24 Temmuz 2013 Çarşamba

Gezi; Başkaldırıyı Yeni Bir Tarzla Gerçekleştirmenin Adıdır


Mahmut Balpetek
 Gezi direnişinin meydana geliş biçimi ve bunu takip eden iki ay süresince yürütülen mücadele tarzı, bugüne kadar yaşanmış eylem biçimlerinden esaslı farklılıkları içkin kılmıştır. Öncelikle örgütlenme biçimi ve araçları açısından bakıldığında, aşina olduğumuz yöntemleri içermemektedir.
gezi 3
   Kıvılcımın çakıldığı an, uyuyan yüz kişilik gruba polisin saldırması ve Gezi Parkından çıkarılması ile başladı. Buraya kadar her şey rutin idi. Zira Türkiye’de en masumane talepler için biraraya gelen insanların polis gazı ile karşılanması vaka-ı adiyeden sayılır durumdaydı. Gezi olaylarında bu durum değişti ve bir ilk yaşandı. Olayın sosyal medya ağlarında da paylaşmasının ardından Gezi Parkına, binler giderek yüz binler aktı ve ardından Türkiye’nin bütün illerinde direnişe dönüştü.
Hiç kimsenin önceden kestiremediği bir diğer özellik ise yığınların kararlılığı ve ısrarcı duruşlarıydı. Kürt özgürlük hareketini dışında tutarak baktığımızda, bu güne kadar yaşanan direnişlerin çoğunda, birkaç gün sürdükten sonra yığınlar yorulur ve evlerine dönerlerdi. İktidar ise birkaç gün aradan sonra yarım kalan projesine devam ederek tamamlardı. Başbakanın ilk günler “siz ne derseniz deyin biz kararımızı verdik Topçu Kışlasını inşa edeceğiz” ifadeleri bugüne kadar yaşanan sözü edilen deneylere dayanarak sarfediyordu. Yani, iktidar “mevcut kitle birkaç gün direnir sonra herkes yoluna devam eder” diye beklemekteydi. Sadece başbakan değil hepimiz hemen hemen benzer bir beklenti içindeydik. Ancak sanıldığından farklı bir ilk yaşandı ve iki aya yaklaşan bir süredir direniş devam ediyor.
Ayırt edici bir diğer özellik ise olayın lokal kalmamasıdır. “Her yer Taksim, her yer direniş” şiarı etrafında, Kayseri gibi yıllardır muhalif eylemlerin yapılmadığı illeri de içine alan başkaldırı, Türkiye’nin her yanına yayılarak milyonlara ulaştı. Devamında, Dünyanın önemli şehirlerinde destek gösterileriyle yayıldı. Velhasılı kelam 15-16 Haziran direnişini yapanların torunları yeni Haziran’lar yarattılar.
 
Gezi; Yaratıcılığın Şahikasıdır
Başkaldırının, kendinden önceki eylemlere benzer özelliklerin yanı sıra bir o kadar da farklı motifler nakşettiğine tanık olduk. Bu kadar kararlılık taşıyan kavgayı derin bir mizahla buluşturma becerisi ile kavgayı şahesere dönüştürdüler.
Başkaldırının estetik yanının  dominantlığı, onu senaryosunu profesyonel bir sanat kolektifinin yazdığı ve profesyonel oyuncular tarafından icra edilen bir esere dönüştürmüş gibiydi. Anında üretilen, hiciv ve ironi içeren gezi müziklerinin kalabalık tarafından seslendirilmesinin yarattığı estetik tabloyu tarif edebilmek ya da anlatmaya çalışmak için imgeler kifayetsizdir. Direniş, başkaldırı, tutkulu ve aşkla yaşanıyordu “bu daha başlangıç” sloganı eşliğinde.
                Taraftar kitlenin başkaldırı sürecinde gösterdiği uyumlu ve dinamik çalışma kendi içlerinde yarattıkları haberleşme ağı sonraki, mücadele süreçlerine pozitif bir deney olarak aktarılmak üzere belleklere kazındı. Özelikle Çarşı grubundan öğreneceğimiz çok şey olduğunu çok açık olarak gördük.
                Sloganlar, solun geleneksel sloganlarını aşmış, “sıksana”, “çok fazla polis, çok az adalet”, “çare Drogba”, “Mustafa Keser’in askerleriyiz”, “ver gazı polis ver gazı, çileklisi yok mu?” , “biz insanlar kimsenin askeri değiliz”e dek uzanan bir çeşitliliğe tekabül etmekteydi. Kolluk güçlerinin orantısız şiddetine, orantısız zekânın yaratıcılığı ile yanıt vermenin adıdır Gezi başkaldırısı.
                Başkaldırı esnasında bu kadar farklı sanat alanın aynı anda devreye girmesi direnişin kendisini rutinden çıkarıp adete halay ya da bir tangoya çevirmiştir.
                Sosyal medya aracılığı ile bütün dezenformasyonlar boşa çıkarılmıştır. “Camide içki içildi”, “başörtülü kardeşimiz darp edildi” gibi AKP’nin ucuz yalanları anında faş edildi. Dahası ilk kez iktidar oyun kurucu olmadığı gibi oyun alanına girecek cesaret ve birikimi kendinde görmediğinden minderden kaçıp bodyguardlarını sahaya sürme yolunu seçti.
                Gezinin önemli bir ilki de sosyal medyanın doğru kullanılması halinde ezilenlerin etkin mücadele aracına dönüşebilme kapasitesine sahip olduğunu göstermesidir. Aynı zamanda ana medyadan yakınmanın, ondan medet ummanın anlamsızlığının ifadesi oldu. Yani geçmişte işçilerin emekçilerin etkin iletişim aracı olan bildiriler yerini sosyal medyaya terk etmiş durumdadır.
Gezi; Çeşitlik İçinde Birliğin Ruhudur
                Başkaldırının ilk günlerinde çeşitli grupların “ordu göreve” sloganlarıyla başkaldırıyı darbeye yedeklemek amaçları çok kısa süre sonra boşa çıkarıldı. Ancak her halk hareketlerinde olabilecek farlılıklar alanlara hakim olmayı sürdürdü.
                Başkaldırının her etabında renklilik içinde birlik ruhu hakimdi. Abdullah Öcalan’ın posterini taşıyanlar ile Atatürk’ün posterini taşıyanları aynı fotoğraf karesinde görmek mümkün hale gelmişti. Orta sınıftan insanlar, sanatçılar, esnaf, kent yoksulları, işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar , Aleviler, Antikapitalist Müslümanlar, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Araplar… baskıya otoriteye karşı direnenler renklerini birbirine katmış, güçlerini birbirinin gücü ile birleştirmişti. Bu geniş toplumsal yelpazenin direniş öncesi hiçbir hazırlık ve görüşme yapmadan barikatlarda ve birkaç günlük bir zaman diliminde bu duruma evrilmesi, başkaldırının muazzam gücünün ifadesi ve gizemidir.
 Başkaldırı aynı zamanda teorinin renginin ne kadar gri ise pratiğin renginin o denli yeşil olduğunu bir kez daha kanıtladı. Yıllarca öğrendiklerimizi birkaç günde milyonlara öğreten bir başöğretmen oldu.  Bir elinde üstünde Atatürk fotoğrafı olan Türk bayraklı gencin, elinde BDP bayrağı olan genç tarafından polis şiddetinden kurtulmak için diğer ellerini birbirine kenetleyerek koşması, ülkesinde yaşanan savaşı resmeden Picasso’nun  Guernica’sı kadar etkileyici ve bilinç dönüştürücü bir tabloydu. Başkaldırı da yaratıcılık, yaratıcılığa ebelik etmekteydi. Yapılan forumlar bu forumlardan çıkan kararların hayata geçirilmesi, 1917 Ekim Devrimi sovyetlerini aratmayacak kadar demokratik dinamizme sahip. Parlamenter demokrasinin krizine karşı, doğrudan demokrasinin kanallarını açma hamleleri atılmaya yeltenilmiş.  Devamında bu forumların aldığı karar ile Lice, Gezi köprüsü kurulması, karşılıklı ziyaretler ve deney aktarımları pratikte sosyal olarak Kürt sorunun nasıl çözüleceğinin ipuçlarını filizlendirdi. Çözümün kendisi, çözücü güçlerin demokratikleşme için omuz omuza mücadele eden, yeryüzüne özgürlük diyenlerin kavgasının kınında saklı yatmaktadır. Gezi başkaldırısı bu saklı yerde uyuyan güçlü devi uyandırmada katalizör işlevi gördü, görmeye devam edecek gibi durmaktadır.
Gezi; Paris Komününün Hırsızlarından, Onu Geri Almanın Yoludur 
Gezi direnişi iktidar cephesinde tam bir şaşkınlık  ve panik hali olarak yaşandı. Ruh çağırma seanslarına giren iktidar çaresizlik içinde kâh Kürtleri sürecin dışında tutmaya, kâh esnafı direnişçilerin karşısına dikmeye çabaladı. Esnafın, direnişi çalması için duaya çıktı. Ancak AKP bir şeyi hesaba katmayı unutmuştu, Kürtlerin bu oyuna gelmeyecek kadar birikim edindiklerini, direnişi boğdurmaya çalıştığı esnafın ise canını daha başta kendisi almıştı. Yani esnafı bir ölüye çevirdiğini unutmuştu. Bu unutma durumu Komünün rövanşını almasının yolunu açtı.
Marx, o günleri ve komünü çalan esnafın tutumunu şöyle tanımlamıştı: “Tarih hiçbir zaman bu kadar lümpen bir ahmaklar grubuna toplu olarak şahit olmamıştır. Parisli esnaf, Komün’ü savunmak için caddelerinde barikat kuran Komünistlere saldırmış, caddenin yeniden normalleşmesine, barikatın açılmasına, Komün’ün yıkılmasına yardımcı olmuşlardır. Bunu günlük karları için yapmışlardır. Ancak unuttukları bir şey vardı ki barikat yıkılınca caddeye girenler onun müşterileri değil alacaklılarıydı ve burjuvalar çoğunu ağır senetlere zorladılar, bir kısmının da kapısına mühür vurdular. Küçük burjuvazinin müşterisi bizzat o barikatı kuranlardı. Bunu acı bir deneyimle öğrendiler.” Vahşi kapitalizmi yeniden ruha getiren AKP, direnişi bozguna uğratmayı hesap ettiği esnafı daha baştan kendi eliyle boğmuş olduğundan oyuna getireceği kimseyi yanında bulamamıştır.
Gezi; İmtiyazlı Beyaz Türk Olmaya İtirazın Adıdır
   İki Kürt gördükleri ayrımcılık ve dışlanma nedeni ile Kürtlüklerinden muzdarip olmuş, bu durumdan kurtulmak için Türk olmaya karar kılmışlar. Uzun bir araştırmadan sonra Oflu imamın onlara nasıl Türk olacakları konusunda yol göstereceği bilgisine erişmişler. Bir an önce Türk olmak üzere, imamla görüşmek için Of’a giderler. İmam onlara sadece bir kişinin üzerinde durabileceği bir kaya parçasını göstererek, sırayla bu kayanın üzerine çıkıp her biriniz üç kez “ben Türk’üm” dediğiniz andan itibaren Türk olursunuz. İki arkadaş söyleneni yapmak için gösterilen tepeye doğru giderler. Arkadaşlardan biri tepeye çıkar üç kez “ben Türk’üm”  dedikten sonra tepede kalmış, inmediğini gören diğer arkadaş, “dostum in aşağıya da ben de çıkıp Türk olayım” diye seslenince, tepedeki “Sus benim muhatabım değilsin pis Kürt” diye yanıt vermiş.
                Mazlumluk ve mağdurluk edebiyatı ile iktidar tepesine çıkan AKP bugün elinde tuttuğu iktidar tepeciği ile otoriter bir rejimin inşasına mesai harcamaktadır. Kendini ayrıcalıklı baş, toplumu ayak olarak sınıflandırıyor. Gazeteci yazar Hasan Cemal’ın ifadesi ile Kemalizm’in duvarlarını kendi eliyle yükseltiyor. AKP geleneksel askeri sivil bürokrasinin boşaltığı alanda, Kendini yeni bir imtiyazlı sınıf olarak konumlandırıyor. Dağlarda akan dereleri HES olarak, şehir park ve bahçelerine AVM olarak sermayeye peşkeş çekmektedir. Adaletsiz gelir dağılımı aratarak uçuruma dönüşüyor. Zengin daha zenginleşiyor, aynı oranda yoksulluk artıyor. Emek güvenceden uzak pazarlanıyor. AVM’ler esnafı açlık sınıra itiyor. Gençlik geleceğin güvende hissetmiyor. Kadınlar bedenleri üzerinde devletin tasarruf etme girişimine itiraz ediyor. Aleviler, Kürtler, Romanlar eskisi gibi yaşamı reddediyor vb. İşte bu güçlerin itirazlarının ortak paydası Gezi direnişinin adı oldu. Özcesi, Gezi neoliberal politikalara dur demenin ilk adımıdır. Bu daha başlangıç…

Hiç yorum yok: