hani şu, Şerif Mardin’in artık kendisinin de ihtiyatlı kullandığı merkez-çevre kuramının dün ortaya çıkan ispatı vücudu Fenerbahçe odaklı şike operasyonu mu oldu?



Kuramsal çerçeve şıktır ama ‘Futbolun sadece futbol olmadığına’ dair yerleşik düşünce de onun tarihsel süreciyle ilintilendirildiğinde, bu kuramı da aşan bir niteliğe sahiptir.



Futbol siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda akla ilk gelen tarihsel örnek, Portekiz’in faşist diktatörü Salazar’dır. Toplumsal desteğe üç F ile ulaşmayı mümkün görmüştür. Futbol, Fiesta ve Fado diktatörün tahtının sacayakları olmuştur.


Roma kulübünü kuran Mussolini ondan, imparatorluk geçmişini canlandıracak başarıları beklemiştir.



Hitler futbol dünyasının sınırlarını aşarak 1936 Olimpiyatlarını Berlin’de düzenleyerek üstün Alman Irkının başarılarını dünyaya ispat etmeyi amaçlamıştır.



Yakın tarihin Doğu Avrupa bürokratik işçi devletlerinin sporda başarıyı siyasete tahvil maksadıyla doping kullanımı yoluna başvurmaları genç kadın ve erkeksporcuların sağlıklarını kaybetmelerine yol açmıştır.



Türkiye’nin futbolla olan serüvenine göz attığımızda da siyasete egemen olanın futbola da egemen olduğunu görürüz.



Futbolu domine eden Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş kulüplerinin 1980’lere kadar başkanları her zaman iktidarda bulunan siyasi partinin ya milletvekili ya da üyesi taraftarıdır.



Siyasi iktidar ve futbol kulüpleri ilişkisi bakımından Fenerbahçe başkanları örnek alınırsa;



1916-1918 arası Dr. Nazım İttihat Terakki partisi Yöneticisi



1934-1950 arası Şükrü Saraçoğlu CHP Maliye Bakanı



1951-1953 arası Osman Kavrakoğlu DP milletvekili



1961’ e kadar DP milletvekilleri



1966-1974 arası Faruk Ilgaz AP yöneticisi



1983-1984 arası Faruk Ilgaz



Günümüze kadar da devlet ihaleleri alan müteahhit iş adamları.



Seçilmiş örneklerde görüldüğü gibi 1907’ de kurulan Fenerbahçe kulübü başkanları her siyasi iktidar değişiminde ona uyumlu olarak değişmiştir. Kuşkusuz bu durum sadece Fenerbahçe’ye özgü değildir. Beşiktaş ve Galatasaray yönetimleri de siyasi iktidarlarla aynı tarz ilişkiyi sürdürmüşlerdir.



1934’te Galatasaray’dan bölünerek kurulan Güneşspor, İnönü-Bayar çekişmesinin sonucu olarak doğdu. Güneşspor Bayarcılar tarafından kuruldu.



1909’ da Progres adıyla İttihatçılar tarafından kurulup 1914’te Ziya Gökalp’in önerisiyle Altınordu adını alan kulübün başkanı da Talat Paşa’ydı. Türkçü milliyetçiliği esas olan kulübün, 1915 Ermeni kırımının öncesinde teşkil edilmesi, bu kıyama döşenen taşlardan biri olmasını muhtemel kılıyor.



Yine, Mussolini esintili olması muhtemel olan 12 Eylül Cuntası lideri Kenan Evren’in Ankara’nın ligde bir takımı olması ısrarı üzerine, bu arzusunun 2. Ligdeki Ankaragücü’nün ite kaka Türkiye Kupası kazandırılarak yapılan değişiklikle 1. Lige terfi ettirilmesiyle sonuçlandığını not edelim.



Günümüze gelirsek, 2002’de iktidar olan AKP’nin seleflerinden farklı bir tarzı siyaset içinde olduğu söylenebilir mi?



Muktedirlerin siyaset sınıfının bir kutbu olan AKP, seleflerinin tarzı siyasetini benzer biçimde rakiplerine karşı ustaca kullanıyor. Üniversite, medya, Yargı kurumlarında hegemonyasını kurdu.



YÖK’ün kaldırılacağını umup AKP’yi destekleyenler, onun selefleri gibi yalnızca YÖK’ün yönetimini ele geçirmeyi amaçladığını algılayamadılar.



Medyada, Doğan grubuna yapılan vergi operasyonuyla rakip muktedir sınıf sindirildi, AKP hegemonyasını kurdu.



Yargı, referandumda demokrasi vaveylasıyla yapılan oylamayla HSYK’nın demokratikleşmediği görüldü ama AKP yargıda da hegemonyasını kurmuş oldu.



Demokratikleşme olarak sunulan değişimin temel niteliği, rakip muktedir sınıflardan birinin hegemonyasının kaybı, diğerininse kazanımı oldu.



Şimdi Fenerbahçe taraftarları seslerini yükselterek ’İmamın ordusu Fenerbahçe’yi bastı’, ‘Son kale düşmeyecek’ diyorlar. Yaşanan siyasi süreç , emniyetten kaynaklanan komploya dayalı iddianamelerin ayyuka çıkması taraftarların zihinlerinde bu kuşkuların doğmasına neden oluyor.



Aslında AKP iktidar olduğundan itibaren futbola el attı. ‘Kasımpaşalı Erdoğan’ olmayı popüler prestij aracı olarak kullanan Erdoğan’ın takımı Kasımpaşa bir şekilde1.Lige çıktı. Belediyeler futbol kulübü sahibi oldular. Bursaspor, geçtiğimiz yıl Fethullah cemaatinin efradından teknik direktör Ertuğrul Sağlam’ın yönetiminde şampiyon oldu ama Şampiyon kulüpler kupasında perperişandı…



Donanımı olmayan Anadolu kulüplerinin başarı kazanamayacağı görüldüğünde, seleflerinin yaptığı gibi büyük kulüpler üzerinde hegemonya kurmak AKP’nin de tercihi olmalıydı. Üstelik Galatasaray’ın yeni stadının açılışına gelip yuhalanan Erdoğan’ın bunu kafasının bir yerine not etmediğini düşünmek abestir.



Futbolun, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de milyar dolarların döndüğü kapitalizmin bir endüstrisi haline dönüştüğünü biliyoruz. Futbol, sadece parasal yönüyle değil kitleleri etkisi altına alan niteliksel bir özelliğe sahip. Dolayısıyla, üst sınıflar ekonomik olarak da, siyaseten de futbolun her zaman içerisindeler. Futbolun kapitalist ekonominin bir parçası olmasından ve kapitalizmin kendini yasalarla sınırlayamaz niteliğinden ötürü her türlü yasa dışı eylem futbolun içinde de boy gösteriyor.



Kapitalist küreselleşme futbol endüstrisini de sarmaya devam ediyor. Petrol zengini Arap şeyhleri Avrupa’da takım satın alıyor, Rus oligarkları İngiltere’nin ünlü kulübü Chelsea’nin sahibi oluyor.



O halde, tüm bunlar dikkate alındığında, dün başlayan operasyona denecek olan; ‘Günahsız olan ilk taşı atsın’ sözlerini hatırlatmak olacaktır.



Şu anda bir zabıta vakası ile karşı karşıyayız ve bunun aslı astarını da bilememekteyiz. Ancak önemli olanın bu olmadığı besbelli, suç kanıtlansın veya kanıtlanmasın, nasıl Doğan grubu vergi incelemesi ile hizaya getirilip diğerleri de onu takip ettiyse, Fenerbahçe ve özellikle diğer büyük kulüplerin yönetimlerinin de iktidar yanlısı veya en azından iktidara razı yeniden yapılanmayla hizaya getirileceklerini öngörebiliriz. Bu bakımdan, Fenerbahçe’ye rakip takım taraftarlarının şu anda hoşnutlukla izledikleri gelişmelerin boyutu dikkate alındığında, kendi takımları da kısa zamanda iktidar tarafından hizaya getirileceğinden, büyük çoğunluğunun yüzü ekşiyecektir.



Şöyle diyelim ve bağlayalım, AKP iktidarının, sistemin kurumları üzerinde hegemonya sağlamak üzere yaptığı hamleleri deruni analizler yaparak ona ulvi nitelikler atfetmek hakikatle bağdaşmıyor. Onun da nihayetinde, selefi muktedir siyaset erbabının yaptıklarını ve tarzını sürdüren muktedirlerin siyaset sınıfının damarından zuhur etmiş bir siyasi aktör olduğunun farkında olmak gerekiyor.

Hiç yorum yok: