28 Mayıs 2014 Çarşamba

HDP-ÖDP Tartışması Vesilesi ile Bir Kez Daha Radikal Demokrasi Üzerine – Akif Kara


Yalansız’ın notu: Radikal demokrasi kavramının giderek sol içerisinde seslendirildiğini görüyoruz. Ancak bu kavramın sahiplerinin post-Marksizmi omuzlayan Laclau ve Mouffe tarafından formüle edilmiş bir kuram olduğu gözden kaçmış durumda. En son Duran Kalkan’ın ÖDP’yle alakalı bir yazısında yine bu kavram üzerinden görüşler dile getirildi. Bir süredir sosyalist parti ve grupların yer aldığı HDP’nin sözcüleri de radikal demokrasi kavramını kullanmaya başlamışlardı. Doğrusu, bu cenahta böylesi bir yön değişikliği anlamına gelen kuramsal kavramın bütünsel olarak nasıl tartışıldığını bilmiyoruz, çünkü böyle bir tartışmaya tanık olmadık. 
Radikal demokrasi tezinin Türkiye sosyalist hareketi üzerinde zaman zaman etkileri olduğu bilinir. Hatta kurucusu ve bir dönem yöneticiliğini yapmış olduğum ÖDP’de çoğunlukta olan Devrimci Yol grubunun bu kuramdan etkilenerek politikalarını oluşturduğu aşikardır. Bir dönemdir farklı bir noktaya geldikleri görülüyor.
Duran Kalkan’ın yazısının sansasyonel bir tarzda ele alınması olgunun kuramsal yanını gölgede bırakmıştı. Yazının üslubunun ÖDP cenahında tehdit algılamasına yol açmış olması, düzeltme ihtiyacına neden oluyor. Düzeltileceğinin, yanlış anlaşılma olduğunun açıklanacağı umulur.
Konunun kuramsal yanıyla ilgili www.toplumsol.org sitesinde Akif Kara’nın yazısı tam da bu boyutla ilgileniyor. Bu bakımdan yalansız okurlarıyla paylaşmak faydalı olacaktır.

Ferhan Umruk


HDP-ÖDP Tartışması Vesilesi ile Bir Kez Daha Radikal Demokrasi Üzerine –

Akif Kara

Özgür Politika’da yayınlanan yazı üzerine tartışmalar ağırlıklı olarak, geçmiş mücadele pratiklerinin değerlendirilmesi ve PKK’nin ÖDP’yi tehdit edip etmediği konuları etrafında gelişti. Oysa ki yazıda bugünün siyasal toplumsal mücadelesinin “stratejik” yönelimlerine ilişkin yapılan kimi belirlemeler, belli ki önümüzdeki günlerde “yeni saflaşmaların” tetikleyicisi olacak.

HDP-ÖDP Tartışması Vesilesi ile Bir Kez Daha Radikal Demokrasi Üzerine – Akif Kara
Son günlerde, HDP-ÖDP arasında başlayan tartışmada  (biraz da Oda TV’nin yanlı haber sunumu) nedeniyle işin ideolojik-politik “mahiyeti” büyük oranda gözden kaçtı.
Söz konusu yazı yurtdışında yayın yapan Özgür Gündem’de yayınlandıktan sonra, önce muhalefet.org ardından sırasıyla baslangicdergi.com,turnusol.biz ve toplumsol.org sitelerinden Selahattin Erdem’in tespitlerine ilişkin çeşitli yazılar yayınlandı.
Fakat tartışmalar ağırlıklı olarak, geçmiş mücadele pratiklerinin değerlendirilmesi ve PKK’nin ÖDP’yi tehdit edip etmediği konuları etrafında gelişti.
Oysa ki yazıda bugünün siyasal toplumsal mücadelesinin “stratejik” yönelimlerine ilişkin yapılan kimi belirlemeler, belli ki önümüzdeki günlerde “yeni saflaşmaların” tetikleyicisi olacak.
Bu yüzden ben esas olarak tartışmanın “içeriğinin” derinleştirilmesi gerekliliğine vurgu yaparak  küçük bir giriş yapmak istiyorum.
Buradan hareketle iki temel noktayı referans ve tartışma başlığı olarak ele alacağım. Bunlar; radikal demokrasi ve solda birlik konuları…
Solda birlik üzerine birçok yazı yayınlandı, birçok proje hayata geçirildi-geçirilmekte.  Bu konu hali hazırda hemen hemen tüm sol-sosyalist siyasetlerin gündeminde yer almaktadır. Dolayısı ile bu konuyu burada “bitirmek-anlatmak” mümkün değil ve başka bir yazıda daha kapsamlı olarak üzerinde durmak gerekir. O nedenle sadece radikal demokrasi kavramı-tartışması üzerinden bir fikir yürütmek ön açıcı olacaktır. Sonuçta Selahattin Erdem’in yazısında ÖDP vd. HDP içinde yer almayışları tek başına “örgütsel” bir tartışma değil bizatihi ideolojik. O halde önce bu ideolojik tartışmayı ele alıp, derinleştirmek farz.
***
Radikal demokrasi kavramı, geçtiğimiz aylarda hayatını yitiren Laclau’nun Mouffe ile birlikte gündeme soktuğu bir tartışmadır. Bu kavramsallaştırma yahut bütünlüklü bir değerlendirme ile birlikte “düşünüş biçimi” post marksizme içkindir ve ülkemiz solunda da Birikim dergisi ile birlikte tartışılır hale gelmiştir.
Yeni sağ ideolojinin ve neoliberal ekonomi politikalarının saldırısı altındaki 1980’lerin belirsiz ve toplumsal muhalefet güçleri açısından umutsuz ortamında güçlenerek gerek akademideki sol çevrelerde gerekse de solun siyasal pratik içinde yer alan kadroları arasında etkili hale gelmiş olan post Marksizm özellikle siyasal pratik alanda yarattığı etkiyi Laclau ve Mouffe’ye borçludur[1]. Bu ikilinin yazmış oldukları “Hegemonya ve sosyalist strateji:  Radikal bir demokrasiye doğru” isimli kitapları ile birlikte radikal demokrasi kavramı yeni bir politik inşa projesi haline gelmiştir. Bu politik inşa ideoloji ve politikanın özerk olduğu ve hiçbir anlamda sınıf ilişkileri gibi herhangi bir toplumsal temelin ifadesi veya üretimi olmadığı varsayımından hareket eder. Dolayısıyla işçi sınıfı kapitalist toplum içinde, sosyalist stratejide kendisine ayrıcalıklı rol veren herhangi bir özel konum teşkil ediyor olarak görülmez. Ekonomik ilişkilerle politika arasındaki ilişki bütünüyle olasılığa bağlı hale gelir. Toplumsal hareketler sınıftan bağımsız bir şekilde oluşturulabildiği için sosyalizm mücadelesi, içlerinden hiçbirinin temel olarak diğerlerinden daha önemli olamayacağı bir demokratik mücadeleler çokluğu olarak yeniden tanımlanır. Sosyalizm bir kez daha maddi çıkarlar yerine evrensel insan hedefleri vasıtasıyla tanımlanmış olur. Böylece, sosyalizm gündemini tanımlama noktasında aydınlara kilit bir rol verilir[2].
Bahsi geçen kitabın yazarlarına ve radikal demokrasi düşüncesini savunanlara göre, içinde yaşadığımız toplumu kökten değiştirmek için merkezi, uzun vadeli ve toplumda köklü değişikliklere yol açacak hedeflere ihtiyaç yoktur. Yani devrim-iktidar perspektifi gündem dışındadır. Ayrıca kapitalist üretimi ilişkilerinde yaşanan değişimler, hizmet sektörünün genişlemesi ve sanayi işçilerinin sayısının azalması gibi “veriler” ile birlikte işçi sınıfının “öncü” rolü ortadan kalkmış, feministler, çevreciler, öğrenciler, eşcinseller gibi yeni toplumsal hareketler “merkezi” duruma gelmiştir. Bu “ezilmişlikler” ise “sınıfsal” çelişkilerle değil toplum içindeki konjonktürel konumları ile ele alınmaktadır. Yine bu anlayışa göre, “radikal demokrasi” özetle bireyin insani kapasitelerini gerçekleştirme özgürlüğünü savunan ahlaki bir ilke olarak liberalizmin günümüzde her zamankinden daha geçerli olduğunu iddia etmektedir.[3]
Radikal demokrasi kuramcıları “sınıf” kimliğinin “ayrıcalıklı” konumu yerine toplumsal kimlikler arasında “eşdeğerlik” kurulması gerektiğini ileri sürerler. Bu gerekliliğin getirdiği ise çoğulculuğu temel alan liberal demokrasinin temel savlarının öğrenilmesi ve solun, düşmanca bir tutum geliştirdiği liberal demokrasinin güçlü yönlerinin de fark edilmesidir.
***
Radikal demokrasi kavramı tartışması bütün önermeleri bir yana aynı zamanda “fikri bir biriktirme” sürecinde aşılması gereken bir yana sahiptir. Bugün sosyal politikada yeni sol söylem setinin özellikle akademi ve sol siyasal pratikte yaygın olması bizleri bu kavramları temel almak zorunda kılmaz. Aksine Marksist söylemi güçlendirecek ve bu türden “sapmalarla” ideolojik-fikri bir mücadeleyi elzem kılmaktadır.
Ayrıca radikal demokrasi üzerine konuşurken ampirik verilerden yararlanmak mümkündür.  İşçi sınıfı var mıdır yok mudur gibi bir tartışma yürütmek ne kadar abesle iştigal ise radikal demokrasiyi “Marksizm içi” gibi addetmekte o kadar abestir. Bugün toplumsal hareketlerin merkezi bütünlüğünü ele almak ya da çeşitli toplumsal hareketler arasında “ortak” bir bağ kurabilmenin yolu elbette ki işçi sınıfının ideolojik öncülüğünden geçer. Bu tespit ne diğer toplumsal hareketlerin göz ardı edilmesine neden olur ne de “ortodoksluk”tur.  Elbette ki sınıf ilişkilerinde yaşanan “değişimler-genişlemeler” ve farklı toplumsal muhalefet dinamiklerinin bir yanıyla hem küresel kapitalist sistemde varolan değişimler hem de bunun Türkiye’ye yansıması olarak okuyabileceğimiz rejim değişiklikleri nedeniyle,  açığa çıkması ve güçlenmesi sol-sosyalist yapıların geleceği kurması açısında “değerlendirmesi” gereken bir durumdur. Ancak bütün bunları yaparken “işçi sınıfını” yok saymak ve son 20 yıldır özellikle kapitalizmin krizi ile birlikte “çökmüş” olan tezleri yeniden ısıtarak gündeme getirmenin faydası da yoktur. Bu konuya ilişkin olarak toplumsol.org sitesinde şunları söylemiştik:
toplumsol, “bir bütün olarak sol ve toplumsal hareketler, bugün için, bağımsız bir düzlemden, bütünlüklü bir bakış açısından hareketle kapitalizmin karşısında etkili bir “siyasal toplumsal dönüşüm” alternatifi/odağı haline” gelemediği koşullarda, solun ne “geçmişi tekrar ederek” ne de alelacele icat edilmiş “yeni fikirlerle” bu tarihsel toplumsal sorunu aşamayacağının altını çiziyor”.
O halde bu “yeni fikirler” ile hesaplaşmak da Marksistlerin görevi olsa gerek!
Dolayısı ile her şey bir yana Selahattin Erdem’in yazısı ile başlayan bu tartışmayı tek başına bir “HDP-ÖDP” tartışması olarak ele almadan ideolojik “hesaplaşmayı” gerçekleştirmek gerekir.[4]

[1] Sevilay Kaygalak, Post Marksist Siyasetin Sefaleti: Radikal Demokrasi, Praksis, 2001.
[2] Andrew Gamble, Radikal Demokrasi ve Sınıf Mücadeleleri, Teori ve Politika, Sayı:19-20.
[3] Serpil Güvenç, Şu Radikal Demokrasi Dedikleri, Sol, 2013.
[4] Bu kavramsallaştırma Türkiye’deki tartışmalar açısından ise reel sosyalizmin çöküşüyle “Avrupa komünizmi-yeni sol” fikirlere yöneliş ile birlikte ortaya çıkan “fikri bulanıklık” ortamında gündeme gelmiştir

Hiç yorum yok: