31 Temmuz 2011 Pazar

Devrimci Siyaset Yalandan Arındırılabilir mi?

İbrahim Özkurt


70’li yıllarda “Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi “ adlı, birisi Bilim Yayınlarınca, bir diğeri Aydınlık Yayınlarınca yayınlanmış iki kitap çıkmıştı. Her iki kitabı okuyanlar bilir. Birincisi resmi tarih, ikincisi ise Mao’cu alternatif tarih idi. Sovyet yanlıları birinciye, Mao’cular ikincisine inanıyordu. Sovyetler Birliği çökünce her iki tarihin yalanlarla dolu olduğu açığa çıktı. Çin ile ilgili resmi tarihte öyle…




Yine 70’li yıllarda yayınlanan başta Lenin’in kitapları olmak üzere çevirisi yapılan kitapların tamamı tahrifatlarla doluydu. Çeviriyi yapanın ideolojik görüşü doğrultusunda idi bu tahrifatlar. Kısacası sosyalizmi kaynağından ve yaşanan pratiklerden öğrenmekte olan ve benim gibi yabancı dil bilmeyenler yalanlar üzerinden öğreniyorduk devrimci siyasetin hem teorisini hem pratiğini. Parti yöneticisi de olan sendikacı bir arkadaş, üyesi olduğumuz partinin, Ekim devriminin 50. Yıl kutlamasının yapıldığı salonda, Sovyetler Birliği gezisinde iken kendisine gezdirilen bir fabrikayı anlatırken, ya yalan söylüyordu, ya da kendisine adeta sanal bir fabrikayı gezdirmişlerdi. Anlatılanlar; fabrikanın çalışma alanında, kapının yanında 4-5 otomat, ve her otomat tan ayrı içecek bedava imiş. Süt, çay, kahve, su ve meşrubat…. Ve çiçeklerle donatılmış çalışma alanı… O günlerde inanıyorduk bu yalanlara. Dediğim gibi yalanı ya yönetici arkadaş söylüyordu ya da ona fabrikayı gezdirenler.



Sovyetler çöktükten sonra yine Sovyet yanlısı bir partinin kadın yöneticisi, televizyondaki bir söyleşi programında ; “Sovyetler birliğini birkaç kez gezdim. Orada gördüklerimi ülkeme dönünce tam olarak anlatamıyordum, şimdi itiraf ediyorum” demişti ve sıralamıştı sakladıklarını ve daha önceki yalan yanlış anlatılarını.



Gulag Takım Adaları kitabını okuyunca sanırım hepimiz “vay be, neler yaşanmış meğer, amma da kandırılmışız” gibi tepkiler vermiştik. Geçenlerde Eugenıa Ginzburg’un ANAFORA DOĞRU ve ANAFORUN İÇİNDE isimli Pencere yayınlarından çıkmış, Gün Zileli’nin çevirisini yaptığı öz yaşam öyküsünü okudum. Öykünün etkisini hala üzerimden atamadım. Öykü 1937 yılında Troçkist olarak suçlanan parti üyesi bir öğretmen kadının tutuklanarak çalışma kamplarındaki 16 yılının öyküsüydü. Şayet okursanız Stalin’in, normalde hiç kimsenin isteyerek çalışamayacağı madenler ve çalışma kamplarında, parti üyesi ve sıradan yurttaşlarını tutuklatarak, 10-20 yıla mahkûm ederek ve zorla çalıştırarak ABD ile ekonomik yarıştaki “başarısını” nasıl elde ettiğini yorumlayacaksınız benim gibi. (Hitler’in çalışma kamplarından hiçte farkı olmayan bu kampların hikâyesini herkesin okumasını öneririm.)



Her birimiz yaşadığımız pratik içinde bir dizi yalanlarla karşılaştık. Kimi zaman kandırıldık, kimi zaman kandırdık. Hülasa yalanlar ve gerçekler ile iç içe büyüdük, büyüyoruz. Ta ki yalanın işleyemeyeceği bir siyasetin iç hukukunu örene kadar. Evet doğru okudunuz, yalanın işleyemeyeceği bir iç hukuk….. Demem şu ki, solun geçmişte ve halen kurguladığı iç hukuk yalanı teşvik ediyor. Bu öyle bir hukuk ki, yalansız işletilemiyor. Bu öyle bir hukuk ki, çoğunluk bir avuç insana, çoğunluk adına karar alma ve uygulama yetkisi tanıyor. Bu hukukta, karar alıcılardan ancak genel kurullarda hesap sorulabiliyor. Sorabilirseniz tabi… Bu hukukta iktidar yarışı var. Bu hukukta yönetmek yarışı var. Bu hukukta yöneticiler gibi düşünmeyenlerin üyeliği yöneticilerin iki dudağının arasından çıkacak söze bağlı. Bu hukukta belde, ilçe ve hatta il yöneticilerinin merkezce görevden alınması var. Bu hukukta komünistin komünisti yönetmesi var. Yani eşitlik yok. Kısacası iktidar yarışının, yönetmek yarışının olduğu bir hukukta yalansız işletemezsiniz iktidarınızı. Yalansız götüremezsiniz muhalefetinizi. Kulisin yaşanmasını zorunlu kılıyor bu hukuk. Her kulis yalanla başlar, yalanla biter. Sadece yalan da değil kulislerin ürettiği. Kulislerde küfür ün, iftira ve kara çalmaların bini bir para…. Zira kulis sonrası iktidar yarışı yapılan genel kurul yapılacaktır. İlle de iktidar olmak adına yalan dolan sanki meşru imiş gibi içselleştiriliyor yöneticiler ve üyelerce.



Son yıllarda hemen hiç yazılmayan iki sözcüğü anımsadım. Kariyerizm ve Oportünizm … Geçmişte sol güçler bir birlerini bu iki sözcükle itham ederlerdi. Zira geçmiş iç hukukumuzda fırsatçılık ve özellikle yöneticilerin, güçlerini kötüye kullanması olağan hale gelmişti. Çünkü hiç kimse iktidarından olmak istemiyordu.



Buraya kadar yaşadığımız ve halen yaşamakta olduğumuz yalanları, adeta meşru bir hakmış gibi içselleştirdiğimiz iç hukukumuzu sorgulamaya çalıştım. Klasik iç hukukumuzu terk etmeden yalansız sol siyaset işletemeyeceğimiz aşikar. O halde nasıl bir iç hukuk kurgulamalıyız ki içinde yalan işletilemesin. Yalan söyleyenin bile yalanının yatsıya kadar süreceği, işlevsiz kalacağı bir hukuk.



YÖNETEN ve YÖNETENİN olmadığı, doğrudan demokrasinin işletileceği bir hukukta, yalanlar olsa bile asla etkili olamaz. Doğrudan demokrasi ve yöneticisiz oluşturacağımız aracın yalan elamanı olamaz bence. Klasik iç hukuk ile işlettiğimiz aracın ise yalanlarla dolu elemanları mevcuttu. Yalan olmadan o aracı yürütemiyorduk. Yalanlarla yürüyen aracımız aniden duvara öyle bir toslar ki, hepimiz şaşkına döndük.



Bu blok sitenin içinde, Yöneten ve Yönetilenin olmadığı, doğrudan demokrasi ile kurguladığım bir iç hukuk

(TÜZÜK ) önerim mevcut. Bu nedenle tekrarı olacak öneriler sıralamayacağım. İncelenirse görülecektir ki, önerdiğim iç hukukla devrimci siyaset yalandan arınabilir ancak.

Hiç yorum yok: