19 Eylül 2013 Perşembe

Lenin ve Parvus Efendi


Rıza Aydın
Rahmetli babamın bir gün, kendi kendiyle konuşur gibi şöyle dediğini duydum: “Bu da bir Allah’ın hikmeti işte, eskiden bizim buralarda yaşayan birinin alnına Almanya’da yaşayan biriyle evleneceği yazmazdı, ama nedendir bilinmez artık yazılmaya başladı galiba.
Lenin
Hem 12 Eylül sonrası oluşan demokratik ortamdan dolayı hem de İnternetin sanal âlemi sayesinde eskiden olmayan bazı ilişkilerin doğup, buna bağlı muhabbetlerde olmaya başladı. Ankara’da gittikçe Baki Yaşar Altınok’un kitap evini ziyaret ediyorum. Bakı hocanın mekânına ne zaman varsam kendimi koyu bir muhabbet içinde bulurum. Bir gittiğimizde vardık ki, Baki hoca, Karadenizli şivesiyle tatlı tatlı konuşan iki kişiyle, türkçeyle yazılan şiir geleneğinin gelişimi üzerine muhabbet ediyor.
Derler ki, kavgayla, muhabbete davet olmazmış, varınca bizde daldık muhabbetin içine. Bu muhabbet içinde, muhabbet ettiğimiz Karadenizlilerden birinin üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı profesörü olduğunu öğrendik.Bunun duyunca
Parvus Efendi
kardeşimin kızı da şu üniversitede sizin alanda öğrenci deyince hoca dedi ki onların hocaları benim öğrencimdir, akademik bir sorunu olursa selamı söylesin onu da beni de arayabilir. Bu tanışıklıkta sonra hoca ile zaman zaman telefonlaşır olduk sonrada facebook’tan arkadaş olduk. Bu süre içinde anladım ki böyle bir vesile ile tanıştığımız Profesör arkadaş gençliğinden bu yana MHP’li imiş. Bu hocamızla facebookta muhabbet edince ister istemez onun çevresindeki arkadaşlarla muhabbet eder olduk.
Geçtiğimiz günlerde, bu hocamız, Alman yazar, Jörgen Elsasser’in şu sözlerini paylaştı: “Solun önünde iki seçenek var ya ulus devleti savunacak ya da emperyalizmin yanında yer alacak.” Buna ben itiraz eden bazı şeyler yazdım, bunun üzerine derin bir muhabbet oluşlu. Muhabbet bu, muhabbet başlayınca, o muhabbetin nerelere dal budak salacağı belli olur mu, bizim muhabbetimizde Atatürk’ün ulusal bağımsızlığına, oradan Atatürk’ün Lenin’le ilişkisine kadar geldi dayandı. İşte bu muhabbet içinde olan arkadaşlardan biri, şöyle bir bilgi aktarınca ben ona alttaki yanıtı verdim. Sonra baktım konu ilginç, bunu bir yazı haline getirip paylaşayım dedim. Ol hikâye bundan ibarettir.
Ş… A…: Bilkent Üniversitesi Tarih Kürsüsü başkanlığı yapan Kurmay Albay kökenli birinden dinlemiştim. Lenin’in Rusya’ya girişi yasaklanmıştır. Ancak Teşkilatı Mahsusa Berlin’de yaşamakta olan Lenin’i Moskova’ya bırakır. Rusya’da Komünistler ile Çarın savaşı başlar. Evver Paşa; İnşallah bu savaşı Komünistler kazanır. Yoksa Anadolu’da bir tane Türk, Mekke kapılarına kadar 1 tane Müslüman kalmayacak” der. Atatürk ile Lenin arasındaki irtibatı kuran Lenin’in Sağ Kolu olarak bilinen Sultan Galiyev’dir. Sultan Galiyev ile irtibatı kuran da dönemin Rusya Büyükelçisi Ali Fuat Paşa ve Enver Paşa’dır. O günün şartlarında Türkiye Rusya’ya yakınlaşma politikası gütmüştür ki bu sebeple Ankara’da açılan ilk meclisin kapısına Türkiye Halk Meclisi tabelası asılır. Bu tabela Lozan Anlaşması yapılana kadar o şekilde kalmıştır. Atatürk devrin şartlarını en iyi şekilde kullanarak ne Rusya’nın sıcak denizlere inmesine izin vermiş ne de Şark Meselesinin son aşamasına hayat hakkı tanımıştır. Bu gerçekleri bilmeyenler Cumhuriyetin nasıl büyük bir nimet olduğunu asla anlayamazlar.”
Yukarıdaki soruya verdiğim cevap şu oldu.
Değerli arkadaş
Bu tartışmayı başlatan değerli hocamızın hoşgörüsüne güvenerek şunları yazmak istiyorum.
Bilkent Üniversitesi, Tarih bölümü Başkanlığı yapan, Kurmay Albay dostunuz, konuyu bilmediğinizi anlayıp, sizin hoşunuza gidecek ama gerçeklikle alakası olmayan yanlış şeyler söylemiş.
İşin, yani yaşanılan tarihin doğrusu kısaca şöyle anlatılabilinir.
Konuyu anlamak için, öncelikle milliyetçilerin bilmesi gereken ama pek de bilmedikleri bildiğim birinden söz etmem gerekiyor. Bu kişi, 1910 ile 1914 yılları arasında İstanbul’da yaşayan meşhur Parvus Efendidir.
Alexander Israel Helphand Parvus (1867-1924), Rus devrimci hareketinde önemli bir isimdir, 1905 devrimi sonrasında Troçki’nin yazdığı, “Sonuçlar ve Olasılıklar” adlı meşhur kitabın önsözünü o yazmıştır; aslında “Sürekli Devrim” teorisi diye bilinen bu teorinin fikir babası da odur. Parvus, Lenin başta olmak üzere RSDİP’nin önde gelen bütün üyeleriyle -senli benli- tanışır, onlarla dostluğu vardır.
Parvus, 1905 Devriminden sonra militan devrimci hayattan uzaklaşmış, serbest gazetecilik yanında ticaretle de uğraşmaya da başlamıştır. Alman Genel Kurmayına akıl verip, Alman Genel Kurmayınınçıkardığı dergide yazılar yazar, onlarla ticaret yapmaya başlar; bu sayede de çok zengin biri olur.
Parvus, 1910 yılı sonlarında bir gazeteci olarak İstanbul’a gelir, bu dönemde İstanbul’da, İttihat ve Terakki kadrolarına akıl danışmanlığı da yapar.
Parvus EfendiYusuf Akçura’yı 1905 devrimi sırasından bu yana tanımaktadır. Çünkü Yusuf Akçura’da 1905 Devrimi Sırasında Duma’da olan biridir. İstanbul’da Yusuf Akçura, “Türk Ocaklarını”kurup Türk Yurdu Dergisini çıkardığında ona yardımcı olur, belki de buna ön ayak olan odur. Bu dönem Parvus, “Parvus Efendi” adıyla, Yusuf Akçura’nın çıkardığı, Türk Yurdu Dergisinde yazılar yazmaya başlar. Parvus Efendinin Türk Yurdundayazdığı yazılar, Muammer SANCAR tarafından derlenip, 1977 yılında MAY yayın evince “Türkiye’nin Mali Tutsaklığı”, Parvus Efendi” adıyla yayımlanır. Bu yazıları daha da genişleterek 2013’te Ayrıntı Yayınevi tarafından “Cihan Harbine Doğru Türkiye” adıyla yeniden yayımlar.
Parvus’un “Devrim Taciri Parvus” adını taşıyan biyografisinin de Kalkedon yayıncılık yayımlandığını burada belirtelim. Parvus’un biyografisinin Türkçe baskısının üst başlığında “İttihat ve Terakki’nin akıl danışmanı Parvus Efendi” diye yazmaktadır.
Parvus Efendinin “Türkiye’nin Mali Tutsaklığını” okuduğumda, Mahir Çayan’ın yazılarında “Kesintisiz Devrim Teorisi” diye kullandığı tabirin, burada olduğunu gördüm. Bence de, Troçki’nin “Sonuçlar ve Olasılıklar” adlı kitabındaki devrim teorisini Türkçeye “Sürekli Devrim teorisi” diye değil de “Kesintisiz Devrim Teorisi” diye çevirmek daha uygun olur. Çünkü burada anlatılan sürekli devrim yapmak değil, demokratik devrimle kurulan devrimci iktidarın sayesinde, bu devrimci görevlerin kesintisiz olarak sosyalist devrime kadar götürülmesidir. Ben bu teoriye “Kesintisiz Devrim Teorisi” denmesinin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Konuyu, bu teoriyi savunan Troçkist camia içinde muhabbet etmek gerektiğine inanıyorum.
Türk Ocakları Derneği, daha sonra 1932 yılında adını değiştirip Halk Evleri oluyor. Bunun nasıl olduğunu, dönemin özelliklerini yani o süreci tartışmak bu yazının konusu olmadığı için bu konuya girmiyorum.
Parvus’un şöyle bir inancı vardır. Rusya’da devrim olması için, Rusya’da yaşayan Türklerin, Rusya’dan ayrılması yani ayaklanması gerektiğine inanır. Bunun içinde Parvus, İstanbul’da kaldığı süre içinde, üç ayrı, Türkçü (Pantürkist) hareketinin oluşması için çabalar. Bunlardan biri Türk milliyetçiliği temelinde oluşan,Yusuf Akçura’nın başını çektiği Pantürkist harekettir. Bir diğer de İrredantizm temelinde yani parçalanmış ulusların birliğini savunma temelinde Türkçü (pantürkist) bir komünist hareketin oluşması için çalışır. Üçüncüsü ise dini temelde Türklerin birliğini savunan (Panislamist) bir hareketi oluşturmaktır. Dikkat edilirse bunların üçü de Türkçülüğe (pantürkizme) hizmet etmektedir.
Bu temelden dolayı, 1912 yılında Yusuf Akçura’nınKurduğu liberal eğilimli partinin ikinci adamı, yani Yusuf Akçura’nın yardımcısı olan kişi, ilerde Komünist partisinin genel sekreteri olacak olan, meşhur Mustafa Suphi’dirMustafa Suphi İFHÂN Gazetesine yazdığı yazılardan dolayı 1914 yılında Sivastopol’e sürgün edilir, 1917 Şubat Devrimi olduğunda bu yüzden Mustafa Suphi zaten Rusya’dadır. (Bu bilgiler Francois Georgeon’un, “Türk Milliyetçiliğinin Kökeni Yusuf Akçura” adlı kitapta var, merak eden oraya bakar).
Bu satırların yazarı, cezaevinden çıkınca İstanbul’da kaldığı bir dönemde, bir şans eseri olarak Troçkistlerin içinde Eski Tüfeklerden Abidin Nesimi ile karşılaşıp tanışmıştır. Abidin Nesimi (O dönem ben ona Abidin amca diyordum) ile muhabbetlerimizde, o geçmiş sosyalist hareketin kökenlerini anlatırken bunu iki etkene bağlamıştı. Bunlardan biri Parvus’un etkisidir diğeri de Almanya’ya okumaya gidince, Almanya’da Spartakistlerle tanışmış olan işçilerle, öğrencilerdir demişti. Konuya gösterdiğim ilgimi görünce de anılarını anlattığı kitabı bana vermişti; sonra Abidin Nesimi’nin “Yıların İçinden” adlı kitabını okuduğumda bu konuştuklarımızın da orada olduğunu gördüm.
O kitaptan konuyla ilgili bir parçayı buraya alıyorum:
1908’den sonra Parvus’un İttihat Ve Terakki liderliği ile anlaştığını ve Türk dünyasını birleştirici bir hareketin öncüsü olduğunu biliyoruz. Bu itibarla Türk Ocakları’nın, Teşkilatı Mahsusa-ı Hariciye’nin, İslam İhtilal Cemiyetlerinin ve nihayet mütareke yıllarında beliren Pantürkist sosyalizmin lideri sayılabilir. Parvus Çarlık Rusya’sında bir sosyalist devrimin gerçekleşebilmesi için oradaki Türklerin ayaklanmasını ve Osmanlı devletinin bu ayaklanacak Türklere yardımcı olmasını zorunlu görüyordu. Dikkate şayandır ki Türkiye’nin ilk Komünistleri doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Türk Ocaklarıyla ilişkili kişilerdir. Örneğin Dr. Fuat Sabit, Ethem Nejat, Feyzullah Sacit Ülkü, Karabay Karabekofi, Neriman Nerimaof, Celal Korkmazof gibi. Biz de sosyalizme yukarda adı geçenler gibi irredantist yoldan geldik. Türk Ocağı mensuplarının dışında Osmanlı İmparatorluğunun Almanya ile yakın dostluğu dolayısıyla devlet büyükleri çocuklarını okutmak üzere Almanya’ya yollamışlardı. Ayrıca Osmanlı devleti de yetenekli gördüğü gençleri ve işçileri Almanya’ya yollamıştı. 1. Dünya Savaşı sonunda Almanya’da patlak veren Spartakist hareketleri orada öğrenimde bulunan gençleri ve işçileri de etkilemişti. Bu etki altında pek çok gençlerimiz ve işçilerimiz sosyalizme, komünizme meyletmişlerdir. Örneğin Vehbi Sarıdal, Nurullah Esat Sümer, Sadık Eti, Ahmet Cevdet Dursunoğlu gibi.”1
Burada, bu günlerde gündeme gelmeyen, İrredantizmkavramı ile ilgili bir iki çift söz daha edip, bu konuyu kapatmak istiyorum. Marx ile Engelsin parçalanmış halkların birliğini savunmak temelinde, İrredantizmi savunduğu bilinir. Onlar özellikle bunu İtalya’nınbirliğini savunurken, bu tartışmalar içinde kullanmışlar. -Kitaplığımdan uzakta yazdığım için bunları temkinli yazıyorum.- Bizim 68- 70 kuşağı bilerek ya da bilmeyerek bunu parçalanmış Kürt ulusunun birliği sorununda muhteva olarak tartışmışızdır ama o günlerde de bu kavram kullanılmazdı. Parvus’un burada olduğu dönemde ise yani Abidin Nesimi’nin sosyalist olduğu dönemde ise bu parçalanmış olan Türk halklarının yani Rusya’daki Türkler ile Osmanlı’daki Türklerin birliği babında savunuluyormuş. Zaten Abidin Nesimi’de ben irredantist yoldan sosyalist oldum diyor.
Burada söyleyeceğim ikinci konuda şudur: Birinci Dünya savaşında Rusya ile Almanya birbirine düşman cephelerdedir; yani bir birleriyle savaşmaktadırlar. İşte bu savaş sırasında, 1917 yılının Şubat ayında, Rusya’da meşhur Şubat Devrimi diye bilinen olaylar patlak verir; bana kalırsa asıl devrim bu zaman olur, Ekimi anlamanın yolu burayı iyi anlamaktan geçer.
Almanya, sıcak savaş içinde olduğu Rusya’daki toplumsal olayları yararına gördüğü için, bu olayların daha da artmasını istemektedir. Bunun yüzden Rus Çarıyla uzlaşmayacak devrimcilerin Rusya’ya girmesine, orada güçlenmesine yardımcı olmayı düşünürler. Bunun içinde Rusya’yı en iyi bilen biri olarak Parvus’a danışırlar. Parvus, Rusya’da Çarla asıl uzlaşmayacak, o toplumsal olayları asıl geliştirecek grubun Bolşevikler olduğunu, bunun liderinin deLenin olduğunu söyler. Alman Genelkurmayının adamları, peki derler, bu Lenin nerede, bunu bul bunun Rusya’ya girmesine yardımcı olalım. Parvus’ta Lenin’in İsviçre’de olduğunu, şimdilerde onun da Rusya’ya gitmenin bir yollunu aramakla meşgul olduğunu söyler (yani Lenin o profesörün dediği gibi Almanya’da değil İsviçre’dedir).
Bunun üzerine Alman Genel Kurmayının görevlileri, Parvus’a der ki, öyleyse git Lenin’i bul, biz onun diplomatik dokunulmazlığı olan bir trenle Rusya’ya gitmesini sağlayalım der.
Parvus, İsviçre’ye gelip bu teklifi Lenin’e söyler. Lenin, Parvusun bu önerisi üzerine birkaç gün düşünme mühleti ister.
Sonunda Lenin, teklifi kabul ettiğini ancak kendisin de bazı şartları olduğunu söyler. Lenin’in şartları -öz olarak- şöyledir, tek başına kendisinin değil, Rusya’ya gitmek isteyen bütün Rus göçmenlerinin de (yani sürgündeki bütün devrimciler de) bu trenle Rusya’ya gelebilmesi gerektiğini, daha da önemlisi, bu süre içinde Almanya’nın lehine tek bir satır yazı yazmayacağını, tek bir söz söylemeyeceğini, bu ilişkinin Rusya’da trenden inince biteceğini söyler. Sonunda bu şekilde anlaşırlar. Diplomatik dokunulmazlığı olan, bu tren İsviçre’den hareket edip,03 Nisan 1917’de Petrograt’a garına varır. Lenin’in Rusya’ya geliş öyküsü kısaca böyledir. Devrimci Marksistlerin (Troçkistler kendilerine böyle derler) rahleyi tedrisatından geçenler bunun böyle olduğu bilir ama demek ki üniversite hocalarımız bunları öğrenmemişler.
Lenin’in Rusya’ya bu şekilde geldiği herkes tarafından bilindiği için, o dönem Lenin’in aleyhine, Lenin Almanya’nın ajanıdır vs diye kampanyalar başlar. Lenin, Alman emperyalizmiyle yukarda anlattığım gibi bir ilişki yaşamıştır ama Lenin’i bilenler, Lenin’i tanıyanlar, Lenin’in asla bir servisin ajanı olmayacağını bilirler, o kendi kendinden emindir. Kendi özünde olmadığı için bu iftira ona bir leke bırakmaz.
Lenin’in Ekim Devrimi öncesi Rusya’ya geliş öyküsü çok kısa olarak böyledir. Bu konu birçok yerde anlatılmış filmi çekilmiş bir konudur.
Mustafa Kemal’in Rus Devriminden etkilenmesi, meclisin önündeki tabelada değil, asıl birinci TBMM hükümetinin, Sovyet hükümetini örnek almış olmasında aranmalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin birinci hükümeti, başbakanlık modeline göre bir hükümet değil, meclis hükümetidir; her bakan direkt meclise bağlıdır bu sayede komünist bir adam olan Nazım bey İç İşleri Bakanı olmuştur.
1Abidin NesimiYılların İçinden, Gözlem Yayınları 1977, Sayfa 153 ila 158. Sayfalara bakınız.

Hiç yorum yok: