6 Ağustos 2011 Cumartesi

Yalanlara Dayanan ‘’Gerçeklik’’

Ahmet Doğançayır

Merkezileşmiş ve yaygın yalana dayalı yönetimler; bunların her ikisi de kendilerini gerçek toplumun hem amacı hem de yalanı olarak gösterdiler. Birincisi diktatör bir kişiliğin etrafında merkezileşmiş bir ideolojiyi ön plana çıkararak hem Stalinist hem de Nazi karşı devrimine eşlik etmiş, İkincisi ise ücretlileri birbirleriyle rekabet halindeki geniş kapsamlı meta çeşitleri arasından ‘’özgürce seçim’’ yapmaya teşvik ederek dünyanın Amerikanlaştırılmasını temsil etmiştir.
 Ancak o zamandan bu yana bir üçüncü biçim oluşmuştur. Bu daha önceki iki biçimden daha güçlü olduğunu kanıtlamış, yaygın biçimin genel zaferi temelinde her ikisini birleştirmiştir. Artık kendini dünyaya dayatmaya çalışan bütünleşmiş bir uygulama söz konusudur. Eski uygulama biçimleri bir hayli değişmiştir. Merkezileşmiş yönü bakımından yönetim merkezi artık gizli hale gelmiştir. Orada artık ne bilinen bir lider ne de açık bir ideoloji vardır. Zira bütünleşmiş gösterinin nihai anlamı gerçeklikten söz ettiği ölçüde kendini gerçekliğe dâhil etmesi ve gerçekliği tıpkı ondan bahsettiği gibi yeniden oluşturmasıdır. Pratik, tahrifin küreselleşmesinin aynı zamanda küreselleşmenin de tahrif edilmesi anlamına geldiğini kanıtlayacaktır. Kültürde ve doğada giderek önemini kaybeden ve gün geçtikçe gösterinin ihtiyaçlarına uygun olarak seçilen eski kitap ve eski bina mirasının, halen bu önemi korumasının dışında, modern endüstrinin araçları ve çıkarları doğrultusunda değiştirilmemiş hiçbir şey kalmamıştır. Genetik bilimi bile hâkim toplumsal güçlere tamamen açık bir bilim haline gelmiştir.

Devlet Yalanları

Tahrifatın, sahteliğin yaygınlaştığını ve bunların her türlü gündelik şeylerin üzerine sis gibi çöktüğünü ve en gereksiz şeylerin üretimine kadar bulaştığını gördük. İnsanlar ve doğal kaynaklar üzerindeki teknik ve polisiye denetimin mutlak bir şekilde arzu edildiğini gördük. Devletlerin yalanı hakikatle ve gerçeğe benzerlikle ilişkisini unutturarak kendisi için geliştirdiğini gördük.

Günümüzde üretimin ve algılamanın tamamını tahrif etmek için gereken bütün araçları elinde tutan hükümetler en uzak geleceği şekillendiren tasarıların denetimsiz efendisi olduğu kadar, anılarında mutlak efendisidir. Yalana artık tepki gösterilmemesi ona tümüyle yeni bir nitelik katmıştır. Birden bire hemen her yerde varlığı sona eren veya bir varsayım haline getiren şey doğru olmuştur. Tepki görmeyen yalan ilk olarak sesini duyurma yeteneğini kaybeden ve hemen ardından da tamamen ortadan kalkan kamuoyunu yok etmeyi başardı. Bunun politikada, uygulamalı bilimlerde, adalet sisteminde açıkça görülen önemli sonuçları olmuştur.

Geçmişini unutmak isteyen ve artık bir gelecek inancı taşımayan bir bugünün oluşturulması kesintisiz bilgi akışıyla sağlanmıştır. Bu bilgiler önemli haberlermiş gibi duyurulan ama aslında dönüp dolaşıp önemsiz şeyler listesine geri dönen bilgilerdir. Bu arada gerçekten değişen şeylerle ilgili son derece önemli haberler ise nadiren ve düzensiz olarak verilir.

Mutlak iktidar hâkimlerinin ilk hedefi tarihsel bilgiyi genel anlamda yok etmekti ve bu en yakın geçmişle ilgili, hemen hemen bütün enformasyonlar ve’’ makul yorumlar’’ suretiyle gerçekleştirilmiştir. Mutlak bir iktidarın tarihi ne kadar kökten yok edeceği, kendi hâkim çıkarlarına ya da mecburiyetlerine ve özellikle de hedeflerini gerçekleştirme kapasitesine bağlıdır. İktidar sahiplerinin tarihin yasadışı ilan edilmesinden ve mahkûm etmiş olmaktan, toplumda tarih ruhunu yaygın bir şekilde unutturmuş olmayı başarmaktan sağladığı değerli avantaj, öncelikle kendi tarihini örtbas etmektir. Herhangi bir insanın geçmişini baştan sona yeniden yazmak, kökten bir şekilde değiştirmek, Moskova davalarında olduğu gibi yeniden yaratmak mümkündür ve bütün bunlar bir davanın ağırlığına başvurmadan da yapılabilir. Yönetici seçkinler her zaman mükemmel olan sahte belgelerin eksikliğini asla çekmezler. Dolayısıyla birisi hakkında doğrudan kendinizin öğrenmediği bir şeye inanmak mümkün değildir.

Sansür mükemmel olarak uygulanmıştır. Hâlâ özgür vatandaş olduklarına inandırılanların görüşlerini bildirme hakları bu denli kısıtlanmamıştı. Onlara bu kadar yüzsüzce yalanlar söylemek asla mümkün olmamıştı. Seyirci sadece hiçbir şey bilmemesi gereken ve hiçbir şeyi hak etmeyen biri olarak düşünülmektedir. Bugün devlet, spekülasyonları yeni şehirleri ve oto yolları, yer altı ulaşımı ve elektro nükleer enerji üretimini, petrol araştırmalarını ve bilgisayarların, bankaların ve sosyo-kültürel merkezlerin yönetimini ve yasa dışı silah ticaretini kapsamaktadır. Marks’ın belirttiği gibi gündüz uygulayacağı kararları gece almak yerine, gündüz karar veren gece uygulayan bir cihaz haline gelmiştir.

Toplumun üyelerinin yoğun zenginlikleri üzerine kalın bir perde çeken ön plandaki kuruluşlardan devlete, her türlü hukuksal yaptırımdan uzak sınırsız bir harekât alanı sağlayan savunma sırlarına, reklamların arkasına gizlenen dehşet verici sonuçları olan üretime ilişkin sırlar da, gizlilik üzerine kurulmuştur. Askeri ve sivil nitelikli nükleer denemeler diğer alanlarla beraber gizlilik taşımaktadır. Bu sistemin efendileri tarafından seçilmiş bilge kişilerin yalanlarını kolaylaştırmak için değiştirilmesi zor olan sayılarla oynamak amacıyla ölçümleri değiştirmek, düzenlemek, tasfiye etmek gerekli görülür. Sistem kurduğu mükemmel düzeni kuşatan kimi tehlikeleri gizlemez. (okyanusların kirlenmesi, oksijenin yenilenmesi tehlikesi vb.) Ancak sadece bunların önemsiz olduğu sonucunu çıkarır, tarihler ve oranlar üzerinde tartışarak güven tazelemeyi başarır.

Böyle bir toplumda yaşayan birey de dikkate alınmak istiyorsa kendini yadsımak zorunda kalacaktır. Böyle bir varoluş aslında sürekli değişen bir sadakati, sahte ürünlere karşı sürekli hayal kırıklığı yaratan bir dizi kabullenmeyi gerektirir. İnsanın, Pazar söylemine karşı en ufak bir itirazını duyurmanın imkânsız hale geldiği bir dönemde, böylesine vahim sorunlarla karşı karşıya kalması kuşkusuz talihsizliktir. Tahakküm altında ki toplum artık düşünmeye ihtiyacı olmadığına inanır.

Bilimin Yalanları

Bilimin günümüzde ekonomik kârlılığın dayattığı zorluklara boyun eğdiği söylenir. Aslında bu her zaman için doğruydu. Yeni olan ekonominin insanlığa karşı açık savaş ilan etmesidir. Bu sadece yaşam koşullarına değil, aynı zamanda ayakta kalma koşullarına karşı da açılmış bir savaştır. Böylece bilimsel düşünce geçmişin büyük bir bölümünde köleliğe karşı olmasına rağmen kendisini emeğin köleliği üzerine kurmuş toplumun hizmetine adamayı tercih eder. Bu noktaya gelmeden önce bilim göreceli bir özerkliğe sahipti. Kendi payına düşen gerçekliği düşünmeyi bilirdi ve bu nedenle de ekonomik kaynakların artmasında geniş katkıları olabilmişti. Her şeye kadir ekonomi, çığırından çıktığında hem yöntem bilimsel açıdan hem de ‘’araştırmacıların’’ pratik çalışma koşulları açısından, en son bilimsel özerklik kırıntıları da ortadan kalkmıştır. Bilimden beklenen şey sadece olup biten her şeyi anında doğrulamasıdır. Sistemin hâkimiyeti sömürdüğü bu alanda kendisine sopa yapmak amacıyla bilimsel bilginin dev ağacını kesmiştir.

Yalana dayalı doğrulamaların bilimi doğal olarak burjuva toplumunda görülen ilk çöküş belirtileriyle şu ‘’beşeri’’ denilen sahte bilimlerin kanserli hücre gibi çoğalmasıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Yine de örneğin modern tıp bir ara kendini işe yarıyormuş gibi gösterebilmişti. Ancak çiçek ya da cüzzam hastalığının çaresini bulanlar nükleer ışınlar ya da tarımsal gıda kimyası karşısında alçakça teslim olanlardan farklıydılar. Doğal olarak bugünkü tıbbın hastalıklı çevre karşısında artık toplum sağlığını savunma hakkının olmadığı kolaylıkla görülebilir çünkü bu devlete ya da en azından ilaç tekellerine meydan okuma anlamına gelir.

Sosyalizm Adına Stalinist Bürokrasilerin Yalanları

Genel olarak işçi hareketinin ve sosyalist hareketin başarısızlığından söz ettiğimizde ne yanlışlar, ne de affedilebilir ‘’günahlar’’ya da hoşa gitmeyen bireysel olaylardan bahsediyoruz. Milyonlarca insan üzerinde şok etkisi yapmış suçların ve yalanların tüyler ürpertici sonuçlarından söz ediyoruz. Bu etkileri Marks, Lenin ya da Troçki nin ya da başkalarının şu ya da bu ciddi analiz ya da uzağı önceden görme yanlışlarıyla özdeşleştirmek anlamsız olur. Eğer böyle yanlışlar fiilen kanıtlanabilirse tabii. Bu suçlar kesinlikle önlenebilirdi. Onlar Marksist Leninist düşüncenin hiçbir ‘’mantıki’’ ya da ‘’önüne geçilmez’’ sonucu değildi. Üstelik çok sayıda komünist bu sonucu vermekle tehdit eden politik kararlara karşı zamanında uyarıları yaptılar.

‘’Araç sadece amaçla doğrulanabilir. Ama amacında doğrulanmaya ihtiyacı vardır. Proletaryanın tarihsel çıkarlarını dile getiren Marksizm yönünden amaç eğer insanın doğa üzerindeki egemenliğini arttırmaya ve insanın insan üzerindeki emenliğini kırmaya götürüyorsa doğrulanmış olur.’’(L.Troçki onların ahlâkı bizim ahlakımız Özne yay. S.38)Stalinizm ile birlikte ideoloji bir silah değil amaçtır. Bu ideoloji kitlelerin mutluluğunu bizzat katılımları olmadan sağlamaya çalıştığını iddia eden, kitlelerin örgütlenmesini sarsarak bunun yerine ‘’lidere’’tapmayı amaç haline getiren uygunsuz usul ve yöntemler bütünüdür. Artık karşı çıkılmayan yalan çılgınlık haline gelir. Gerçeklik ve amaç totaliter ideolojinin ilanıyla birlikte yok olur. İktidardaki totaliter ideolojik yapı alt üst olmuş bir dünyanın iktidarıdır. Güçlendikçe varlığını inkâr eder ve gücü her şeyden önce var olmadığını doğrulamasına yarar. Her yere yayılmış olan bürokrasi bilinç için görünmez olmalıdır. Mutlak yalanın toplumsal örgütlenmesi bu temel çelişkiden kaynaklanır. Çıldırmış ideolojinin bilimsel uygulamasının Rus ekonomisinde nelere mal olabildiği sadece Lysenko’nun yalanlarıyla bile görülür.

Stalinizm bizzat bürokrasi içindeki terörün hükümranlığıdır. Bu sınıfın iktidar temelini oluşturan terörizm kendi üyelerini de kırıp geçirmek zorundaydı. Zira üyelerine verebileceği hiçbir hukuksal güvence mülkiyet sahibi sınıf olarak kabul edilmiş hiçbir statü yoktur. İktidardaki bürokrasinin üyeleri temel bir yalana ortak olmak suretiyle toplum üzerine kolektif bir mülkiyet hakkına sahip olurlar.

‘’Sosyalist bir toplumu yöneten proletarya’’ rolünü oynamaları ve ideolojik sadakatsizlik metninin sadık oyuncusu olmaları gerekir. Bir bürokrat olduğunu kanıtlamakta olanaksızdır çünkü bürokrasinin resmi hakikati var olmamasıdır. Böylece her bürokrat yok etmediği bütün bürokratların ‘’sosyalist iktidarına’’ kolektif bir şekilde katılımı tanıyan ideolojinin sağladığı temel güvenceye mutlak olarak bağlıdır. Her ne kadar bürokratlar birlikte oldukları zaman her şeye rağmen karar veriyorlarsa da kendi sınıflarının birliği ancak terörist iktidarlarının tek bir kişide toplanmasıyla sağlanabilir. İktidarın yalanın tek pratik hakikati bu kişide toplanır. Kimin ‘’iktidardaki proleter’’ ya da Mikado veya Wall street’in emrindeki hain olarak adlandırılması gerektiğine kesin kararı Stalin verir. Bürokratik atomlar sahip oldukları hakların ortak ruhunu Stalin’in kişiliğinde bulurlar. O bir yandan tahakküm alanını belirleyen bir güç iken diğer yandan da bu alanı yıkıma uğratan güçtür.

Mutlak iktidara sahip olarak mutlaklaşmış ideoloji kısmi bir bilgiden bir yalana dönüştüğünde tarih düşüncesi öylesine mükemmel bir şekilde yok edilir ki tarihin kendisi en deneysel bilgi düzeyinde bile artık var olamaz.

Sosyalizmlerini ‘’tek bir ülkenin dışına ulaştırmayı başaran’’ ve çıkarları çatışan bürokrasilerin eşitsiz ekonomik gelişmesi Rus yalanı ile Çin yalanı arasında toplu bir yüzleşmeye yol açmıştı. Bu noktadan itibaren iktidardaki her bürokrasi ya da bazı ulusal işçi sınıflarına Stalinist dönemden kalan iktidar adayı her totaliter parti kendi yolunu izledi. Bürokratik aldatmaca, iktidarının küresel düzeyde çözülüşü, Burjuvazi açısından var olan düzene karşı muhalefeti, yanılsamalı bir şekilde, kendini nesnel olarak destekleyen hasmının yok olması anlamını taşımıştır. Bu gösteriye dayanan iş bölümü, sahte devrimci rolün yok olmasıyla sona ermiştir.

Fakat, Stalinizmin tarihsel başarısızlığının, işlediği suçları aşan bir boyutu daha var. Burada en kötüsü toplumun sosyalist yapılanmasını gerçekleştiren deneyinin tarihsel başarısızlığıdır. Bugün yıllarca sistematik sosyalist çalışma ve örgütlü işçi hareketinin çabaları sonrası sayısız mücadele ve muazzam kurban sayısına karşın, dünyanın hiçbir yerinde sosyalizmin iktidarı yok, bunu, aksini iddia eden tüm propaganda çabalarına rağmen, kitleler ikna olmuyor. Bu belki ideolojik ümitsizliklerin ve kuşkuların asıl nedenidir. Kendilerine yönelttikleri asıl soru: bunca yıllık mücadeleden sonra erişilmeyen bir amacın peşinden gitmek gerçekçi midir? Bunun için hâlâ kurban verilmeye değer mi? Bu çerçeveden bakıldığında uluslar arası burjuvaziye yapılan en büyük ideolojik hizmet, Sovyetler Birliği’nde, Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Doğu Avrupa ve başka yerlerdeki melez geçiş toplumlarını ‘’sosyalist’’ etiketle süslemekle suretiyle yapıldı. Bu da, burjuvazinin, politikacılarının ve ideologlarının çürütülmez delillere dayanarak alaycı tavırlarla ‘’sosyalist ülkeler arası savaşlar’’,’’sosyalist toplama kampları’’ vb. şeklinde konuşmalarını sağladı. Bu ülkelerde yaşanan ‘’sosyalizmlerin’’ çöküşünden sonra toplumun radikal yapılanması olanağına ve sosyalist planlara kitlelerin kuşkuyla bakmalarına şaşılabilir mi?

Ancak sosyalistlerin yıllarca süren mücadeleleri her ne kadar hiçbir yerde sosyalist topluma götürmemiş olsa da, toplumsal gerçeği dünya çapında köklü bir biçimde değiştirdi. Dünyanın her yerinde işçiler babadan kalma zincirleri artık kabul etmiyorlar. İşçi kitleleri yukarıdakilerin’’ahlaksız, aynı zamanda yeteneksiz olduklarını biliyorlar. Büyük bölümü sosyalist planlara karşı gösterdiği kuşkudan çok daha fazla, burjuva toplumunun ve iktidar yapılarının meşruluğunu reddediyor. Bu her şeye rağmen sosyalist toplumu, sosyalistlerin tarihsel iyimserliğini haklı çıkaran nedenlerden biridir.

Tersyüz edilmiş, yalanlara dayandırılmış ‘’gerçekliğin’’ maddi temellerinden kurtulmak; İşte çağımızda insanlığın kurtuluşuna imkan tanıyacak olan budur. Dünya’ya gerçeği yerleştirmeye dair bu tarihsel misyonu ne tecrit edilmiş birey, nede manipülasyonlara boyun eğmiş darmadağın kalabalıklar yerine getirebilir. Bu misyonu ancak, bugün ve daima pratik teorinin kendi kendini denetlediği ve kendi eylemini görebildiği konseylere bütün iktidarı devretmek suretiyle bütün sınıfların çözülmesini gerçekleştirmeye muktedir sınıf yerine getirebilir. Bu kurtuluş ‘’bireylerin doğrudan doğruya evrensel tarihe bağlı oldukları ve diyalogun kendi koşullarının zaferini sağlamak için silahlandığı yerden başka yerde mümkün değildir.’’ İşçilerin özgürleşmesi yine bizzat işçilerin eseri olabilir. ‘’Dolayısıyla kitleleri kandırmaktan, yenilgileri zafer dostları düşman gibi göstermekten, liderleri satın almaktan, efsaneler üretmekten, düzmece davalar hazırlamaktan, daha büyük bir suç olamaz. Kullanılan bu yollar kitlelerin özgürleşmesini sağlamaz.

Sınıfsız bir toplum kurmayı ve bunu sürdürmeyi isteyen devrimin görevlerinin zorluğunu ve büyüklüğünü kabul etmek gerekir. Devrim proleter meclislerin kendileri dışında hiçbir otoriteyi tanımayarak kendi iradelerini bütün yasalardan ve her türlü uzmanlaşmalardan üstün tutarak, bireyler arasındaki ayrımları, meta ekonomisini ve devleti ortadan kaldıracağı her yerde, rahatlıkla başlayabilir. Ama devrim ancak kendini evrensel olarak dayattığında, yabancılaşmış toplumdan artakalan hiçbir biçime en ufak bir alan bırakmadığında zafere ulaşacaktır.

Hiç yorum yok: