8 Mart 2013 Cuma

Kapitalistlerin Avrupa Kalesi Çöküyor


 Ahmet Doğançayır

Dünya küresel krizin ikinci aşamasına girmiş bulunuyor. Gelişmeler kurtarma paketlerine karşın krizden kurtulmanın olanaksız olabileceği düşüncesini yaygınlaştırıyor. Ekim 2008 de ABD kaynaklı kriz ikinci aşamasında Avrupa odaklı bir finansal krize dönüştü. ABD de ki krizde Amerikan finansal sistemi ve ulusal parası dolar çok derin sarsıntı geçirmişti. Şimdi Avrupa ve para birimi Avro benzer bir süreci yaşıyor. Avrupa da Yunanistan’ın sağlanan kaynağa karşın kurtulamayacağı düşüncesi sıranın hangi ülkeye geleceği sorusunun sorulmasına yol açıyor. Yunanistan’ın ya da başka adayların borçlarını ödeyemez hale geldiklerinde bu ülkelerden alacaklı olan ülkelerin durumunun pek, iyi olmayacağının farkındalar. Avrupa da sağlam durmanın ölçüsü kalmamıştır. İkinci sorun Avronun ne olacağıdır. Yunanistan süreciyle gelinen son noktada sorunu derinleşen ülkelerin ortak parayı terk etme aşamasına gelebilecekleri, bununda ulusal varlıkların nakde dönüştürülmesi eğilimini güçlendirme tehlikesi baş gösteriyor.
Bu gelişmeler avro bölgesinde kredi daralmasını getirecek bir finansal kriz demektir. Bunun devamında da ekonomik durgunluk ve daralmanın izlemesi güçlü bir olasılıktır. Eskiden Avrupa’nın belli ülkelerindeki borç krizi yerel bir endişe olarak değerlendirilirken, bugün artık derhal küresel etkiler yarattığı görülüyor.
Yunanistan isyanının anlamı
Bu koşullar altında Yunanistan da Hükümetin AB ve IMF ile işbirliği halinde uygulamaya hazırlandığı kemer sıkma paketine karşı patlayan kitlesel isyan bu tür politikaların Türkiye de uygulanmasına baştan beri destek veren kesimleri rahatsız ettiği görülüyor. Neden etmesin ki. Yunanistan da yaşananlar bu çevreler tarafından ‘Avrupa Birliğine ilişkin olarak uzun zamandır yayılan refah ve özgürlük ülkesi yanılsamasına ciddi darbe vuruyor. Ve Türkiye de ki Emekçilere ‘’kötü örnek’’ oluyor.’ Bunun için krizin nedeni saptırılmaya, çalışkan Avrupalıların parasını çalışmadan yiyen tembel yunanlıların üzerine atılmaya çalışılıyor. Bu kesimlere göre ‘yunan halkı çalışıp üretmediği için kriz meydana gelmiş!’
Oysa kapitalizmin hareket yasalarından biri olan kâr oranlarının düşmesine paralel olarak 1973de başlayan dünya krizi geçici toparlanmalar yaşasa da bitmedi. Meta üretiminin yeterince kârlı olmaktan çıkmasına paralel olarak sermaye daha fazla kâr ettiği finans alanına doğru kaydı. Otuz yılı aşkın bu finansal genişleme 2008de ABD de gerçekleşen banka ve şirket iflaslarıyla sona erdi. Yunanistan’ın ekonomik çöküşüne yol açan bu dünya krizidir Yoksa yaşananları tek, tek ülkelerin ekonomik başarısızlıkları veya halkların tembelliği ile açıklamak mümkün değildir.
Adı ister Avrupa topluluğu ister Avrupa birliği olsun Batı Avrupa’nın bütünleşmesi hiçbir şekilde demokrasi ve özgürlüklerin desteklenmesi çerçevesinde tarafsız bir mesele değildir. Aksine Maastricht anlaşması ile oluşan bir sınıfın mutluluğun diğerinin mutsuzluğuna denk düşen bir sınıf projesidir. Tüm projelerin gerçekleşmesi durumunda birleşecek olan ‘’Tüm ülkelerin Avrupalıları’’ değil, Avrupa da üretilen artı değerin büyük bir kısmına sahip olan ve aynı zamanda dünyanın diğer bölgelerini talan edenler olacaktır. Diğer yanda dünya pazarındaki egemenlik savaşına paralel olarak Avrupa’da da egemenlik savaşı sürüyor. Bu AB içinde rekabeti keskinleştiriyor. Küçük işletmeler büyükler tarafından yutuluyor. Şirketler arası birlikler kuruluyor. Tüm bunlara ek olarak Avrupa da ki en önemli güç olan Federal Almanya cumhuriyetinin kontrolünde bir Batı Avrupa federasyonu yaratma projesini de saymak gerekir.
Günümüzde tekelci sermayenin stratejisinin bunalımın yükünü çalışanların sırtına yıkmak ve böylece sistemi, karlılığı büyük ölçüde arttırmaya yönelik biçimde yeniden yapılandırmaya çalışmak olduğu açıktır. Bunalım derinleştikçe işçi sınıfını bölme, işsizleri işi olanlarla karşı karşıya getirme çabaları artacaktır ve geri planda savaş olasılığı her zaman nefesini hissettirecektir. Eğer bu taktiklerin bir bölümü veya tamamı başarıya ulaşırsa ve bunun sonunda ortaya çıkacak olan Yıkım ve imha, varlığını sürdürebilen kapitalistlerin kârlılığını yeniden yükseltecek kadar büyük olursa o zaman sermaye bir kez daha dünyayı yağmalamak, emeğin sömürüsünü yeni doruklara çıkarmak için ellerini serbest bulacaktır. İşte bu nedenle kapitalistler bütün çelişkilerine rağmen iş, işçi sınıfı ve ezilen kesimleri boğazlamaya geldiğinde hemen anlaşabiliyor ve destek paketleri geliştiriyorlar.
Kapitalizmin bugünkü krizi gerçek bir yapısal krizdir ve özellikle Avrupa ülkelerinde ciddi siyasi buhranlara yol açmaktadır. Bu çeşit krizlerin hepsinde olduğu gibi baskıcı, diktatörlük türü rejimlerin muhtemel doğuşlarının gündeme gelmesi ve bununla sonuçlanan bir sürecin başlaması tehlikesi vardır. Bu çerçevede bu tür rejimlerden kaçınmak için böyle bir durumun ortaya çıkmasını beklememek gerekir. Kriz dönemlerinde emek sermaye çelişkisi kaçınılmaz olarak keskinleşir. Bu noktada krizin faturasını kimin ödeyeceği sorusunun cevabını sınıf mücadelesi verir. Yunanistan da isyanla ortaya çıkan mücadelenin konusu budur. Avrupa’nın yakın tarihi Yunanistan’dakine benzer hatta daha şiddetli mücadelelerle doludur. İşçi sınıfı bugüne değin ne kazandıysa bu mücadelelere borçlu, gelecekte de böyle olmaya devam edecek.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de işsizliği, yoksulluğu, ücret kesintilerini, sendikal ve demokratik hakların gasp edilmesini sessizce kabullenmekle bırakın yeni haklar elde etmeyi,  kazanılmış hakları korumakta mümkün değil. Yunanistan isyanı tamda bu nedenle ekonomik kriz koşullarında sermayenin yoğun saldırıları altında olan Türkiye ve dünya emekçilerine ciddi bir mücadele dersi veriyor.
Ancak bu ders ışığında proleter sınıf bilincinin henüz dağınık olduğu ve hala sınıf mücadelesinin nesnel ihtiyaçlarının oldukça uzağında olduğunu görmezlikten gelemeyiz. Hala yine burjuvazi ve ona hizmet eden işçi bürokrasileri emekçileri bölmek için ortak sınıf düşmanlarına karşı birleşmeleri yerine birilerini ötekilerin karşısına dikerek milliyetçiliği, şovenizmi, ırkçılığı, etnik ve dinsel farklılıkları kullanmaya çalışıyorlar. Ama bunun böyle olduğu her durumda, işçi sınıfının uluslar arası görevlerini başaramadığı her seferde yalnızca kapitalistlerin kârlı çıktıkları ve emekçilerin ise büyük kurbanlar verdikleri tecrübeyle sabittir. Bugün çok uluslu şirketler üretimi dünya ölçeğinde örgütlerken, siyaset her şeyden önce dünya siyaseti iken işçi sınıfının acil ekonomik çıkarlarının savunulması ile ilgili sorunları bile ulusal planda çözme girişimleri gitgide çok daha güç hale gelmektedir. Diğer birçok örnekte olduğu gibi Yunanistan deneyi Proleter enternasyonalizminin zorunluluğunun nesnel nedenini ortaya koymuştur: ‘’Sınıf mücadelesi öyledir ki bir sınıfın her bozgunu ötekinin zaferidir. Bu yalnızca ulusal olarak değil, uluslar arası olarak da doğrudur.’’
Burjuvazi bunu tamamı ile anlıyor. Yönetici çevreleri son derece gelişkin bir enternasyonal bilince sahiptir. Onların karşı devrimci örgütleri ve onların hareketleri tamamıyla uluslar arası bir boyuta sahiptir. Farklı kesimleri arasında var olan anlaşmazlıklar ne olursa olsun en kesin karşı devrimci hareketler için bütünüyle elbirliği ile çalışırlar. Tersine proletarya Stalinist ve sosyal demokrat yönetimleriyle ciddi bir biçimde frenlenmiştir. Enternasyonal yükümlülüklerini yerine getiremediği her sefer adamakıllı zarar görmüştür.
Bugün İşçi sınıfının devrimci enternasyonal bir örgüte gereksinimi sadece dünyanın ekonomik gerçeklikleri üzerinde temellenmez. Aynı zamanda sınıf mücadelesinin bütün gerçekliği üzerinde temellenir.
Bu bize tek açık yolu gösterir: Amerikan ve Avrupa tekellerine karşı, kapitalistlerin Avrupa devletine karşı Birleşik Avrupa Sosyalist Devletleri hedefini.

Hiç yorum yok: