24 Temmuz 2013 Çarşamba

Sallanan Tren Gidiyor mu?


Mahmut Balpetek
Uzun bir aradan sonra PKK yeniden silahlı güçlerini sınır dışına çıkarma sürecine girdi. Barış sürecinin nesnel zemininin yaratılması açısından son derece kritik olan bu adımın, iktidar cephesinde doğru algılandığı konusunda Kürt cephesinde haklı kaygılar vardı. Daha ilk adımda Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “cehennemin dibine gitsinler” açıklaması iktidarın barış sürecine karşı nasıl konumlandığını ya da barıştan ne anladığını faş etmek için yeterli emare niteliğindeydi, ancak barışa olan özlemin baskınlığının yarattığı tolerans bu türden açıklamaları yol kazası ya da ırkçı kesimleri ikna çabaları olarak yorumlamaya neden oldu.
gezi
Devamında Kürt cephesinin attığı adımlara karşı iktidar cephesindeki statükocu yaklaşımın yanı sıra savaş hazırlığını andıran karakol inşaatlarını hızlandırmak ve korucu sayısını artırmak gibi adımlar kuşkuları güçlendirdiği gibi her türden toleransı da berhava etmektedir. AKP barış masasını terk eden taraf olmak istemediği gibi, barış için adım atan taraf da olmak istememektedir. Bu durumun oluşturduğu tablo treni sallayarak gidiyormuş görüntüsü yaratma çabasının ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Bütün önemli kırılmalarda daha baştan arabayı atların önüne takma geleneğine sahip olan AKP, barış sürecinde de bu tarzını bozmamakta direnç göstermektedir. Zira AKP, Kürt sorununun Türkiye’nin demokratikleşme sorun ile ilintisini bir tarafa bırakarak soruna teknik yaklaşmayı tercih etmiştir. Akil insanlar heyetinin seçimi ve işlevi buna iyi bir örnektir. Herkesi işin içine çekip işi orta yerde bırakmak tekniği bu olsa gerek.
                   Gezide Şiddet Varken Kürtlere Özgürlük Mümkün Değildir.
   Kürt sorunu Türkiye’nin demokratikleşmesinden bağımsız, özerk bir sorun değildir. Nasıl ki Kürt sorunu nedeni ile Doğuda yürütülen savaş siyaseti, Türkiye’nin Batısında da otoriterleşmeye neden oluduysa, Batısındaki şiddet siyaseti, Doğusunda da kendini var edecektir. Başka bir ifade ile AKP’nin eş zamanlı olarak, Türkiye’nin batısında otoriter doğusunda özgürlükçü siyaset izlemesi gibi bir sanı, eşyanın tabiatına aykırıdır. Gözden kaçırılmaması gereken nokta ise anayasal güvenceye dayandırılmış bir çözümün Türkiye’nin demokratikleşmesi ile mümkün olması. Bu dolayım ile öncelikli adım Anayasa ve ona bağlı yasaların demokratikleşmesidir. Yani Kürtler ve diğer ezilen kimliklerin özgürleşmesi demokratikleşen bir Türkiye ile mümkündür. Ya hep birlikte özgürleşeceğiz ya da hiç birimiz özgür olmayacağız. Bunun alternatifi ya da muadili olacak  başka bir yol yoktur.
                              Gezide Pasif Direniş, Şiddetle Yanıtlandı
   Yılardır, AKP’nin diline pelesenk olan, PKK’ye “silahları bırakın sizinle görüşelim, sorunu çözelim” biçiminde yaklaşım dolaşımdaydı. Bu söylem toplumda hatırı sayılır bir etki yaratmaktaydı. Ancak gezi parkında sabahın erken saatlerinde yatan gençlere orantısız şiddet uygulayarak onların demokratik haklarını kullanmalarını engellemek isteği  bunun bir demagojiden ibaret olduğunu bir daha açığa çıkarmıştır. Zira AKP’nin iddia ettiği gibi “demokratik yolardan hak aramanın önünde engel yoktur” tezinin Gezi  pasif direnişine verilen şiddet yanıtı ile bir safsatadan ibaret olduğu toplumun batısı tarafından da görüldü. Gezi süreci göstermiştir ki, Kürt sorunu gibi diğer sorunlarda da şiddetin kaynağı bizatihi devletin kendisidir. Bir taraftan en büyük şiddeti tekelinde tutan devlet şiddeti meşru görerek kendi yurttaşına uygulamakta öte yandan şiddetten yakınmakta ve demokratikleşmenin önündeki engel olarak takdim etmektedir. Yaşananlar bu ağdalı sözlerin sinsi bir aforizmadan ibaret olduğunu doğrulamaktadır. Demagoji devleti bu olsa gerek.
                   Kürt Sorunu Ne Yana Düşer Usta
  AKP’de bütün eski iktidarlar gibi ezileni bir başka ezilene kırdırmak ya da onların dayanışma içinde olmamasını sağlamak politikasını çok sık tedavüle sokmaya çalışmaktadır. Gezi olayları başladığında Kürtleri bu süreçten uzak tutmak amacı ile bazen nazik davrandı bazen de tehdit savurdu. AKP’ye hakim olan zihniyet “Bakın barış süreci işliyor siz Gezi sürecine destek vererek beni zor duruma sokarsanız barışı unuttun”  şeklindeydi. Ancak kısmi tereddütlere karşın bu politika tutmadı. Buna yanıt olarak İmralı’ya gidecek heyetten Gezi’nin sembolü haline gelen Sırrı Süreyya Önder’i veto ederek Kürtleri kendi meşrebince cezalandırmış oldu. Şimdi de esnafı organize edip paramiliter güçleri de yanlarına takıp direnişçilere saldırma planı içindedir. Bütün bu işler gelişirken iktidarda ustalık dönemini yaşayan zatlar barış için ne tür bir adım attı? Görüşmeler, heyetler, yol haritaları ve benzerlerinde iktidara düşen neydi? Ve hangisini gerçekleştirdi? Bunların hepsi baştan muamma idi. Şimdilerde koca bir hiçe dönüşme trendine doğru yuvarlanmaktadır. Barış dolayısı ile demokratikleşmeyi verilecek bir sadaka olarak gören bu zihniyetten daha fazlası beklenemezdi. Kaldı ki bekleyenler de sükutu hayale uğradı. Ama bütün bu olup bitenlere karşı sorunlar kendi çözümünü dayatmaktadır. Sorunlar mekanizmayı kilitleme potansiyelini kendi içinde taşımaya devam etmektedir. Bu sürünme hali ile Türkiye ne kadar yaşayabilir birlikte göreceğiz. Bütün ezilenlerin birleştiği günlere doğru, kolay gelsin Türkiye.

Hiç yorum yok: