11 Mart 2013 Pazartesi

Kapitalizm, Sömürü ve Barbarlıktır!



Mahmut Balpetek
            İki kutuplu dünyanın son evresinde dünyanın savaş, şiddet ve saldırganlık altında inlemesine, sosyalist sistem ile kapitalist sistemin arasındaki ikiliğin ve gerilimin neden olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştı. Bu görüşe göre, reel sosyalizmin çöküşü dolayısı ile iki kutuplu dünyanın yerini tek merkezli dünyaya bırakması, aynı zamanda savaşın ve şiddetin sonlanması anlamına gelecekti. Bu manipülatif ideoloji kısa sürede solun bir kesimini de hegemonyasının kapsamına katmayı başardı. Sosyalizmin yıkıldığı, kapitalizmin hâkim olduğu yenidünya düzeninde savaş politikalarına ihtiyaç olmayacağı hâkim görüş olmuştu. Zira bu görüşe göre “silah üretimi kapitalizmin kar yasalarından, para-meta-para dönüşümü ile çelişmektedir” dolayısı ile en kısa zaman içinde savaş sanayisi yerini insanlığın ihtiyaçlarına göre sivil sanayiye terk edecekti. Teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı olanaklarla birlikte bolluk toplumuna geçiş kaçınılmaz olacaktı. Teknolojik gelişme aynı zamanda, insanların daha az çalışarak daha çok kazanmalarını olanaklı kılacaktı. Kısacası kapitalizmin kendini aştığı, emperyalizmin de demokratik bir karaktere bürüneceği düşüncesi insanlığa boca edilemeye çalışılmaktaydı
            Ancak yeni dünya düzeni hayali çok uzun sürmedi. Öngörüler gerçekleşmediği gibi, savaş ve şiddet tırmanışa geçti, sömürü katmerleşti. Sosyalizme karşı kurulmuş bir savaş örgütü olan NATO sosyalist sistemin yıkılışını takip eden beş yıl içinde askeri harcamalarını yüzde onun üzerinde arttırdı. Milat olarak anılan Birinci Irak Savaşını diğerleri izledi: Yugoslavya, Kafkaslar, Afganistan ve İkinci Irak Savaşı. 1990-95 arasındaki dönemde 93 savaş patlak verdi. Bu savaşlara dünya devletlerinin yetmişi katıldı. Bu savaşların bilançosu 5,5 milyon insanın hayatı oldu. Ölenlerin yüzde doksandan fazlasının sivil olması yaşananların vahametini anlatmaya yeter de artar.
            İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın  “demokratları” küredeki silahlanma yarışını, askeri ve siyasal gerginlikleri iki kutuplulukla açıklama yolunu seçmişlerdi. Sosyalist sistemin yıkılışı sonrasında yaşanan vahşetin boyutları bu tezin yanlış olduğunu ortaya koyduğu gibi, sosyalist sistemin aslında emperyalist devletleri dizginleyen bir işlev gördüğünü de kanıtlamış oldu. Zira savaş hiç bir dışsal neden olmaksızın kapitalizme içkin bir karakterdir.
            Bir yandan teknolojik gelişme ile üretim sürecinde yaşanan değişiklikler, entelektüel emeğe olan ihtiyacı artırırken, öte yandan işsizlik devasa boyutlara ulaştı. Kapitalizmin merkezlerinde kitlesel üretim yerini, teknolojiye dayalı esnek üretime terk etti. Sendikal hareket geriletilerek sendikasız, güvenceden uzak emek gücü yaratıldı. Taşeronlaştırma üretim sürecinin kilit noktası haline getirildi. Kitlesel üretim gerektiren sektörler, kapitalizmin merkezlerinden ucuz ve güvencesiz iş gücüne sahip Çin ve benzeri ülkelere kaydırıldı. Bu ülkelerin ürettiği artı değerin büyük bir bölümü kapitalist merkezlere akmaktadır. Dünya ölçekli yapılan bu iş bölümü ile geri kalmış yoksul ülkeler taşeronlaştırılmaktadırlar.
            Sosyalizmin yıkılması sonrası kapitalist merkezlerde kamucu ekonomi düzenli olarak geriletildi. Kamu yatırımları azaldı, kamunun sorumluk alanında görülen sağlık, eğitim gibi sektörlerin bile içinin boşaltılması kamusal değerlerin yıpratılması süreci başat oldu. Kamucu değerlerdeki yıpranma bireyci yeni değerlerin şekillenmesine olanak verdiği gibi, sermayenin yeniden yapılanması için gerekli olan yeni tip çalışma ilişkilerinin ve endüstri ortamının yaratılması için ihtiyaç duyulan yeni yönetim tekniklerinin üretilmesine de yaradı. Toplam kalite yöntemi, insan kaynakları yöntemi, kalite çemberi gibi yeni yönetim teknikleri işçi sınıfının örgütlülüğünü geriletiyorken, çalışanların birbirleriyle ve kendileri ile rekabete sokmaktadır. Bu durum sınıfın birlik ve dayanışmasını ruhunu öldürmektedir. Dolayısı ile yüz yıllardır sınıf mücadelesi sonucu elde edilen bütün kazanımlar sınıfın direniş ile karşılaşmadan geri alındı. Siyası dengeler egemenlerin lehine değişti.
            Emperyalist devletler “demokrasi getireceğiz” diye girdiği ülkeleri kan gölüne çevirmektedir. Emperyalistler tarafından müdahaleye maruz kalan ülkeler politik olarak kaosa sürüklenmekte, ekonomik olarak yoksullaşmaktadırlar. Buna karşın emperyalist güçler karlarına kar katarak bu ülkelerden ayrılmaktadırlar.
            İkinci Irak müdahalesi bir milyona yakın insanın ölümüne yola açarken, savaşların asıl mağdurlarından olan kadınlar için de aşağıdaki tabloyu gerisinde bırakmıştır. 5130 kadın esir alınmış, tecavüze uğrayan kadın sayısı 3330, tecavüze uğrayıp hapiste doğum yapan kadın sayısı 1200, zorla kürtaj yapılan kadın sayısı 1830, toplu tecavüz nedeni ile hayatını kaybeden 180 kadın. Irak’ta çatışmalar dinmiş değildir. Yönetimsel olarak demokrasi değil kaos egemen olmuştur.
            Venezuela , Küba, Kuzey Kore, İran’a uygulanan  ambargo bu ülke insanın yoksullaşmasına yola açarken. Aynı zamanda bu ülkeler emperyalistler tarafından  yeni saldırılarının hedefine oturturmuş durumdalar. Afganistan ve Suriye müdahaleleri ise can almaya devam ederken ilerde müdahale edileceklerin listesi kabarmaktadır. Bütün bu müdahalelerin amacı dünyanın emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusun da yeniden dizayn  edilmesidir .Kapitalizmin hem ulus devlet sınırlarında hem dünya ölçeğinde yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlik  temelli  sömürü düzeni , insanlığın savaşlarla bir arada yaşamanın garantörü gibidir. Sosyalist sistemin yıkılmasının ardından  yaşananların  bir kez daha bize  gösterdiği, savaşsız bir dünyanın kapitalizm ile mümkün olamayacağıdır . Zira,savaşsız bir dünya olabilirliğinin yegane öncülü, sömürünün ortadan kalktığı,eşitlik ve özgürlüğün  inşa edildiği bir dünya ile mümkündür.

Hiç yorum yok: