24 Temmuz 2013 Çarşamba

Özerk Rojava (Batı) Kürdistan


Mahmut Balpetek 
Kürt meselesi, Türkiye ile sınırlı olmayan bölgesel bir boyuta sahiptir. Dolayısı ile Türkiye’nin izleyeceği dış politikanın Kürt sorunu ile doğrudan bir ilişkisi vardır. Bu nedenledir ki, dış siyasetini barışı gözeten bir yerden kurgulaması nesnel bir zorunluluktur.
Rojava
Bu zorunluluk sahici bir barışın inşası için olmazsa olmaz bir koşul olarak kendini dayatmaktadır. Buna karşın AKP’nin güdümlü alt-emperyalist dış politikası bu nesnellik ile çelişmektedir. Suriye’de Baas rejimini değiştirmek için  başta Cephet-ül Nusra olmak üzere desteklediği paramiliter çeteler, Rojava özerk Kürt bölgesini hedef almaktadırlar. Rojava özerk bölgesinin silahlı gücü YPG ile fiilen çatışır durumda olan bu güçlerin, Türkiye’nin kontrolünde hareket ediyor olmaları Türkiye ile Rojava Kürdistanı’nı karşı karşıya getirme potansiyeli taşımaktadır. Suriye’deki iç savaşın ardından 19 Temmuz 2012’de demokratik özerklik ilan eden Rojava Kürtleri, Baas rejimi ile Özgür Suriye Ordusunun dışında üçüncü bir güç olarak yaşadıkları bölgelerin  yönetimlerini ele geçirdiler. Yaşadıkları bölgeleri savaşın dışında tutmak demokratik bir toplum inşa etmek yolunda kendilerince adımlar atmaya çalışmaktadırlar.
Rojava  Kürtleri Ne Yapmak  İstiyor?
      İktidar güdümlü analizler Suriye Kürtlerinin Kürt devleti kurmaya doğru adımlar attığını yazıp çize dursunlar, İTÜ’de kimya mühendisliği eğitimi almış PYD eş sözcüsü Salih Müslim varlık amaçlarını; “otoriteryan Suriye rejimine karşı, Kürtlerin demokratik ve ulusal haklarını barışçıl yöntemler kullanmak suretiyle sağlamak ve geliştirmek, demokratik bir çözüm süreci içinde Kürtlerin anayasal ve özerk demokratik bir yönetime kavuşmak için mücadele etmek”  olarak tanımlamaktadır. Salih Müslim’in altını çizdiği diğer bir husus ise “biz Irak gibi federe bir yapı içinde özerk Kürdistan inşası da talep etmiyoruz. Amacımız demokratik özerkliktir”. Bu kadar açık ve net ifadeler ile ne yapmayı amaçladıklarına açıklık getirmektedir. Bütün bu ifadelere karşın gelişmeler, iktidar güdümlü analizler yolu ile Türkiye’nin çıkarlarına tehdit gibi servis edilmektedir. Rojava Kürtlerinin nasıl yaşayacaklarını demokratik yollarla belirleme haklarını kullanmaya çalışmaları Türkiye’nin çıkarlarına nasıl bir tehdit olabilir? Normal şartlarda barışçıl demokratik değerleri, kendi coğrafyasında inşa etme hamlesi içinde olan komşu bir halkın bu hamlesi hiç bir komşusunun çıkarına tehdit olarak görülemez. Ancak AKP iktidarı önceden o bölgeye ilişkin alt-emperyalist planlar içine girmiş ve söz konusu bölgede siyasal idarenin nasıl dizayn edileceğine, bölge halkının nasıl bir rejimle yönetileceğine karar vermiş ise ülkenin değil ama alt-emperyalist  hesapları bozulan hesap erbabının çıkarlarına tehdittir.
AKP, Rojava’da Ne Yapıyor?
     AKP hükümeti ısrarlı bir biçimde Rojava’da  Kürt halkının elde ettiği özgürlük imkanlarını tasfiye etmek için Cephet-ül Nusra başta olmak üzere bir çok çeteci, katil gurupları desteklemeye, Kürt coğrafyasında barış ve istikrarlı ortamı destabilize etmeye çalışmaktadır. Bu tutumun tek bir anlamı vardır, Rojava halkının kanını, canını bedel ederek verdiği uzun soluklu mücadelesinin eseri olan kazanımları çalmak çabasıdır. Rojava Kürtlerinin kazanımlarına tahammül göstermeyip onları çalmaya yeltenen bir hükümetin, Türkiye Kürtlerinin,  halk olmaktan doğan haklarını tanıması kaygıyla karşılanacak durum içermektedir. AKP’nin barış konusunda samimiyet testinden geçeceği hususlardan birisi de Rojava Kürtlerinin ulusal demokratik haklarına gösterdiği bu düşmanca yaklaşımı terk edip etmeyeceği  konusudur. Bütün savaş gereçlerini AKP hükümetinin temin ettiği  El Kaideci çeteler bölgede Kürtlere karşı sabotaj eylemleri gerçekleştirmektedirler. Sıkışmaları veya yaralanmaları durumunda ise Türkiye’ye gelip tedavi görerek yeniden bölgeye sevk edilmektedirler. Bunu ne adına yapmaktadırlar? AKP’nin bölgeye yönelik, yıkılan planlarını yeniden diriltmek adına, bölgeyi kan gölüne çevirerek kaosa sürüklemek adına yapmaktadırlar. Tal Abyad kenti, El Kaide’li guruplar tarafından ağır silahlarla bombalanırken, yüzlerce sivilin kaçırıldığı, tehdit edildiği bilinmektedir. YPG Kürt mahallerine yönelik saldırılara sesiz kalmayacağını belirterek “Kürt halkını korumak için ellerinden gelen her şeyi yapacağını duyurdu”. Rakka bölgesinde bulunan ve Rojava Kürdistanı’nın  Kobani şehrine yakın Tal Abyad kentinde 20 Temmuz Cumartesi günü El Kaide bağlantılı grupların Kürt mahallerine saldırması ile başlayan çatışmalar devam etmektedir. Halep bölgesinde aktif olan El Ekrad (Kürt) Cephesi ile El Nusra arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. El Nusra kent camisinden, sık sık Kürtlerin katledilmesi ve yaşadıkları yerlerin yağmalanması çağrısında bulunuyor.
AKP bir an önce bu çetelerle bağını kesmeli, Suriye siyasetinde Suriye nasıl yaşamak istiyorsa kendisi karar vermeli noktasına doğru geri çekilmelidir. Zira şu an izlediği politika ile Suriye’de kan döken taraflardan biri durumundadır. Ellerini bu kanlı oyundan çekmelidir. Bölgeye müdahalede ısrar, ülkede barış sürecini berhava edeceğinin ötesinde, bölgesel bir savaşın kıvılcımı olmaya namzet durumdadır. PYD eş başkanın Salih Müslim’in  “bizim Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak dışında, farklı bir amacımız yok” ifadesi iktidar tarafından doğru okunmalıdır. Müslim bu sözlerle diplomatik bir dille, AKP iktidarının kendilerine karşı iyi niyet taşımadığının da tersinden altını çiziyor.
AKP’nin Rojava’daki devrimci dönüşümü boğma girişimi ile Türkiye’deki barış süreci uyumluk göstermediği gibi, tam aksine çatışır durumdadır. Bu çatışan durumu uyumlaştırmak barışçıl bir dış politikayla mümkündür. Özcesi barış; içeride, dışarıda Gezi’de, Hakkâri’de  demokratikleşmek ile mümkün. Bu şıklardan biri es geçildiğinde barışın bir ayağı eksik demektir. Bir ayağı olmayan barış amiyane tarifle sakat demektir.
Hassasiyetleri Kaşımak, Bu Toprakları Barıştan Yoksun Bırakmaktır
Genelde yaşadığımız bölge, özeldeyse ülkemiz, çok özel hassasiyetlere sahiptir. Bu hassasiyetleri, karşı tarafın zaafı olarak görmek, bunu siyasi argümanlara dönüştürmek son derece tehlikelidir. Yakın tarihimize baktığımızda Kahraman Maraş Katliamının kıvılcımı,  “Aleviler ve Komünistler cami yakıyorlar” yalanına dayalı atılmıştır. Başbakan, Gezi olayları esnasında son derece tehlikeli bu oyunu tekrarlamak istercesine “camide içki içtiler” ya da “başörtülü kardeşimizi darp ettiler” türünden asılsız ifadeler kullanırken, Suriye’de, Kürt halkını kırıma uğratmak için, camiyi araç olarak kullananları desteklemekte sakınca görmemektedir. Soğuk savaşın çatışma dili olan demagojiye sıkça başvurmayı bir marifet sanan AKP iktidarı, bu tutumuyla barış sürecinin üstünde kara bulutlar serpmektedir. İnanç, cinsiyet, etnik kimlikleri siyasetin nesnesi haline getiren bu zihniyet dünyasından bir an önce sıyrılması, barışın zihniyet dünyasına geçmesi güncel bir zorunluluktur.
Öte yandan alt-emperyalist emellerin de barış sürecini boşa çıkarma karakterli bir sorun olduğunun farkına varmalı ve bu yönlü pozisyon tutmaktan vazgeçmelidir. Bir taraftan geleneksel devlet aklıyla yürümek, öte yandan barış gelsin demek, Godot’yu beklemekten farksızdır. Bu toprakların ekmek gibi su gibi ihtiyaç duyduğu barıştır. Kimsenin, ham hayal peşinde koşarak, umutları boşa çıkarmaya hakkı yoktur. Bu hakkı kendinde bulanlar, Ortadoğu halkları tarafından tarihin çöp sepetine atılmak dışında  bir gelecek tahayyül etmesinler.

Hiç yorum yok: