28 Mayıs 2014 Çarşamba

1 Mayıslarda Enternasyonalizm


Ferhan Umruk
Herhalde, sosyalistlerin ve işçi sınıfı hareketinin mutasavver topluma ilişkin düşüncelerini en berrak biçimde tasvir eden gün 1 Mayıs olmalıdır. Zira, işçi sınıfının dayanışmasını temsil eden bu günün baskın özelliği, günümüz toplumunun sınırlarla birbirinden yalıtılmışlığının bu yalıtılmışlıktan doğan dostlukların da düşmanlıkların da oluşmasına ihtiyacın kalmayacağı Tevfik Fikret’in dizesiyle ‘ Vatanım yeryüzü, milletim insanlık’ çağrısının şu kaotik dünyada bir kez daha hafızalarda canlanmasına fırsat vermesidir.
Resim
Dostlukların da ihtiyacının kalmayacağına işaret ederken, dostluğun kavram olarak değerini bilerek bunu ifade ediyorum. İnsanların oluşturduğu toplumlar yarattıkları kimlikleri politikleştirdikleri zaman ayrışma bu düzlemde ya dostlukla ya düşmanlıkla sürdürülüyor. Günümüz dünyası ulusların dostluk ve düşmanlıklarıyla yüklü sorunlarla boğuşuyor.

Verili durumun yani ulus-devlet paradigması üzerinde şekillenen kapitalist dünya sisteminin penceresinden ulus-devletlerin anlaşmazlıklarını, savaşlarını, çatışmalarını, düşmanlıklarını bertaraf etmek isteyen liberal çözüm önerilerinin sarıldığı çare her zaman dostluk kavramıyla kısıtlı kalıyor. Oysa sistemin kendisi ulus-devletleri birer saatli bomba gibi içinde barındırıyor ‘ülke çıkarları’ sözleri akan suyu durdurarak görünürdeki dostlukları da berheva eden diplomasinin sabit pusulası rolünü oynuyor.
Bir toprak parçasında yaşayan bir topluluğun dünya sistemi içerisinde ulus statüsüne erişmesi yine sistem tarafından temel bir şarta bağlanmış durumda o da devlet olması. Kuşkusuz bu devlet bir toprak parçasının üzerinde egemen olup kendisini diğer devletlerden sınırlarla ayırmalı. Bir devlete sahip olamayan dili, kültürü, coğrafyası ortak olan toplumlar ulus olarak değil etnisiteler olarak öncelikle asimilasyonun sonra da çokkültürlülüğün bir objesi olarak tanımlanıyorlar.
O halde sınırlara sahip bir devletin oluşmasının ardından ulusun inşasının başladığını belirten görüşlerin dikkate alınması gerekiyor. Sovyet blokunun yıkımının ardından oluşan devletler oluşan ve oluşacak uluslar bu gerçeği ortaya seriyor. Romen etnisitesi iki devlet ve ulus yarattı, Romanya ve Moldovya olmak üzere. Arnavut etnisitesi üzerinden Kosova ulusu da oluşuyor. Aynı dili konuşan Türkiye ve Azerbaycan devletlerinin iki devlet tek millet şiarı bir fantazi olmaktan bile yoksun gözüküyor.
Her sınırlara sahip devlet kendi ulusunu yaratıyor. Bu nedir? Bir toprak parçası üzerinde ayrı olarak var olan tarihsel cemaatler hepsini içeren üst cemaati oluşturuyorlar. Bu durumu Benedict Anderson şöyle dile getiriyor ‘Ulus hayal edilmiş bir siyasal topluluktur kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş cemaattir.’
Kapitalist dünya sisteminin ulus devletler paradigması hayali cemaatler olarak amacını yerine getirdi. 1. Dünya savaşı ertesinde Ortadoğu’da İngiltere’nin yarattığı sınırları cetvelle çizilmiş aynı etnisitenin ulus-devletleri de (Irak, Suriye, Ürdün) bu gerçeği anlatmıyor mu?
Bir başka açıdan konuyu irdelediğimizde sorunun derinliği daha da açık olarak karşımıza çıkıyor. 1917 Ekim devrimiyle başlayan işçi devletleri sürecin içerisinde kendisini dünya devriminin parçası olarak tanımlamaktan süratle koparak ‘Tek ülkede sosyalizm’lerin akıntısına kapıldı kapitalist dünya sisteminin ‘sosyalist’ ulus-devletleri olarak sisteme eklemlendi.
Bu yönelimin sonuçları üzerine bir kaç hatırlatma yaparsak daha anlaşılır olur. 2.Dünya savaşı sonunda ABD,İngiltere, SSCB arasında yapılan Tahran,Yalta, Potsdam konferansları bu devletlerin etki alanı paylaşımına sahne oldu. Burada bizi ilgilendiren SSCB’nin bu paylaşım sistemine ortak oluşu olmalıdır. Bu toplantıda Stalin’in şu sözleri anlayışın niteliğini ortaya koymaktadır;’Biraz daha belirleyeyim;Romanya, Bulgaristan, Macaristan, ve Finlandiya’daki Alman yatırımları bize gerisi size kalır’ Şifre sözcüğün Alman yatırımı gerçeğin ise etki alanı olduğu apaçıktır. Bu tutumlar gelecekte de ‘sosyalist’ ulus-devletlerin milliyetçi çatışmalarının yolunu döşeyen taşlardan birini de işaret ediyordu sanırım. Güney-doğu Asya’da Vietnam-Kamboçya savaşı, Çin’in Vietnam’a saldırısı ulus-devlet ‘sosyalistliği’ nin iflasının belgelenmesiydi.
Toplumlar kapitalizm tarafından bir hayali cemaat olarak işlenerek yaratılan devletlerin ulusu olarak inşa edilmiştir. Bu bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Ama bu gerçekliğin sistem tarafından bilinçli öncülerce inşa edilmiş olmasının bilinmesi varolanın dışında ve ulus-devleti aşacak bir seçeğin de mümkün olduğunu gösteriyor.
Bir kez daha 1 Mayıslarda enternasyonalizmin hafızalarda canlanması ancak onun anlamına uygun bir zihinsel sıçramaya fırsat verdiği ölçüde önümüzü açar. Sosyalizmin bir dünya cumhuriyetine ulaşması, devletin sönümlenerek ulusun politik olandan dışlanması hedefine sahip olmadan ve bu düşünceyi derinleştirmeden enternasyonalizmi kavramak mümkün değildir.

Hiç yorum yok: