4 Eylül 2010 Cumartesi

12 EYLÜL ANAYASASINA DA AKP’NİN ANAYASA MAKYAJINA DA HAYIR!


Ahmet Doğançayır


12 Eylül rejiminin işleyişinin temel belgesi olan ve devamlılığını sağlayan mevcut Anayasa, Kenan Evren’in otoritesi altında 7 Kasım 1982’de referanduma sunulmuştu. 28 yıl aradan sonra, rejimin devamını ve işleyişini sağlayan düzenlemelerin esas olarak yerli yerinde durduğu makyaj paketine “hayır” denmesi gerekiyor. Üstelik bunu bir kısım çevrenin “demokrasi geliyor” haykırışları dikkate alınmadan söylenmesi gerekiyor.

Çünkü AKP’nin makyaj paketi 12 Eylül ile hesaplaşmıyor, tersine 12 Eylül’den, 12 Eylül’ün zihniyetinden güç alıyor. Paket, 12 Eylül Anayasası’nın içeriği muhafaza edilerek hazırlandı. Bu yüzden bu anayasa paketinin bir reformdan ziyade eski yemeğin ısıtılıp tekrar önümüze konması olarak görmeli, 12 Eylül anayasasına “hayır” demeliyiz.

Eğer referandumdan “evet” çıkarsa, bu durum iktidar tarafından emekçiler lehine daha güçlü ve daha kapsamlı bir anayasa değişikliği mücadelesinin önünü tıkamak için kullanılabilecektir. Uzunca bir süre “12 Eylül anayasasını değiştirdik” yalanı hâkim olacak ve siyasal iktidarın işçi sınıfına ve emekçi kesimlere uyguladığı baskıcı politikalar daha da güçlendirecektir. Bu ise işçi-emekçi ve sosyalistlere daha fazla saldırı demektir. Yani bizim bu anayasaya evet, hayır ya da boykot dememiz bizleri ilgilendiriyor.“Hayır” sonucunun “12 Eylül Anayasası’na devam” olarak yorumlanacağı iddiası ise tümüyle içi boş bir iddiadır. Oylanacak anayasa yeni bir anayasa değildir. Mevcut anayasanın elden geçirilmesi isteği doğrudan doğruya Türkiye burjuvazisinin ve emperyalist güçlerin talebidir. Bu paketin içinde yer alan Ekonomik Sosyal Konsey, Kamu Denetçiliği’ne benzer düzenlemeler gibi birçok anayasa değişikliği talebi burjuva güçlerinin “ortak” talepleridir. Bu çerçevede “Hayır” sonucu, yeni anayasa değişikliği girişiminde bu paketteki kısmi “gevşemelerin” biraz daha geliştirilmesinin yolunu açabilecektir.

Referandumda tadilat paketi oylanacak olsa bile aslında oylanan 12 Eylül Anayasası olacaktır. Zira sonuç itibarıyla oylanan 82 Anayasası’nın değişiklikleridir. Anayasa bir bütün olarak değişmemekte aksine güçlendirilmektedir. Referandumdan, değişiklikleri “evet” almış bir Anayasa’nın bir bütün olarak meşruiyeti de kuvvetlenecektir. Dolayısıyla mevcut Anayasa kalıcılaşacak, kısmi değişiklikler dışında köklü bir reform imkânını iyice azaltacaktır.

AMAÇLANAN NEDİR?

“Hayır” denmelidir, çünkü AKP’nin, Anayasa değişikliklerini demokrasi getirmek için yaptığı iddiasını kanıtlayacak bir tek ciddi veri yok. Üstelik yeni bir Anayasa yapmanın yolunu açmak yerine makyajla yetinmesi AKP’nin 12 Eylül Anayasası’na demokrasiden daha yakın olduğunun işareti. Demokrasi propagandası yapılmasına rağmen, işin rengi ortaya çıkıyor. Yeni bir Anayasa yerine, düzenlemelerin tercih edilmesi ve paketin sınırlılığı AKP’nin demokrasi konusunda iddialarını boşlukta bırakıyor ve altından demokratikleşme değil, burjuvazinin egemenlik alanlarını tahkim etmeye uygun düzenlemeler peşinde koşan faydacı bir anlayış çıkıyor. “Hayır” demeliyiz çünkü 82 Anayasası devletin/iktidar organının güçlendirilmesi üzerine kurulu 12 Eylül’ün temel mantığıyla biçimlendi. 12 Eylül toplumsal yaşamı tasarlarken otoriterliğin güç alacağı iki temel alan olarak siyasi partiler/seçim yasası ile bürokratik egemenlik aygıtlarını belirlemişti. Bu belirlemeye uygun olarak 12 Eylül partileri ve bürokrasi eliyle militarist otoriter rejim sürdü. AKP’nin paketi bu rejimi değiştirmiyor. Bürokratik egemenlik aygıtının kendisi korunuyor, sadece seçme usul ve esaslarında düzenlemeler yapıyor. YÖK örneğinin ortaya koyduğu gibi AKP, rejimin bürokratik egemenlik aygıtlarıyla sorun yaşamıyor. Bilakis burjuvazinin iktidarını, otoritesini sağlamlaştırmak için o yapılara yaslanıyor, onlardan güç alıyor. Gerçeklikte 12 Eylül "hukuku", yasama ve yargı karşısında yürütmenin mutlak egemenliğinin ifadesidir. Güçler ayrımı doktrini, 12 Eylül "hukuku" ile büyük ölçüde ortadan kaldırılmış, yürütme mutlak bir güç haline getirilmiştir. 12 Eylül "Hukuku”nun yaptığı tek şey, mutlak yürütme gücünü hükümet ile cumhurbaşkanı arasında belli bir oranda dağıtmış olmasıdır. AKP'nin yeni anayasa arayışı ise, bu hükümet ile cumhurbaşkanı arasında dağılan mutlak yürütme gücünün tek bir kurumda (başbakan ya da cumhurbaşkanı) birleştirme ve belli ölçülerde genişletme isteğinin açığa çıkmasıdır. Başkanlık-yarı başkanlık sistemi tartışmalarının anayasa paketiyle beraber anılması tesadüf değildir. Atılan adımlar mevcut otoriteyi pekiştirmek üzere atılıyorsa, otoritenin üniformalı ya da üniformasız olarak uygulanması fark etmez, her iki durumda da tereddütsüz ve aynı şiddette karşı çıkmak gerekir. İktidarda olsalar aynı şekilde davranacak olan burjuva muhalefet partilerinin pakete muhalefetleri bu temel nedenden değildir.

Örneğin CHP, sürecin başından itibaren bu pakete ilişkin tüm muhalefetini HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısındaki değişikliklere ilişkin yaptı. Hatta CHP “bu ilgili maddeleri ayırsınlar geriye kalanlara biz de ‘evet’ oyu verelim” bile dedi. “evet” oyu verecekleri maddeler, esas olarak İşçi sınıfı ve ezilen kesimleri ilgilendiren sorunlardır. AKP’nin girişimleri ciddiye alınmalıdır; ancak bunu engellemek için bile dayanılması gereken güç devlet bürokrasisi, devlet kadroları değil, işçi sınıfı olmalıdır.

Burjuva kapitalist sistemde egemen güçler tarafından istenen Anayasal değişim isteği ya da girişimi, her durumda ezilen sömürülen sınıfların tabi oldukları ya da olacakları yeni bir kurallar ve normlar bütünlüğü ortaya çıkartır. Hukuksal olarak nasıl ifade edilirse edilsin, bu kurallar ve normlar, kesin olarak ezilen sınıfların, hak ve özgürlüklerini değil, burjuva kapitalist sisteme karşı yükümlülüklerini ve görevlerini saptar. Bu nedenle de, burjuva egemen sınıflar arasındaki iktidar mücadelesinin bir aracı ve yansısı olan hukuk ve anayasa tartışmaları, öncelikle egemenlerin, yani yönetenlerin değil, yönetilenlerin kaderini belirler. Dolayısıyla İşçi sınıfı için 12 Eylül ile hesaplaşmak, onun koyduğu yasalarda birtakım değişiklikler yapılmasıyla sınırlı değildir. İşçi sınıfının bir bütün olarak sermaye düzeninden hesap sormak hedefi olmalıdır. Ancak açıktır ki, haklarına sahip çıkmadan, hakların elinden alınmasına karşı çıkmadan ve daha ileri talepleri için mücadele vermeden işçi sınıfı bu hedefine varamaz.

12 Eylül anayasasının toptan kaldırılması, Kürt sorununun Kürt halkının talepleri doğrultusunda çözülmesi, örgütlenmelerin önündeki her türlü engelin kaldırılması, kamu emekçilerine toplu sözleşmeyle birlikte grev hakkının verilmesi, toplanma ve basın özgürlüğü, seçim barajının kaldırılması, NATO ve emperyalizmle imzalanmış bütün askeri ve ekonomik anlaşmaların yırtıp atılması gibi talepler için mücadele sürmelidir.

12 Eylül Anayasası orasına, burasına yapılacak müdahalelerle demokratik bir nitelik kazanamaz. Bunun için AKP’nin değişiklik paketinin, Anayasa makyajının teşhiri gereklidir. Bu nedenle 12 Eylül Anayasası’nı meşrulaştıran, “Evet” e de, AKP karşısında rejim savunuculuğuna girişen, 12 Eylül rejimini temizlemeye çalışan CHP ve benzerlerinin“Hayır”ına da ‘’Hayır’’!

Elbette tüm bu talepler işçi sınıfı mücadelesinin nihai hedefi değildir. İşçi sınıfı kapitalist burjuva düzenin yıkılması, işçi demokrasisinin kurulması ve sosyalizme yürünmesi için mücadele etmelidir.

Artık bundan sonra Kürtlerin hesaba katılmadığı hiçbir seçim, hiçbir toplumsal değişiklik talebi, hiçbir diplomatik hamlenin başarılı olamayacağı görülüyor. Anayasa paketinde yer almayan Kürtlerin özgürlük taleplerinin Türk emekçilerinin taleplerini kapsayacak şekilde ifadesini bulması Kürt siyasetini Kürtlerin yaşadığı kentlerin dışına çıkartıp Türkiye hareketine dönüşmesinin yolunu açacaktır. Kürtlerin özgürlük taleplerinin Türk halkının ortak talebi haline gelmesi de AKP anayasası karşısında ezilen sömürülen sınıfların mücadelesinde azımsanmayacak bir aşamayı ifade edecektir.

REFERANDUMDA ‘’HAYIR’’AKP’Yİ ZAYIFLATACAK BİR SONUÇ ÇIKARMASI AÇISINDAN ÖNEMLİDİR!
AKP Süreci, bir genel seçime ve hatta cumhurbaşkanlığı seçimine de bağlanacağını, kendini ve uygulamalarını referandumda onaylatma süreci olarak da işlediğinin farkındadır. Bu yüzden de referandumda “evet” fazla çıkarsa AKP kazandığı güçle ve muhalefete göre avantajlı olarak seçim yarışına girecek ve bahsettiğimiz hedeflerin gerçekleştirilmesi açısından elini serbest bulacaktır. Aksinin gerçekleşmesi durumunda AKP seçime zayıflamış, kendi iç çatışmaların da artarak girmesine yol açacaktır. Bu, işçi sınıfının ve ezilen kesimlerin durumu açısından önemlidir. Çünkü sorunsuz bir biçimde iktidarını devam ettiren AKP iktidarının sona ermesi, yeni bir siyasi boşluk yaratacağından, sermaye güçlerinin hükümet kurma ve sistemi arzuları doğrultusunda yenileme isteklerini bir süre daha güçleştireceğinden, işçi sınıfı mücadelesinin ve gelişmesinin önünü açacak bir ilerlemeye yol açacak imkânları çoğaltabilecektir.
Bu yaklaşıma karşı “ HAYIR oyları AKP Yİ zayıflatır ancak MHP VE CHP Yİ GÜÇLENDİRİR?” demek yanlıştır. Bu politika dışına düşmüş bir bakış açısının ya da gündemi dışlayan bir anlayışının göstergesidir. Çünkü bugün için emekçilerin mücadelesinin önündeki engel AKP’nin güçlü biçimde iktidarda bulunuyor ve şimdilik Türkiye burjuvazisi ve Emperyalist merkezler tarafından destekleniyor olmasıdır. Tek bir atışla iki hedefin birden vurulacağını kimse iddia edemez. Dolayısıyla yapılması gereken öncelikli hedefe odaklanmak olmalıdır. Türkiye’nin işçi sınıfı ve emek güçleri için doğru seçenek; referandumdan, “12 EYLÜL ANAYASASI’NA DA ‘AKP MAKYAJINA’NA DA HAYIR” çıkmasıdır. Ve bu ‘’Hayır’ın’’hedefi AKP’nin bu referandumdan “yıpranmış” olarak çıkması, seçime bu yenilgi ile gitmek zorunda kalmasıdır.
BOYKOT TAKTİĞİ NİN ANLAMI

İşte, “boykot taktiği” de, mevcut şartlarda AKP’yi referandum sürecinden güçsüz çıkarma, AKP’nin seçime ‘’yenilgiyle’’ girme imkânını veremeyeceği nedeniyle de yanlıştır. Çünkü boykot oyları “yüksek çıksa” bile, belki oylama sonucunun geçerliliği üstüne tartışmalar yapılsa bile, geçerli olan sandıktan çıkacak “evet” ve “hayır” oyları belirleyici olacağı için AKP bunun üstünden toplumu ikna etme imkânı bulacaktır. “Boykot”, geçerli olan referandum sisteminde referanduma katılan seçmen sayısının belli bir kısmını oluştursa bile referandumun geçersiz sayılması gibi bir düzenlemenin olmaması nedeniyle sonuca hiçbir etkide bulunmayacak, sadece propaganda aracı olarak kalacaktır.
BDP’nin referandumdaki boykot tavrını da genel seçimlerde izleyecekleri çizgiyle ve politikalarıyla bağlantılı olarak görmek, anlaşılabilir bir değerlendirmedir ve Kürt hareketinin sakıncalarıyla birlikte boykot uygulayabilecek güçte olduklarına dair düşünceleri desteklenmelidir.

Ancak bu taktiğin Batı’da da sol muhalefet için gücünü ölçmek için uygun durumu ifade ettiğini ileri sürmek mümkün değil. Kürt bölgesinde ki boykot kararının sistem ile uzlaşmamak ve hatta pazarlık gücünü arttırma sonucunu verdiğini düşünebiliriz, buna karşılık ta batıda verilecek ‘’hayır’’ oyu mevcut iktidarla uzlaşmama sonucunu doğurur. Bu Kürtlerle Türkler arasında bir açı farkı yaratmaktan çok ikisini birleştirici bir nitelik taşır.

Boykot taktiği pasif bir taktik değil, işçi sınıfını ve ezilen kesimlerin mevcut rejimin sınırları dışına çıktığı ve iktidarı almayı hedeflediği duruma ilişkin bir taktiktir. Bugünkü şartlarda böyle bir durumun olmadığını dikkate alarak, bunun gereğini ve onları böyle bir duruma hazırlayacak hayır’ın propagandasını yapmak doğru davranış olacaktır.

Zira mevcut durumda karşılığı olmayan, dikkate alınmayan bir boykot çağrısı, boşlukta kalacak ve üstelik sınıfın mevcut örgütlülük ve mücadele düzeyi dikkate alınarak yapılacak bir teşhir imkânının elden kaçırılması anlamına gelecektir. Sürecin dışında kalarak yürütülecek bir siyasal kampanya çok daha kötüdür. Mevcut durum da çok ciddi bir siyasal boşluk oluşmuş durumda. Bu boşluğu dolduracak siyasal çizgi ve donanım ise mevcut. Gerekli olan kararlı, inatçı ve militan çalışma tarzını göstererek ‘’Hayır’ın’’ne anlam taşıdığını anlatmaktan geçiyor.

Hiç yorum yok: