9 Ağustos 2011 Salı

Ali Dehri’yi Kaybedişimizin 2. Yılında Onu Anıyoruz

10 Ağustos çarşamba günü saat 19.30′da Çengelköy Kabristanında Yaşam Ağacı Derneği tarafından kabri başında anma toplantısı düzenlendi.

Yoldaşları ve dostları orada olacak…
Yalansız sitesinin öncülü olan ‘soldansite’nin yazarlarından olan Ali Dehri’nin anısına 2005 yılında yazdığı makaleyi onun anısına yayınlıyoruz.

Söyleyecek çok söz
Yapılacak çok iş vardı

Değerli yoldaşımız Ali Dehri’yi saygıyla özlemle anıyoruz.

Ferhan Umruk


Bir Rapor, Bir Bildiri ve Milliyetçilik üzerine

Ali Dehri
Baharın gelişiyle birlikte, Kürtlere, devrimcilere ve demokratlara yönelik milliyetçi bir dalganın yükselişine tanık olduk.
 Milliyetçi dalganın yükselişi için elverişli toplumsal koşulların varlığı, kimse için sır değildir. İşsizliğin, sefaletin gün be gün arttığı, bunun sonuçlarının işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinin yükselişinde ifadesini bulamadığı koşullarda, biriken toplumsal hoşnutsuzluk ve öfkenin, kendisine başka kanallar arayıp bulması kaçınılmaz olmaktadır. Bu kanallar çoğu zaman, aynı sınıftan insanları karşı karşıya getirmektedir. Kendilerini ezen ve sömüren sınıflara karşı ortak mücadelede buluşamayan insanların büyük bölümünü etkisine alan egemen ulus milliyetçiliği, onları ezilenlere ve ezilenlerin menfaatlerini savunanlara karşı saldırıya hazır hale getirmektedir. Siyasal iktidar mücadelesinde güç kazanmak ve toplumsal destek sağlamak amacıyla, bu durumdan yarar umanlar, ellerindeki güç ve olanakları bu amaca uygun bir biçimde kullanmaktadırlar.



Son milliyetçi çıkışı oluşturan olaylar dizisinde, “Bayrağa Saygı” gösterilerinden, Trabzon ve Adapazarı’ndaki linç girişimlerine, Ermeni katliamından Kıbrıs sorununa, Sütçüler kaymakamının kitap imha kararından, TSK’nın PKK ile ilgili açıklamalarına kadar, tümünün aynı çizgi üzerinde yer alarak, Türk milliyetçiliğinin körüklenmesi yönünde etkide bulunduğu ortadadır. Mersin’deki Newroz mitinginden sonra, iki çocuğun Türk bayrağını yere atarak çiğnemesinin üzerinden iki gün geçtikten sonra, TSK’nın siyasal literatüre “sözde vatandaşlar” kavramını da hediye ettiği ve Kürtleri hedef alan açıklaması sonrası, yatışmaya yüz tutan olayın büyüyerek boyut kazanması, medyanın “üstün” gayretiyle dalga dalga genişlemesi, MHP’nin gösterilerde öne çıkması dikkat çekicidir. Bayrak olayının TSK’nın açıklamasıyla genişlemesi, bu olaydan siyasal iktidar mücadelesinde yararlanıldığını ortaya koymaktadır. Olayın başlangıcında çocuklara Türk bayrağını veren kişinin araştırılmaması da anlamlıdır. Olayların bir başka yönü, siyasal iktidar mücadelesinde, siyasal sahnede yer alan esas aktörlerden AKP ve Kürt Hareketi’nin saldırının dolaylı veya doğrudan hedefi oluşlarıdır. Doğrudan hedef olan Kürt Hareketi olmasına rağmen, asıl politik hasar, darbeyi saldırganlara ödün vererek atlatmaya çalışan AKP’de oluşmuştur. Özellikle, Orta Anadolu, Karadeniz ve İç Batı Anadolu’da MHP’den milliyetçi oyları devralan AKP, saldırıya maruz kalanları suçlayıp, saldırganları mazur göstererek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır. Bu tutumun siyasi çıkarları yönünden doğru olmadığını anlayıp, zayıf manevralarla durumunu kurtarmaya çalışması ise inandırıcı ve başarılı olamamıştır. Olayların nihai bilançosunda, AKP zararda kalırken, TSK, MHP, DYP ve diğer şoven milliyetçiler kazanç sağlamışlardır. Şovenizmi savunarak TSK’nin yedeğinde yer alan CHP ve milliyetçi “sol” için söylenecek fazla söz yoktur.



MİLLİYETÇİLİK, ULUSAL EŞİTSİZLİK VE BASKIDAN YANA OLMAKTIR



Olaylar sırasında, tartışılan kavramlardan birisi de milliyetçiliktir. Türk milliyetçiliğini gururla savunanlar, bunu Türk ulusuna mensup olmanın, hatta T.C.’ne yurttaşlık bağıyla bağlı olmanın doğal sonucu saymak gerektiğini savunmuşlardır. İlhan Selçuk daha da ileriye giderek, ümmetçiliğin gericilik ve sağcılık sayılması gerekirken , onun karşısında yer alan milliyetçiliğin ilericilik ve solculuk olarak nitelenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Adet olduğu üzere, burada da egemen ulus milliyetçiliği, ezilen ulus milliyetçiliği ayrımı yapılmamış , milliyetçilik Türk milliyetçiliğine eşitlenerek solculuk ve ilericilik payesiyle yüceltilmiştir.



Burada, milliyetçiliğin yükselen kapitalizmin ürünü olduğunu ve özellikle başlangıçta ulus devletler halinde örgütlenme amacına, ulusal pazarı oluşturma ve birleştirme hedefine hizmet ettiğini, işçi sınıfının ise enternasyonalizmi bayrak edinmesi gereğini, proleter enternasyonalizminin işçi sınıfı ideolojisinin temel taşını oluşturduğunu belirterek, milliyetçiliğin anlamına geçelim.



Milliyetçiliği ele alırken, ezen ve ezilen ulus milliyetçilikleri arasında bir ayrım yapmak gerekirken, tüm milliyetçiliklerin ortak özellikleri de belirtilmelidir. Marksistler, tüm milliyetçiliklere karşı ideolojik yönden karşı çıkar ve mücadele ederken, politik yönden ezen ulus milliyetçiliğine bütünüyle karşı dururlar. Ezilen ulus milliyetçiliğine ise, üzerlerindeki ulusal baskı, eşitsizlik ve sömürüye karşı mücadele ettiği, bunları ortadan kaldırmaya yöneldiği ölçüde politik yönden destek olur; bunu aşan, uluslar arasında düşmanlık yaratmaya, kendi lehine eşitsizlikler talep etmeye dair yönlerine karşı çıkar, mücadele ederler.



Kısacası, ulusal baskıya, eşitsizliğe ve sömürüye karşı durmak, henüz milliyetçi olmak ve milliyetçiliği savunmak anlamına gelmez. Milliyetçi olmak , bunun ötesine geçerek , kendi ulusu lehine eşitsizlikleri savunmak demektir. Kendi ulusunu diğerlerinden üstün görmek, diğer uluslar veya ulusal azınlıklar aleyhine eşitsizlikleri, baskı ve sömürüyü savunmak demektir. Ulusal ayrıcalıkları kendi ulusu için bir hak olarak değerlendirmektir. Şayet, verili durumda bu ayrıcalıklara sahip olan, baskı ve eşitsizliği uygulayan ulusa ait bir milliyetçilik söz konusu ise, hem ideolojik hem de politik yönden karşı çıkılması gereken ezen ulus milliyetçiliği ile karşı karşıyayız demektir. Tersine, ulusal baskı ve eşitsizlikten acı çekerek kurtulmaya çalışırken, kendi ulusu için eşitsizlikler talep eden, başka uluslara olanakları ölçüsünde baskı uygulamaya çalışan veya baskı ve eşitsizlikler uygulamayı savunan milliyetçilik ise ezilen ulus milliyetçiliğidir. Ezilen ulus milliyetçiliğine karşı da ideolojik mücadele-ezen ulus milliyetçiliğine karşı tali de olsa- yürütülürken , bu milliyetçiliğin, ulusal zulme baskıya ve eşitsizliğe yönelen yönü –bununla sınırlı kalmak kaydıyla- desteklenir , kendi ulusu lehine baskı ve eşitsizlik talebine karşı ise politik yönden karşı çıkılır. Ezilen ulus milliyetçiliğinin, dünya halklarının en büyük düşmanları olan emperyalistlerle işbirliği halinde olması durumunda ise, emperyalizmle işbirliği politikasına karşı mücadele edilirken, ulusal baskı, eşitsizlik ve zulme yönelik mücadele yönü kararlılıkla desteklenmelidir. Özellikle ezen ulus sosyalistlerine düşen görev budur.



BİR RAPOR VE BİR BİLDİRİ



Geçtiğimiz yılın son aylarında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Raporu, Baskın Oran tarafından hazırlandı ve onaylanarak kamuoyuna açıklandı. Son olaylar üzerine, yükselen milliyetçilik ve demokratikleşme ile ilgili gelişmeler konusundaki duyulan kaygıları konu edinen 200 aydının imzaladığı bir bildiri yayınlandı. Her şeyden önce Rapor ve Bildiri’nin politik yönden olumlu ve gerekli olduğunu, bu yönden de desteklenmesi gereğini belirtmeliyiz. Ancak Rapor ve Bildiri’nin önemli yanlışları içerdiğini ve bu yönden hatalı anlayışların yerleşmesine zemin oluşturabileceklerini belirterek, konumuz yönünden önem taşıyan iki önemli hataya değinmek gereklidir. Bu arada AKP hükümetinin son olaylarla ilgili olumsuz tutumunu, Rapor konusunda da göstererek , Rapor’u yırtan faşistlere zemin hazırladığını, liberallerin kendisine boş umutlar bağladığı demokrasiyi savunma konusunda ne kadar ikiyüzlü ve tutarsız olduğunu, gerici yüzünü ortaya koyduğunu belirtelim.



Rapor, hakim Türk ulusuna sahip olduğu statünün ayrıcalığını tanırken, Türkler dışında kalan tüm etnik topluluklara “azınlık” kavramı içinde yer vererek, “Türkiyelilik” üst kimliği altında azınlık haklarıyla yetinmeleri gerektiğini savunmakta, dolayısıyla,varolan statünün çerçevesi içinde kalmayı kabul etmektedir. Oysa, ulusal sorunun çözümünde esas olan, uluslara ve dillere tam eşitliktir. Buradaki eşitlik ise, tarihsel gelişmenin ürünü olan ve ancak tarihsel gelişim sürecinde ortadan kalkması mümkün olabilecek olan fiili eşitsizlikle ilgili olmayıp, hak eşitliğidir. Ulusal hakların eşitliği alanına geldiğimizde ise, haklar yönünden farklılık gözetmemiz gereken ulusal toplulukları ayırt etmemiz gerekir. Ulus oluşturmayan etnik topluluklar olan ulusal azınlıklar ile, ulus oluşturan etnisitelerin hak eşitliği yönünden önemli bir farkı mevcuttur. Doğal olarak, ulusal azınlıkların, egemen ulusun yararlandığı statüyü kullanmaları mümkün değilken, ulus niteliğinde olanların kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olmaları gerekir. Ancak bu hakkın varlığıyladır ki, egemen ulusun varolan hakkı dengelenmiş ve hak eşitliği gerçekleşmiş olur. Bu hakkın kullanılıp kullanılmaması veya bu hakkın kullanılması karşısındaki politik tutum (politik yönden uygun olup olmadığı ve buna bağlı propaganda) ayrı bir konudur, koşullarla ilgilidir. Ancak, bu hakkın tanınması ve savunulması ilkeseldir; yanlış bulunsa bile hakkın kullanılması halinde buna destek olarak engellere karşı durmak esastır. Rapor, sorunu ele alışıyla bu hakkı ebediyyen yadsımakta ve ezilen ulusların bu hakkı kazanmalarının kapısını kapamaktadır. Genel olarak, politik yönden olumlu bir rol oynamış olsa bile, Rapor, ulusal eşitlik ve özgürlüğün savunulması konusunda bir büyük eksiği içinde taşımakta, bu yönüyle ve bu ölçüde ulusal eşitsizliğe destek olmaktadır.



Son aydınlar bildirisinde ise Kürt ve Türk milliyetçiliğine birlikte karşı çıkılmaktadır. Yazının önceki bölümünde belirtildiği gibi, ezen ve ezilen ulus milliyetçiliğini politik yönden eşitleyerek karşı çıkmak, mücadele edilmesi gereken ve son dönemdeki tüm olumsuzluklarda baş rolü oynayan Türk milliyetçiliğine cepheden karşı durmakta gösterilen bir zaaf ve Kürt milliyetçiliğini zikrederek denge arama çabasıdır. Bu durum hedef alınması gereken Türk şoven milliyetçiliğine verilen bir tavizdir ve politik bir zayıflığa işaret etmektedir. Buna rağmen Bildiri’nin zamanında hazırlandığını ve politik yönden olumlu bir rol oynadığını tespit etmeliyiz.



ULUSAL ONUR VE ENTERNASYONALİZM



Bir ulusa mensup olmanın, bir üstünlük veya aşağılanma nedeni sayılmaması doğal olanı kabul etmektir. Her hangi bir ulusun insanlığın evrensel kültürüne yaptığı olumlu katkılar önemlidir. O ulusun mensuplarına onur kazandıracak olan da budur. Sanatta, bilimde, felsefede, teknikte, sosyal mücadelelerde, siyasette, üretimde, mutfaktan giyime kültürün bütün diğer alanlarında insanlığın enternasyonal ortak hazinesine yaptığı katkılar bir ulusu onurlandırır. Başka ulusları, halkları ezmek, sömürmek, onlara baskı ve zulüm uygulamak, haksız savaşlar ve katliamlarla insanları ve onların yarattığı değerleri yıkmak, yok etmek ise aşağılık olandır; utanç vericidir. Her ulusun kendisini onurlandıran, yücelten şeylerle gurur duyması kadar, hatta daha fazla, kendi tarihinde yer alan, özünde kendisini aşağılayan haksızlıklara zorbalıklara karşı karşı çıkması, bunu açıkça tanıması ve mahkum etmesi gerekir. Başka ulusların davranış ve haksızlıklarını -tarihsel koşulları tespit dışında- bahane etmek yanlış ve zararlıdır. Ulusların dostluğuna, halkların kardeşliğine zarar verir. Son dönemde gündeme gelen Ermeni sorununda da ilkemiz bu olmalıdır. Ermeni katliamı Türklerin ve kısmen de onlara ortak olan Kürtlerin tarihinde kara bir lekedir, onur kırıcıdır, alçaltıcıdır. Böyle bir katliamı mahkum etmek, hiç bir gerekçeye sığınmadan lanetlemek, öldürülen zulme uğrayan Ermeni halkına bunu açıkça belirtmek gerekir. Türk ulusunu yüceltecek olan budur. Aynı dönemde Ermenilerin gerçekleştirdikleri kıyım ve haksızlıklardan dolayı tavır almak Ermeni halkının işidir. Bunu yapmasalar dahi, asıl haksızlığı zulmü uygulayan ulusun mensupları olarak bize düşeni yapmak görevimizdir. Ulusal onurumuzu lekeleyen, Ermeni katliamını mazur göstermeye çalışmaktır. Tarihimizdeki bu acı olayda, ulusumuzun rolünü teslim etmek, ulusal onurumuzu kurtarmayı sağlayacaktır.



Marksistler, ideolojik yönden her türlü milliyetçiliğin karşısında yer alır ve proleter enternasyonalizmini savunurlar. Bunun anlamı, önce işçi sınıfının kendi mücadelesini dünyadaki sınıf kardeşlerinin burjuvaziye ve her türden gericiliğe karşı mücadelesinin bir parçası olarak kavraması, dünya işçileri emekçileri ve ezilen halklarıyla çok yönlü destek ve dayanışmayı politik mücadelesinin temel önemde çizgisi olarak kabul etmesi ve uygulaması demektir. Sonra da bu anlayışa bağlı olarak, işçi sınıfının kendisini, dünya işçi sınıfının uluslararası ordusunun bir müfrezesi olarak kavraması, politik ve ekonomik alandaki sınıf örgütlerini bu anlayışla şekillendirmesi demektir.



Türkiye’de Kürt sorununun varlığı, sınıf mücadelesinin de perdelenmesine, önemli ölçüde gölgede kalmasına yol açmaktadır. Kürt sorununun çözümü, devlet içinde yer alan ve “derin devlet” olarak anılan gerici-faşist güç odaklarının tasfiyesiyle yakından ilişkilidir. Kürt sorununun çözümü ve “derin devlet”in tasfiyesi, aynı zamanda demokratikleşmenin önündeki en önemli engellerin aşılması anlamını taşıyıp, sınıf mücadelesine de ivme kazandıracaktır. Ancak bu işin gerçekleşmesi de sınıf mücadelesi ile ilgilidir. Demokratikleşmeyi, sınıf mücadelesinden bağımsız kabul ederek, AB ve benzeri güçlere havale ederek başarıya ulaşılamaz. Dolayısıyla, yükselen milliyetçiliğe karşı mücadele sınıf mücadelesinden ayrılamaz ve sınıf mücadelesi aracılığıyla başarıya ulaşabilir. Mücadelenin öznesi olması gereken işçi ve emekçileri milliyetçi etkilerden kurtaracak olan da sınıf mücadelesinin kendisidir.



Mayıs, 2005



Hiç yorum yok: