28 Mayıs 2014 Çarşamba

Dünyamız Devrime Gebe, Düşük Yapmaması İçin Hazırlanmalıyız


İbrahim Özkurt
Taşeron işçileri “taşerondan bıkmışlar, insanca koşullarda yaşamak için kadro istiyorlar”. Bu talep, işçilerin ne hallere düşürüldüğünün kavranması açısından düşündürücü değil mi? Sanki kadroya geçince insanca yaşamaya kavuşacak taşeron işçileri. Oysa kadroya geçince bir üst kölelik durumuna terfi edecekler ve ne hazindir ki buna razılar. Kadrodakilerin ise, sesi soluğu çıkmıyor, işlerini kaybetmemek adına sus pus olmuş durumdalar.
devrim
Devrim ve sosyalizm gibi düşünceler ise işçi sınıfının gündeminden çıkalı çok oldu. Birlik, Mücadele, Dayanışma amaçlı günü olan 1 mayıslarda bile sendika bürokrasisi ve çok az işçi katılımı görüyoruz meydanlarda. Üstelik sendika yöneticileri, üyelerine sormadan farklı meydanlarda görücüye çıkma kararı aldılar. Sınıf kendi bayramını dahi nerede nasıl yapacağına karar veremez konuma yuvarlandı. Soran olmadığı gibi “niye sormuyorsunuz” diye tepki veren de yok.
Hal böyleyken, yani günümüzün İşçi sınıfı sendikal alanda dahi örgütsüzken, geleceğin inşasında yeri var mı? Varsa sendikalar yenilenebilir mi? Parti dahil klasik örgütlenmeler sorgulanarak siyasi, ekonomik ve demokratik alanda başka örgütlenmeler mümkün mü? Mümkünse nasıl olmalı? Sorularına, Devrimci Marksistler cesaretle ve de ivedilikle yanıt bulmakla yükümlüler diye düşünüyorum.

Zira işçi sınıfı bu haliyle bırakın insanlığı kurtarmasını, kendisini bile koruyup kollayamaz konuma düş(ürül)dü.
Geçen gün yolda adres soran bir taşeron işçiyle kısa bir sohbet ettim. Hastane adresi sordu. Hayrola hasta mısın? Diye sordum. Evet dedi. Sigara içiyordu. Hem hastasın, hem de sigara içiyorsun, bence önce sigarayı bırakmalısın deyince, başladı yakınmaya. “Taşeron işinde çalışıyorum, elime geçen bin lira, moralim sıfır, içmeden duramıyorum be abi, sendikamız da yok, izin de vermiyorlar, birlik de sağlayamıyoruz” deyince; Ben boş verin sendikayı, kooperatifleşerek ihaleye siz girerseniz kazancınız üç katına çıkabilir dedim. Bunun üzerine başladı iş arkadaşlarına veryansın etmeye. Bir yandan taşeron’a, bir yandan devlete bir yandan da iş arkadaşlarına, diğer yandan sendikalara verdi veriştirdi. Sosyalist partilerden haberi sanırım yoktu. Olsaydı eminim onlarda nasiplenirlerdi küfürlerden. Sınıfın durumu üç aşağı beş yukarı böyle..Böyle ama nereye kadar böyle gidecek?
Görünen o ki, sol ataletten kurtulup canlanmalı artık. Zira yapacak çok iş var. Ne var ki önce sol, ezberini bozarak köklü bir zihniyet devrimi yaşamalı diye düşünüyorum.
Aristo “İnsanın hayvandan farkı kendi başına bir amacının olması için faaliyetlerde bulunması, politika yapmasıdır” demiş.
Kölelik ilişkilerinin ve kâra dayalı ekonominin kurulmasından bu yana insanlığın ezici çoğunluğu kendi başına bir amaç için politika yapamaz konuma geldi.
Önce kadını, sonra zayıfı köleleştirmeye ve toplumu yönetmeye başlayan ve ekonomiyi de kendi uhdelerinde toplayan günümüzün emperyalist-kapitalist zorbaları, yönettiği ve sömürdüğü insanı politikanın dışına itti. Yöneten politik özne, yönetilen ve sömürülen apolitik nesne konumuna düştü yani.
Emek mücadelesinin başarısı adına yüz yılı aşkın sürdürülen tüm parti, sendika ve her tür sivil örgütlerde işletilen, çoğunluğun iktidarına dayalıklasik (Leninist) örgütlenmelerle de (araya sıkıştırılan demokratik merkeziyetçilik garabeti de işlemediği için) örgütlü sosyalist üyelerin dahi özne olmaları mümkün olmadı ve özgür politika yaparak “insanlaşamadı” tespiti yapmak sanırım yanlış olmaz. Klasik sol partilerin içinde yaşadıkları açmazı bu açıdan da değerlendirerek çözüm üretmeleri sanırım daha gerçekçi olur. Böylelikle üyeler de söz ve karar sahibi noktasına ulaşır.
Yıllar var ki Tayyip Erdoğan’ın çoğunluğa dayalı iktidarına demokrasi denemeyeceğini vazeden sol, kendi tüzüğünü unuttu mu diyesi geliyor insanın.
Solun tüzüğündeki çoğunluğun iktidarında, yani yöneten-yönetilen ilişkisinin kurumsallığın da, yöneten de yönetilen de özgür olamaz. Günümüzde sağlı sollu tüm siyasi partilerin iç hukukları çoğunluğun iktidarına göre kurgulanmış vaziyette. Tayyip Erdoğan’ın da özgür olduğunu kimse iddia edemez. Tabii ki dünyadaki tüm yöneticilerin de. Zira söz konusu yöneticilerin zengin olmaları özgür oldukları anlamına gelmez. Burjuva sınıfının dahi özgür olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sanırım gezegenimizde bir tek özgür insan mevcut değil. Zira temsili demokrasi tutsaklık ilişkisi yaratan bir sistemdir.
ÖZGÜRLÜK! ACABA NASIL ELDE EDİLEBİLECEK?
Sanırım günümüze değin gasp edilen özgürlük, birey özgürlüğü ile ortaklaşmacılığın kurgusallığında, üstelik siyasi ve ekonomik her iki temelde örgütlenilirse elde edilebilecek.
Demek istediğim, sadece siyasi temelli örgütlenme ile egemenlik ve kölelik ilişkilerini ortadan kaldıramayız. Kaldırmak isteniyorsa; bu günden, siyasetin yanı sıra ekonomik alanda da ihtiyaca göre bir üretim, dağılım ve bölüşüm ilişkisi kurmayı gerektiriyor. Kuramazsanız iktidar da olsanız mevcut özel mülkiyeti bürokrasinin kontrolundaki devlet mülkiyetine dönüştürürsünüz ki bu da kimseye özgürlük getirmez. Üstelik bir de kültürel boyut var.
İnsanlık çok farklı tarihsel, inançsal, ekonomik kültürel ve coğrafi koşullardan geçerek günümüze geldi. Farklılıklar hala belirgin ve derin. Bu nedenle üretilecek siyasi ve ekonomik örgütlülükler de özgün olmalı. Söz konusu farklılıkları zenginlik olarak okumalı, hatta avantaja dönüştürmeyi başarmalıyız.
Ve özgür bireylerin ortaklaşmacılığında, doğrudan yönetim haricindeki tüm yönetim biçimlerinin bu zenginlikleri karartacağı, boğup öldüreceğini de bilince çıkarılmalıyız.
İnsanlık günümüzde ulus devletler şeklinde örgütlenmiş durumda. Her ulus devletin halkları yukarıda değindiğim gibi çok farklı tarihsel, inançsal, coğrafi, farklılıklarını koruyorlar. Şayet meclisler şeklindeki siyasi, kooperatifler şeklindeki ekonomik örgütlenmeler ele alınacaksa kaçınılmaz olarak her bir bölgenin örgütleri de farklı ve özgün olacaklardır.
Diyeceğim şu ki, örgütlenmelerimize, mevcut ulus devletleri parçalamaya yönelerek İller, bölgeler ve de özerk federasyon, konfederasyon birimleri şeklinde siyasi ve ekonomik, ulusal ve uluslararası dayanışma ağları da tasarlayarak başlamalıyız. Bunların gerçekleştirilebilmesi için de, mevcut iktidarlara (devlet-sermaye) karşı her tür mücadeleyi (grev, isyan, direniş) ortaklaştırılmalıyız. Ekonomik entegrasyon (bütünleşme) kurularak kooperatifler kanalı ile karşılıklı dolaşım mekanizması oluşturulmalıyız. Yani enternasyonalizmi siyasi ve ekonomik olarak birlikte işletilmeliyiz ki,özgürlüğün yolu açılabilsin.
Günümüz solu hala siyasi bir dünya devrimi hayali taşıyor. Çok küçük bir ihtimal de olsa ve gerçekleşse bile, olası bir siyasi dünya devrimi neticesinde, oluşacak dünya devletinin adına Komünizm de deseler sanırım dünya diktatörlüğü olur. Çünkü bugünden, insanların özgürleşebileceği siyasi ve ekonomik örgütlenmeleri yerine, sadece çoğunluğun iktidarına dayalı siyasi örgütlenmelerde ısrar ediliyor. Geçmişte yaşatıldığı üzere bu tür örgütlenmelerin durağı, bürokratik diktatörlüktür. Zira bugünden siyasi ve ekonomik her iki alanda örgütlenmediği için özgürleşemeyecek olan insanlar kaçınılmaz olarak kendilerini yönetenlere tabi olacaklar ve asla amaç hâsıl olamayacaktır. Zira özgürlük dışarıdan ve sonradan enjekte edilemez.
Şimdi Aristo’nun tespitini tekrar okumanızı öneririm.
Aslında dünyamız objektif olarak devrime gebe. Ne var ki evrensel tarzda siyasi ve ekonomik örgütlenmeler olmayınca, gebelik hali düşük yapmaya mahkûm. Tek ülkelerde yaşanacak devrimler ise boğulur. Toplumsal yaşamın siyasi ve ekonomik örgütlenmesi tabandan merkeze doğru ve dünyayı saracak tarzda örülmesi ile sağlıklı DEVRİM (doğum) ancak gerçekleşebilir diye önerimi tekrarlıyor ve herkese kolay gelsin diyorum.

Hiç yorum yok: