28 Mayıs 2014 Çarşamba

Soma Cinayeti- İşçi Sınıfı Yok!


Ferhan Umruk
Şu anda Bakan Taner Yıldız’ın açıklamasına göre 205, CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’e göre ise 350 maden işçisi hayatını kaybetmiş bulunuyor. Acı ve hüznün tam ortasındayız. Sonuçla yetinmeyip nedenlerini algılayanlar yaşanan dramın engellenebilir olduğunun farkında. Ama kendi çıkarı için sonuçla yetinenler halkı tevekküle davet edecek, günümüzün kitle bilinci veri alındığında neden sorusunu soramayan çoğunluğumuz tevekkül davetini kabullenecek.
soma

Sol-sosyalist cenah şimdi yelpazenin bir ucundan bir ucuna hakikati farklı vurgularla telaffuz ediyor. Vurguları AKP hükümetine karşı yoğunlaştıranlardan, kapitalist sistemin kendisine yoğunlaştıranlara kadar uzanıyor tepkiler. Tepkilerin farklı vurgularda olması doğruluklarını zedelemiyor ama esas failin karartılmasına yol açabiliyor. Evet, AKP Hükümeti, burjuvazinin temsilcisi olarak pervasızca maliyetlerin düşürülerek, karların yükselmesi için, emekçilerin hayatına mal olan, iş güvenliği tedbirlerini hiçe sayıyor.
Ancak, arkasından hemen ekleyelim ki kapitalizmin üzerinde varlıklarını sürdüren sistem partileri de özünde AKP’den farklı bir yol izlememektedir.

Türkiye’de her iş kazası-cinayeti vuku bulduğunda dünya ve Avrupa ülkeleri ile karşılaştırma yapılarak hali pür melal ortaya konur. Doğrudur da, Türkiye’nin içler acısı durumu.

1992 yılından beri Soma’da hayatını kaybedenler hariç 3.000 den fazla maden işçisi hayatını kaybetmiş bulunuyor.

Bütün sektörler dikkate alındığında 2011’de iş kazalarında hayatını kaybeden işçi sayısı 1.700, 2012’de ise 744 işçi hayatını kaybetmiş.

Avrupa karşılaştırmasından da söz ettik işte bir istatistik:
Çalışan Her 100.000 Kişiye Karşılık İş Kazası Sonucu Ölüm


                   2002   2003 2004 2005 2006   2007    2008

Türkiye        16.8   14.4   13.6 15.8    20.5  12.3    10
 Avusturya      5         4        5     5         4       4         4
 Bulgaristan    6.0    5.2        6.0  5.8      7.2    7.1
 Güney Kıbrıs 7       3           5     5        6        5       4

Görüldüğü gibi Türkiye, Avrupa’nın bu konu bakımından alt sıralarda olması gereken ülkeleri bile oransal olarak katlıyor. Peki bu farklılık nereden ileri gelmektedir? Yaygın kanaat gibi, kendisini sosyalist olarak tanımlayanlarda da,  Avrupa’daki gelişkin demokrasinin iş kazalarından olan ölümleri, tedbirler alarak gerilettiği düşüncesi hakimdir. Ama hakikatin kendisi hiç de sanıldığı gibi değildir. Avrupa işçi sınıfının bedeller ödeyerek verdiği sınıf mücadelesi sonucunda sömürüyü ortadan kaldıramamıştır ama, ekonomik- sosyal hakları ve iş kazasından ölümlere karşı iş güvenliğinin gelişmesini sağlayacak kazanımlar elde etmiştir. İş kazalarında ölüm oranını yaratan fark, özet olarak verilen sınıf mücadelesinin gücü veya güçsüzlüğünden kaynaklanmaktadır.

Şimdi, kar amacına dayalı kapitalist üretim tarzının insan hayatını hiçe sayan zalimliği, ücretli işçilerin hala bu dünyada var olduğunu, varlıklarıyla bile sırat köprüsü üzerinde yürüdüklerini herkesin yüzüne çarptı. Tabii, sosyalist hareket içinde varlığını sürdüren, burjuva ideolojisinin saldırısı altında artık işçi sınıfının yok olduğunun kuramsal ispatına yeltenenlerin de bütün bunlardan ders çıkarması gerekiyor. İşçi sınıfı yok diyenler, elbette, devletin sınıf karakterinin de mevcut olmadığını ileri sürerek “Radikal Demokrasi” teziyle sisteme entegre olan bir siyasi hat öneriyorlar. Ne var ki, devletin devletliğinin borsalarda, hisse senetlerinde, komisyonlarda dolaştığı, muktedirlerin çıkarlarını koruduğu Türkiye’de de hayatları pahasına yerin altında ekmek parasını çıkarmak için çalışan maden işçilerinin iş güvenliği için devletin devletliği bir anda buhar olup uçuyor.Uçuyor çünkü, ne de olsa egemen sınıfın devleti değil midir bu devlet.

Öte yandan, bugünün Türkiye’sinde sosyolojik olarak işçi sınıfı mevcutken, politik olarak işçi sınıfı yok. İşçi sınıfının politik yokluğunun sonuçlarının, yalnızca düşük ücretler, geriletilen sosyal haklarla sınırlı olmadığı da Soma cinayetiyle bir kez daha ortaya çıkmış oldu. İşçilerin hayatları da kapitalistin maliyetleri düşürmesinin bir parçası haline dönüşmüş durumda.

SSK istatistiklerine göre Türkiye’de her gün 3 işçi, iş kazası nedeniyle hayatını kaybediyor. Sistematik ama tek tek ölümler toplumsal olarak gözlerden saklanabiliyor. Ancak toplu can kayıpları, yakın zamanda Davutpaşa, Zonguldak, Tuzla tersaneleri en son da Soma’da olduğu gibi vahşet gizlenemez boyutlara ulaştığında  hakikat su yüzüne çıkıyor.

1980 öncesi, sendikal örgütleriyle, partileriyle örgütlü mücadele vererek politik özne olma yolunda ilerleyen işçi sınıfının elde ettiği politik mevzileri yitirmesinin sadece 12 Eylül darbesiyle izah edilmesi mümkün gözükmüyor. Sosyalist hareketin öznel hataları yanında,  Türkiye’nin son 30 yılına damgasını vuran Kürt halkının inkar edilmiş en temel hakları için verdiği mücadele, batı da işçi sınıfının bilincini  muktedirlerin pompaladığı şovenizmle zehirledi. Burjuvazi şovenizmi kışkırtarak zor ve rıza yoluyla işçi sınıfının dinamik mücadelesini geriletti, sınıfı da sistemin arkasında konsolide etti.

Şimdi ne olur? Soma madenlerinde çalışan işçiler bu cinayeti görecek ve bütün işçi sınıfıyla birlikte sistemle hesaplaşma yoluna mı girecek, yoksa Hükümetin  feodal kültüre uygun olarak ödeyeceği “Kan parasıyla” kaderin kefaretiyle mi yetinecekler.

Altta kalanların hikayesi birbirine benziyor. Şu son 30 yılda Kürt meselesinden kaynaklanan iç savaşta 40.000 yoksul genç yaşamını yitirdi. Hükümetlerin yaşamını yitiren askerler için verdiği tazminatlarla kaderin kefaretiyle yetinenler, barışçı çözümün değil şovenizmin takipçisi olmuşlardı. Yılda ortalama 1.000 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybettiğine göre 30 yılda 30.000 işçi öldü. Kürt ve Türk gençleri hayatını kaybediyor, işçiler hayatını kaybediyor hikayelerindeki ortak payda bu, çünkü onlar altta kalanlar.
Ama şu da gerçek ki: Kaderin kefareti, hayatına kıyılanı geri getirmiyor.

Hiç yorum yok: