10 Ağustos 2011 Çarşamba

Sosyalist Yalana Başvurur mu?

Ferhan Umruk

    Yalanın, siyasetin ikiz kardeşi olduğuna dair yaygın bir kanaatin mevcudiyeti kuşkusuzdur. Parlamenter rejimlerde, siyasi partilerin her seçim döneminde toplumun tüm kesimlerine seslenerek bir dizi vaatlerde bulunmaları bu kanaatin daha da güçlenmesine neden olur. Zira, siyasetin öznesi değil de, nesnesi olan sıradan insanlar sezgileriyle bile olsa, farklı çıkarları ve talepleri olan sosyolojilerin bütününe hitap eden siyasetin, yalanın dünyasına kapıldığının farkındadır. Sistem karşıtı inandırıcı bir siyasi seçeneğin oluşmadığı koşullarda, insanlar bu durumu kavrar, ama bu oyunun bir parçası olmaktan da kendini sıyıramaz.
 Askeri diktatörlük, Polis devleti, Faşizm ve de sosyalizmin iğdiş edildiği yıkılan Sovyet bloğunda kristalize olan bürokratik işçi devletleri gibi otoriter ve totaliter rejimlerde ise zaten korkunun tahakkümü altındaki toplum, muktedirin yalanını ya hazmedecektir, ya da daha kötüsü onu içselleştirip rejimin sıradan suç ortağı haline dönüşecektir. Bunun da tarihsel örnekleri olduğu gibi günümüz dünyasında da emsal teşkil eden olgular mevcuttur.



Sosyalistler, yalanın siyaset dünyasında oynadığı etkileyici rolün karşısında olduklarını düşünürler. Ancak, kendisini sosyalist kimlikle tanımlayan ve komünist partilerde örgütlü mücadele içerisinde yer alan insanlar bildik ‘sosyalizmlerin’ tarihsel ve güncel yalanları karşısında amaç uğruna gözlerini yummuşlar, rıza göstermeyi tercih edebilmişlerdir. Sosyalist hareketin tarihi içinde yer alan bu hakikatle hesaplaşmadan, sosyalizmin kitleler nezdinde inandırıcı bir seçenek haline gelmesi zor görünüyor. Zor görünüyor ama , sosyalistlerin günümüzde zihin dünyaları dikkate alındığında, böyle bir hesaplaşmaya hazır oldukları çok su götürür bir durumdur.



Kapitalist hegemonyayı sürdürebilmek, kitleleri ikna edebilmek bakımından, toplumda azınlık olan burjuvazinin, dezenformasyonu sağlayacak yalanı bir siyaset tarzı haline getirmesi doğaldır. Sömürü ile elde ettiği zenginliği meşrulaştırmak üzere, emrindeki medya, bilim insanları, yazarlar ordusu, yalan makinesinin dişlileri olarak yalanı üretirler ve yayarlar.



Muktedir İki Kampın Yalanları



Muktedirlerin egemenliğindeki bu araçların, alt sınıfların, ezilenlerin reel veya potansiyel olarak siyasi temsilcisi olan sosyalistleri hedeflerinin birinci sırasına yerleştirmeleri şaşırtıcı değildir. Siyasi tarih burjuvazinin sosyalistlere karşı düzmece yalanlarla saldırı tarihidir adeta. Konuyla ilgili çokça örnek verilebilir. Ancak yakın dönemde vuku bulan şu iki örnek bile çarpıcı olup, Türkiye’de çıkar çatışması sürdüren muktedirlerin tarzı siyasetlerinin tencere kapak misali birbirinin aynı olduğunu gösterir.



Birinci örneğimiz, laik-burjuva kampın iktidar döneminde ‘Hayata dönüş’ operasyonu adı altında hapishanelerde F tipi cezaevlerine karşı direnen devrimcileri yakarak katletmelerinin nedenlerinden birinin de , yeni ifade veren bir askerin itirafıyla, üzerlerine benzin dökülmüş battaniyeler atılarak gerçekleştiğinin ortaya çıkmasıdır. Hatırlanacağı üzere, bu katliam o günlerde medya tarafından devrimcilerin kendilerini yaktığı biçiminde topluma sunulmuş, bu yalan halk üzerinde etkili olmuştu.

İkinci örnekse, İslamcı burjuvazinin egemen olduğu günümüze ilişkindir. Egemen medyanın iktidar muhalifi her siyasi özneyi Ergenekon çuvalına sokuşturmak üzere işlediği yalan düzenekleri tahammülfersa bir hal almaya başlamıştır.Yalan tezgahları pervasızca kurulmakta ve bilhassa sol-demokrat kesimleri yanıltmak amacıyla Taraf gazetesi koçbaşı rolünü üstlenmektedir. İlginç olan, muktedirlerin her biri, istihbarat kaynaklarından edindiği dezenformatif bilgileri yaymakla bir ‘gazeteciyi’ tetikçi olarak görevlendirmektedir. Dün ‘Minik Kuş’ undan gelen haberlerle yalanı yaygınlaştıran Emin Çölaşan’ dan bayrağı devralan Mehmet Baransu bugün öbür cepheden aynı görevi ifa etmektedir. Birbirleriyle dalaşan muktedirlerin iki kutbunun ortaklaştığı bir husus gözden kaçmamalıdır. O da her ikisinin de sistem muhalifi olan sosyalistlere, Kürtlere tüm ezilenlere karşı saldırganlıkta birbirlerinden aşağı kalmadıklarıdır.



Taraf gazetesinin Mehmet Baransu imzasıyla ‘Yoldaş General’ manşeti zincirlerinden boşanmış yalan haberciliğin şahikası olarak tarihe geçmiş bulunuyor. Ergenekon davasından tutuklu olan Korgeneral Ziya Güler’i 1972’de THKP-C örgütü üyesi 1989’da ise Türkiye Birleşik Komünist Partisi yöneticisi yapan bu düzmece haber daha mürekkebi kurumadan Taraf gazetesinin yüzüne çarpıldı. Dokümanlarda adı geçen Ziya Güler’in TBKP merkez komite üyesi Feridun Gürgöz’ün müstear ismi olduğu açıklandı. Anti- komünist kinle, sosyalistleri Ergenekon çuvalına sokmak için her yolun mubah görüldüğüne işaret olan bu olayın, ironik bir yanı da var üstelik… Sözü geçen örgütlerden ilkine vakti zamanında üye olmuş Murat Belge ve ikincisinin genel sekreterliğini yapmış Nabi Yağcı Taraf’ın muteber köşe yazarları. Bu durum liberalleşen solların kullanım sürelerinin dolduğuna da işaret ediyor. Ne olursa olsun dramatik bir sona şahit oluyoruz. Bu iki yazarın kişiliğinin zedelenmesine de yol açacak onların geçmişte Ergenekon’cu veya Ergenekon’un aleti olduklarını ima eden bu düzmece haberi üretenler belki de bir taşla birkaç kuş vurmayı hedeflediler. Bu haberle amaçlananın, sosyalistlerin iki ana damarını temsil eden örgütleri darbeci olarak niteleyip geçmiş sosyalist hareketin büyük çoğunluğunun itibarını düşürmek, diğeri de liberalleşmiş solu temsil eden bu iki yazar nezdinde nedametin daha da derinleştirilmesi olduğu çok açık.

Bu olayın bir başka ironisi de var. Onu da atlayıp geçmeyelim. Hatırlanacağı üzere Hopa’da Erdoğan karşıtı gösteri de polisin attığı biber gazı neticesinde kalp krizi sonucu ölen devrimciye Ergenekon aleti tanımlamasını yapan Murat Belge’nin bizzat kendisi, ucundan da olsa, bir zehir hafiye vasıtasıyla aynı suçlamanın hedefi haline gelmiş bulunuyor.



Siyasette Yalanın Tarihsel Kökenleri



Muktedirler iktidarlarını sürdürmek için yalan aracını çağlar öncesinden miras almışlar bunu içselleştirmişlerdir. Platon ‘Devlet’ adlı yapıtında yönetenlerin yalan hakkı için şunları söylüyor: ‘‘Fakat gerçeğe değer vermeli. Demin yanılmadıksa ve gerçekten ayrılmak tanrılar için yararsızda insanlara bir ilaç gibi yararlıysa belikli böyle bir ilacı hekimlere teslim etmeli fakat sıradan kişiler ona dokunmamalıdır… O halde gerçekten ayrılmanın yakıştığı kimseler varsa, bunlar devleti yönetenlerdir; devletin iyiliği için ya düşmanlar ya da yurttaşları yüzünden gerçekten ayrılabilirler.’’



Yine, yaygın olarak bilinen ‘Amaca ulaşmak için her araç yasaldır’ fikrinin mucidi Makyavel’in bunu toplumların ‘Ulus Devlet’ yoluyla kurtulacakları fikrine bağlı olarak kavramlaştırması da ‘Ulus Devlet’in fikri temelinin sorunluluğunu ortaya koymaktadır. Makyavel amacı güçlü devlet olarak hedeflerken bu yöndeki araçlar için hiçbir dini, ahlaki, yasal sınırla tanımamıştır.



Bugün artık Gellner, Anderson, Hobswan gibi bilim insanlarının araştırmalarıyla ‘Ulus Devlet’ lerin uydurulmuş ulus tarihleri üzerine bizzat ulusçu mühendisler tarafından kurulduğunu biliyoruz. Aslında hem ulu devlet fikrini hem de amaç için her aracı meşru gören fikri sistematize etmiş olan Makyavel’de bu iki fikrin bitişmesi ilginç olmalıdır.



Bu temelde, ulus devletin üstün ırk teorisiyle teçhiz olduğu Almanya’da, faşizmin iktidarında propaganda bakanı olan Goebbels’in ‘‘ Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan bir gerçekmiş gibi algılanır’’ sözleri , muktedirlerin toplum üzerinde ideolojik, siyasi hegemonya kurmak için yalanı kullanmayı meşru gördüklerini gösterdi.



Aynı şekilde, Türkiye’de cumhuriyet tarihi boyunca, Kürt kimliğinin inkar edilerek, şimdi iflas etmiş olan, Kürtlerin dağlı Türkler olduğu biçimindeki devlet yalanı da bu yöntemin tipik bir örneğidir.



Sosyalist Siyasetin Yalana Bakışı



Muktedir sınıfların kitleleri aldatmak ve onlar üzerinde ideolojik hegemonya kurmak amacıyla oluşturdukları yalan düzeneği kategorik olarak iki yönlüdür. Yukarda işaret edilen örneklerde de görüldüğü gibi birincisi Kürtlerin dağlı Türkler olduğu teziyle ‘‘Tarihsel ve Sosyal Gerçekliği’’ inkar eden yalanlardır. İkinci kategorik yön ise ‘‘Yoldaş General’’ haberinde olduğu gibi teknik, örgütsel düzlemde esas olarak kişiyi hedef alan yalanlardır. Kuşkusuz bu kategorik ayrışma ikisi arasında aşılmaz duvarlar oluşturmaz, özellikle ikinci kategori çoğunlukla birinci kategoriye destek olarak değerlendirilir. Belki de, Demokrat parti hükümetinin kontrgerilla operasyonu ile düzenlediği, 6-7 Eylül vandalizmini, komünistlerin üzerine yıkma teşebbüsü ikinci kategorik yalan için daha tipik bir örnektir.



Muktedir sınıfların, tarihten günümüze değin sürdürdükleri ve sürdürmeye devam ettikleri, siyasetin yalanla dolaysız ilişkisi karşısında sosyalist siyaset yalanı bütünüyle müktesebatından çıkarabilir mi? Yoksa böyle bir sorunun kendisi bile Troçki’nin ‘Onların Ahlakı Bizim Ahlakımız’ yapıtında ileri sürdüğü gibi ‘Küçük burjuva Ahlakçılıktan’ ibaret bir naiflik midir?



Lenin’in ‘Gerçekler Devrimcidir’ sözleri bu konuda sosyalistlerin pusulası olmuştur. Bu sözler, ‘‘Tarihsel ve Sosyal Gerçekliğin’’ kendisinin topluma mal olduğu ölçüde devrimci bir rol oynayacağı olarak algılanmıştır . Şöyle dersek; kapitalizmin halkın büyük çoğunluğunu teşkil eden emekçilerin sömürüsü üzerinden varlığını sürdüren ‘‘Tarihsel ve Sosyal Gerçeklik’’ olduğu analizi, sömürülenlerin bilinciyle buluştuğunda, devrimin de yolunu açılacaktır. Kuşkusuz bu değerlendirme, devrim dinamiğini oluşturan bir çok sosyal parametre içerisinde düşünülmelidir.



Peki, sosyalistler ‘‘Tarihsel ve Sosyal Gerçekliğin’’ her zaman peşinde olmuşlar mıdır? Doğrusu buna olumlu bir cevap vermek de mümkün değildir. Yaşadığımız topraklarda cumhuriyet dönemi boyunca süre gelen Kürt ayaklanmaları karşısında, devletin inkarcı tutumuyla birlikte davranan, ayaklanmaların bastırılmasını feodalizmin tasfiyesi olarak niteleyip destekleyen TKP bu tutumuyla devletin yalanlarının suç ortağı olmuştur. Nedense, hep Kürt coğrafyasında vuku bulan isyanları, feodalizmin tasfiyesi olarak alkışlayan TKP parti müktesebatında yer alan ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin, Kürtlerin isyanlarıyla olan alakasını bir türlü kuramamıştır. Kuşkusuz bu tutumun, yalnızca, TKP’nin kendi iradesinden doğduğu sanılırsa yanılgıya düşülür. Komintern’in TKP’nin bu tutumunda belirleyici rolü de dikkate alınmalıdır.



Yine, 1939’da imzalanan ve bütün Avrupa işçi sınıfının moral yitirmesine sebep olan Nazi-Sovyet Paktının faşizmin yarattığı yıkımın önünü kapattığı söylenebilir mi? Bu tutum, halkların dünya devrimi hedefini rafa kaldırıp, onların Sovyet devletinin korunması ve onun sınır bekçisi haline dönüştürülmesiyle sonuçlanmıştır. ‘’Tarihsel ve sosyal gerçeklik’’, işçi sınıfı hareketinin faşizmle ittifak kurmasına doğası gereği izin vermemesi gerekirken, bu ittifak kurulabilmiştir. Daha fenası ‘‘ulus devletçi’’ günümüz ‘sosyalisti’ bugün bile ‘Devleti korumak’ için yapılan bu ittifakın doğru olduğunu söyleyebiliyor.



Sosyalist siyaset, ‘’Tarihsel ve Sosyal Gerçeklik’’ temelinde programını oluşturmadığı takdirde, temsil etmesi gereken alt sınıfların ve tüm ezilenlerin uzun vadeli tarihsel çıkarlarıyla çelişen bir yönelime sürüklenir. Ezilenlerin bilinci ve günlük çıkarları, onların tarihsel çıkarlarıyla her zaman örtüşmeyebilir. Sosyalist siyaset, ezilenlerin bilincinin gerici karakter kazandığı, tarihsel çıkarlarıyla çeliştiği dönemlerde fiilen bir ikilemle karşı karşıya kalır. Ya tarihsel çıkarı içeren siyasi programını kitlelerde oluşan geri bilince teslim etmeyerek, örgütsel etkinliğinin azalmasını göze alacak, ya da örgütün kitlesel etkinliğini korumak ve artırmak hevesiyle kitlelerin geri bilinçlerine teslim olarak işçi sınıfının tarihsel çıkarı olan sosyalizmden uzaklaşacaktır. Sosyalizmden uzaklaşacaktır, çünkü sosyalizm sadece sosyal eşitsizliği değil, tüm ezme ve ezilme biçimlerinin ortadan kaldırılmasını hedefler. Yakın tarihe damgasını vurarak, ‘Türk’ sosyalist hareketinde, evrenselci ve milliyetçi yarılmaya sebep olan Kürt halkının demokratik mücadelesi bu biçimde de okunmalıdır.



Konunun , örgütsel ve teknik yönüne ilişkin olarak sosyalistler, ‘‘Tarihsel ve Sosyal Gerçeklikte’’ olduğu gibi hep bir cevap verip doğruyu mu söylerler. Yalan ve siyaset ilişkisinde konu örgütsel ve teknik kategoriye geldiğinde sosyalist sustuğu gibi yalan da söyleyebilir. Nedeni de çok basittir. Sosyalist hareketin tarihi, hangi biçimde olursa olsun kapitalist devletin ve onun baskı aygıtlarının sosyalistlere karşı imha, işkenceli sorgulama tarihidir de ondan. Türkiye sosyalist hareketi tarihinde sembolleşmiş örnek olan ‘ser verip sır vermeyen’ devrimci İbrahim Kaypakkaya’nın susma tavrı, polisin işkencesine maruz kalan devrimcilerin polisin işkencesine karşı direnerek onları yanlış yola sevk eden yalanları, zorunluluğun ürünüdür. Zaten, kapitalist devletin, emekçi sınıfın siyasi örgütlenmesini şiddet yöntemiyle bastırdığı, yasal mücadele olanaklarının olmadığı siyasi düzende, örgütünü korumak durumunda kalan devrimci elbette polise ya konuşmayacaktır ya da yalan söyleyecektir. Dolayısıyla, bu bağlamda zorunluluk yalanı meşru kılmaktadır. Hatta onu bir erdem haline dönüştürmektedir.



Moskova Mahkemeleri ve Troçki



1936-1938 mahkemelerinde, Vişinski’nin yalan iddianameleriyle binlerce bolşeviğin Alman ajanlığı ile suçlanıp cezalara çarptırıldığı kara bir tarih belleklerde saklıdır. İşkence ve ailelerine yapılan baskılarla zorla alınan itiraflar sonucu Alman ajanlığıyla suçlanıp idam edilenlerin içerisinde Buharin, Radek, Zinovyev, Kamanev, Piatakov, Rykov, Rakovski, Serebriyakov, Sokolnikov gibi 17 Ekim devrimi önderlerinin yer alması bu vahşi tasfiyenin yalana dayanan iddianameyle gerçekleştiğini ispat etmeye yeterlidir. Stalin, karşıtlarını Alman faşizmiyle işbirliği iddiasıyla suçlarken çok geçmeden 1939’ da Yahudi olan Dışişleri bakanı Litvinov’u değiştirip Nazi-Sovyet paktını ilan edebilmiştir. Stalinist bürokrasinin yalana dayalı karalama kampanyasının ilk hedefi olan Troçki’nin bu saldırıya karşı tutumu şöyle olmuştur:’’ Araç sadece amaçla doğrulanabilir. Ama amacın doğrulanmaya ihtiyacı vardır. Proletaryanın tarihsel çıkarlarını dile getiren marxizm yönünden, amaç, eğer insanın doğa üzerindeki iktidarını artırmaya ve insanın insan üzerindeki egemenliğini yok etmeye götürüyorsa doğrulanmış olur.’’ Siyasette yalanı, amacın doğruluğuna veya yanlışlığına bağlı olarak değerlendiren Troçki, Moskova mahkemeleriyle bütünüyle belirginleşen terörü, stalinizmin doğru amaçtan, yani işçi sınıfının tarihsel çıkarlarından uzaklaşması dolayısıyla eleştirir ve onu lanetler.



Bir araç olarak yalanı her duruma ilişkin bir kavram olarak ele alan Troçki doğru amacın öznesi olan emekçilere yönelik ise ‘ ‘devrimci bir parti(Bolşevik Parti) olarak yükselişi sırasında tarihin en dürüst partisi oldu. Bunu yaparken doğaldır ki düşman sınıfları yanılttı ne var ki daha sonra emekçilere ancak ve ancak bütün bir gerçeği sadece gerçeği söyledi… emekçilerin güvenini kazandı.’ ‘ Troçki’nin bu ifadesi, bir araç olarak yalanın devrimci siyaset için emekçilere yönelik olarak kullanılmasını dışladığını ortaya koyar.



Yine Troçki bir araç olarak yalanı ebedileştirmemekte, sınıflı toplumun ve toplumsal mücadelenin bir sonucu olarak görmektedir. ‘’ Bununla birlikte yalanı ve şiddeti mahkum etmeyecek miyiz? Kuşkusuz, evet ama, bunları doğuran sınıflı toplumla birlikte. Toplumsal çelişkilerin olmadığı toplum yalansız ve şiddetsiz olur’’



Siyasi tarih, özellikle muktedirlerin iktidarlarını sürdürmek için uydurduğu yalanlarla örülüdür. Sovyetler Birliği’nde bürokrasinin ideolojisi olarak biçimlenen stalinizmin hegemonyasını kurmak, muhalefeti kanlı bir şekilde tasfiye etmek üzere yalanı Moskova mahkemelerinin belgesi haline dönüştürmesi, yalanın siyasi tarihte oynadığı rol bakımından önde gelen örneklerden biridir. Yalanın baş hedefi olmuş olan Troçki’nin bir araç olarak yalanı, amacın doğruluğu söz konusu olduğunda meşru bulması, her ne kadar verdiği örneklerin ‘örgütsel ve teknik ‘ araçlar olmasına karşın ‘Tarihsel ve Sosyal Gerçeklerin’ kesinlikle yalan üzerine inşa edilemeyeceği konusunda bir ayrıma gitmemesi tezinin zaafla yüklü olmasına sebep olmuştur. Kuşkusuz bu zaaf, yanlış bir anlayışın geleceğe miras kalması ölçüsünde daha da vahim sonuçlar doğurur, doğurmuştur da.



Sekterizm ve Yalan



Özellikle kendini parti addeden sektler söz konusu olduğunda, üstelik, her birinin doğru amaçla mücehhez oldukları ilan da edilmiştir! Troçki’nin ‘Markxist bir devrimci için kişisel ahlakla parti çıkarları arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü Marxist devrimcinin gözünde parti, insanlığın en yüksek amaç ve görevlerini de kucaklar’ sözleriyle birlikte yalanın sekterizmin bir aracı haline dönüşmesinin yolu da açılır. ‘Yalansız’da daha önce yayınlanmış olan İbrahim Özkurt’un ‘Devrimci Siyaset Yalandan Arındırılabilir mi?’ yazısı konuyla ilgili somut örnekleri içermektedir. Kuşkusuz, bu yazıda yer alan örneklerle sınırlı değildir ‘amaç için araçları’ istismar, Türkiye sosyalist hareketi bakımından bu tür bir dizi başka örneklerde sıralanabilir.



‘‘Tarihsel ve Sosyal Gerçekler’’ bakımından Türkiye sosyalist hareketi için Kürt meselesi bu konuda adeta bir turnusol kağıdı olmuştur. Devletin inkar ve imha politikası karşısında, devletin baskılarını, gerçeği dile getirmek yerine konformist politikalara sürüklenip, yalana, susarak veya ortak olarak katılan ‘sosyalistler’ de oldu olmaya da devam ediyorlar. Bu konuda belki de en son sıralarda eleştirilmesi gereken Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’larda Kürt gerçeğini dile getirdiği ‘İhtiyat Kuvvet Milliyet Şark’ kitabına karşın 1960’larda yükselen devrimci hareket esnasında kendisinin Kürt meselesini dile getirmemesini ‘sıkıyorsa dile getirin’ diyerek devlet baskısını işaret etmesi bu bakımdan anlaşılır bir durumdur. Ancak yasal yolla dile getirilemeyenin yerine ‘İkinci Kuvvayı Milliyeciliğimiz’ şiarı üzerinden Türk milliyetçiliğini gıdıklayarak politik mevzi kazanma teşebbüsü baskının ötesinde gerçekten uzaklaşmayı ifade etmektedir.



Sosyalist siyasette yalanın kapıdan içeri girmemesi gereken yer ‘‘Tarihsel ve Sosyal gerçekler’’ alanıdır. Yalanın test edileceği zemin burasıdır, kesinlikle amacın doğruluğu değildir. Zira amacın doğruluğu, ancak ve ancak o amaca ulaşılıp uygulamaya geçildiğinde test edilebilir, daha önce değil.

Hiç yorum yok: