18 Aralık 2013 Çarşamba

30. Yılında Maraş Katliamı Tehcirden 6-7 Eylül’den Maraş’a Uzanan Katliamlar Dizisi


Rıza Aydın
“Maraş olaylarını inceleyene kadar ben, “milli” diye adlandırılan yerel burjuvazinin, “kendi pazarına” (pazara) sahip çıkmak için komprador burjuvaziye karşı yürüttüğü mücadeleyi, ona karşı savaşını, “milli burjuvazinin” egemen olduğu bir toprak parçasını, gümrük duvarlarıyla, ulusal çitlerle çevirmesini, olumlayıp, yıllardır savunurdum. Maraş kıyımını inceleyince gördüm ki, bu insanlığa mutluluk vermiyor. Hiçbir milliyetçiliğinde insanlığa huzur vermesi mümkün değil. Bu yüzden, ülkemizin yüz karası olan tehcir, mübadele, Varlık vergisi, 6–7 Eylül olayları gibi şeyler yaşanmış. Bunların tümünü ayrımsız lanetleyip mahkûm etmemiz gerekir. Bunu yapmadan bir adım dahi yol alamayız.”
maraş foto
Her yazının bir yazılış hikâyesi vardır. Yazıyı anlamak için yazının hikâyesinin bilinmesi gerekir. Bu yazım, Londra’da Maraş katliamını anmak için yapılacak olan toplantıda yapacağım konuşmanın ön hazırlığıdır.


Bu yıl, Maraş katliamının 30. yılı. Otuzuncu yılında Maraş katliamı çeşitli etkinliklerle gündeme gelecek, yani anılacak, bunun nedenleri anlaşılmaya çalışılacak. Bu –Londra’da yapılan-toplantı da onlardan biri. Ben konuya dört açıdan bakıp anlatmaya çalışacağım:

  1. Bu katliam niye yapıldı, genel olarak katliamlar niye olur.
  2. Bir provokasyonla başlayan bu katliam nasıl sahneye kondu
  3. Katliamın gerici bir halk hareketine dönüşmesinin altında yatan gerçekler nelerdir.
  4. Sonuç olarak bundan çıkarılan dersler.


Maraş katliamını anmakla, anlamaya çalışmanın ayrı şeyler olduğunu düşünüyorum. Bir şeyi anmak, her zaman onu anladığımız anlamına gelmez. Ben konuşmamda daha çok, bu katliamın niye yapıldığını, hangi politik ihtiyaçların ürünü olduğunu, sanki çıldırmış bir halk hareketine dönüşen bu provokasyonun, nasıl olupta bu kadar etkili ( ya da başka bir deyişle başarılı) olduğunu sorgulamaya çalışacağım.

Ama öncelikle, üzerine basa basa söylemem gerekir ki, bu anmaları yapmakta ki asıl amacımız, bu katliamın niçin, nasıl yapıldığını anlayarak, bundan çıkardığımız derslerle, insanlığın bir daha böyle bir felaketi yaşamasını önlemektir yani genelleyerek söylersem, insanlığı bu tür belalardan korumaya çalışmaktır. Biz istiyoruz ki bu acılar bir daha yaşanmasın, bunlar yaşanılan son acılarımız olsun. Hani halk bir taziyeye gidince, “Allah başka acı göstermesin, Acısı daim olsun” der ya; biz de insanlık bu acılarla kalsın, başka acılar yaşamasın istiyoruz.

*

Savaşları tahlil etmekte haklı bir ün kazanmış olan, Clausewitz’in: “Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir”2der. Clausewitz’in savaşlar için söylediği gerçeklik, katliamlar, ya da kıyımlar içinde geçerlidir, bu yüzden katliamlar da güdülen bir politikanın hayata geçirilmesidir. Katliama yol açan bu politika anlaşılmadan, bu kıyımlar anlaşılamaz. İşte bu yüzden ben, hangi koşullarda, nasıl bir politikanın sonucu olarak bu katliamın yapıldığının anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.

Önce bu katliamın, nasıl bir dünyanın nasıl bir Türkiye’sinde sahneye konduğuna bakalım:

Bu katliamın yaşandığı dönem, soğuk savaş rüzgârlarının estiği, iki kutuplu bir dünyada, 12 Mart Askeri Diktatörlüğünden yeni çıkmakta olan Türkiye’de, emekçi halkın, kendi hakları için birleşip, mücadele etme eğiliminin, her geçen gün yükselmekte olduğu bir zaman dilimindedir. Bu eğilimin bir sonucu olarak, 1977 Haziranında yapılan genel seçimlerde, Sosyal Demokrat kulvarda olduğunu söyleyen Ecevit’in CHP’si, oyların % 41’in üzerinde bir oyu alarak seçimden birinci parti olarak çıkmış; bu başarısını, 1977’nin Aralık ayında yapılan yerel seçimlerde de sürdürmüştür. Bu gelişmeler sonucu, bağımsız milletvekillerinin desteğini alarak kurulan, Ecevit hükümeti 1978 yılının ocak ayında güvenoyu alıp işe başlamıştır.

Ecevit hükümetinin kurulması, ülkemizdeki solun, emekçi hareketinin serpilip gelişmesini daha artırmıştı; bu hem ABD’yi hem de onun yerli işbirlikçileri olan egemen sınıfları endişelendirmeye başlamış, bu güçler de, ülkede ki solun gelişmesinin önünü kesip, durdurmanın çarelerini aramaya başlamışlar. Halkın kendi talepleri  etrafında birleşerek mücadelesini yükseltmeye başlamasının, sonuçlarının nerelere varacağı bilinemeyeceğinden, egemen sınıflar bundan endişelenir, hemen bunu durdurmak isterler; egemen sınıflar, bunu durdurmanın yolunun emekçi halkın birliğinin parçalanmasından, halkın bölünüp, birbirine düşürülmesinden geçtiğini gayet iyi bilirler, bunun nasıl yapılacağı konusunda tecrübelidirler. İşte bunun için, yani yükselmekte olan solun önünün kesilmesi için, Kahramanmaraş’ta alevi Sünni çatışması görüntüsü altında Aleviler kırdırılmıştır. Katliama yol açan politika budur.

Sözün geldiği bu noktada, Sosyal Demokratların eleştirisi ya da bu konudaki sorumlulukları üzerinde durmayacağım; örneğin, bu katliamdan sonra gösterdikleri yanlış tutumlar, örneğin dönemin İçişleri Bakanı’nın bunu aşırı sol örgütler yaptı demesi, içişleri bakanlığınca yaptırılan araştırma raporunun bile açıklanmaması, Ecevit’in edindiği, elindeki bilgileri bile kamuoyuyla paylaşmaması gibi eleştiri noktaları konumuz dışı olduğu için üzerinde fazla durmuyorum. Ben öncelikle, katliama yol açan bu politikayı konuşmak istiyorum


Şimdi, katliamlara yol açan bu politikanın nasıl bir politika olduğuna, bu politikayı önerenlerin, bu konuda neler dediğine, bunu inceleyenlerin bu konudaki görüşlerine kısaca bakalım; sonra da bunun nasıl sahneye konduğunu, Maraş’ta niye bu kadar etkili olduğunu incelemeye çalışalım.

Ezilenlerin Pedagojisi” adlı kitabında, bu türden politikaları inceleyen, Paulo Freire şöyle diyor: “Ezen azınlık bir çoğunluğa boyun eğdirdiği ve egemen olduğundan, iktidarda kalmak için çoğunluğu bölmek ve bölünmüş halde tutmak zorundadır. Azınlık kendine halkın birliğini hoşgörme lüksünü tanıyamaz; çünkü bu, hiç kuşku yok ki hegemonyasına ciddi bir tehdit demek olurdu. Dolayısıyla, ezenler, ezilenlerde biraz olsun birleşme ihtiyacı uyandırabilecek her tür eylemi tüm araçlarla (şiddet dâhil) önlerler. Birlik, örgütlenme ve mücadele gibi kavramlar derhal tehlikeli olarak damgalanır. …”3
Çok eskilerden beri uygulanageldiği bilinen, bu kötü politikanın asıl mimarı ise bir anlamda bu politikayla özleşmiş olan ünlü İtalyan devlet adamı Machiavvelli4dir. Machiavvelli,“Hükümdar adlı kitabında, devleti yöneteceklere öğütler verirken, şöyle tembihler ediyor: “Atalarımız, özellikle de onların akıllı olanları, ağız birliğiyle, Pistolia’yı parti kavgaları ile Pisa’yı kalelerle tutmak gerektiğini söylerlerdi. Bazı kentleri kolaylıkla elde tutabilmek için halk içinde bölücülüğü körüklerlerdi. İtalya’nın az çok denge içinde olduğu bir dönemde, bu yöntem iyi olabilirdi.
Bence Venetler, kendi egemenlikleri altındaki kentlerde Wolfe ve Ghibellino topluluklarını bundan ötürü kışkırtıyorlardı. İşi kan dökmeye kadar götürmelerine izin vermezlerdi, ama aralarındaki düşmanlığı körüklerlerdi. Kendi aralarındaki bu bölünme yüzünden halkın Venetler’e karşı ayaklanmayı aklına getirmeyeceğini düşünürlerdi…
Bu yöntem hükümdarın zayıflığını gösterir. Güçlü bir devlet içinde bu tür ayrılıkçılığa izin verilemez. Barış dönemlerinde halkın kolay yönetilmesini sağlayan bu yöntem, savaş zamanlarında tehlikesini derhal gösterir”. (Sosyal Yayınları)
Bu politikayı bu günlerde başarılı bir biçimde ABD’nin Irak’ta uyguladığını düşünüyorum.

Bizim yakın tarihimizde, bu politikanın uygulandığı bir yerde 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yapılan Madımak katliamıdır. Maraş Katliamıyla, 2 Temmuz Sivas katliamın ortak noktası, ikisinin de bir askeri diktatörlükten sonra, gelişmeye başlayan solun, kendi sorunları için birleşip mücadele eden emekçi hareketinin birliğini parçalayıp, önünün kesilmesi için, ülkede mezhep çatışması yaratılması ihtiyacından doğmuş olmalarıdır. 2 Temmuz katliamının, Maraş katliamından farklı olan bir yanı ise, 2 Temmuz katliamın davasını sürdürüp hesap sormaya, unutulmasını önlemeye çalışan Pir Sultan örgütlülüğünün, Pir Sultan Derneğinin olmasıdır. Eğer Pir Sultan Derneği gibi, Maraş’ta mağdur olanların, Maraş’ta katledilenlerin çevresinin de bir örgütlülüğü olsaydı, Maraş katliamı bu kadar unutturulmuş olamazdı.


*

Şimdi de bu politikanın, Maraş’ta nasıl sahneye konduğuna, yanı Alevilerin kışkırtılan Sünnilere nasıl kırdırılıp, kırımdan kurtulanların nasıl Maraş’tan sürüldüğüne, öz olarak söylersek, bu politikanın Maraş’ta neden, nasıl bu kadar etkili olduğunu incelemeye çalışalım.

Maraş katliamını inceleyen herkesin ayan beyan göreceği gibi, bu katliamda, hem planlı bir provokasyon örgütlenmesi vardır, hem de buna halkın bir katılımı vardır. Acı olanda budur; yani bu provokasyonun başarıya ulaşarak bir halk hareketine dönüşmüş olmasıdır. Bunları ayrı ayrı incelemeliyiz.

*

Burada katliamın gelişiminin anlatımına geçmeden önce, gözden kaçmasın, unutulmasın diye, Sünni halkın bu katliama katılışına dikkat çekmek istiyorum. Bu katliam, adeta bir halk hareketi şekline dönüşerek yapılıyor; buna kadınlar katılıyor, komşuları saldırganların önüne geçip Alevi komşularının evlerini gösteriyorlar. Kızılbaş’ın evini yakan saldırganlara mahallerindeki kadınlar, gaz yağını bidonlara doldurup vererek yardım ediyorlar.5

Savcılık çok ayrıntılı bir iddianame hazırlamış, olayları mahalle, mahalle anlatmış. İddianame okununca bunlar ayan beyan görünüyor. Hele bunlardan bazıları var ki, okuyanın kanını donduruyor, içini yakıyor: Saldırganların önüne geçip kiracısı olan Kızılbaş’ı gösteren bir kişi (Bekir Topal) “ kızılbaşın pis kanını evime akıtmayın, dışarı akıtalım” diye alevi kiracısını evinden dışarı çıkarttırıp, dışarıda öldürtüyor6. 80 yaşında, bir gözü görmeyen bir kadının, diğer gözünü tornavidayla oyarak, öldürdükten sonra, yaşlı kadını “baş aşağı hela (tuvalet) çukuruna atıp, sonra üzerine bir de at arabası deviriyorlar”.7 Başı ezilip, cinsel organları kesilen…insanlar var. 32. Gün Programında Kenan Evren’de anlatıyordu, ayaklarından çekilip ikiye bölünen bebekler var. Bu vahşete yol açan kin, bunun altında yatan sebepler, iyice incelenmeli, iyice anlaşılmaya çalışılmalıdır.



KATLİAMIN SAHNEYE KONULUŞU:

Önce, aralık ayının başlarında, Alevilerin evleri yeniden numaralandırılıyor; bunun nedenini soranlara, postacılar adresleri kolay bulsun diye deniyor. Bu da, Alevilerin çok önceden birilerince fişlenmiş olduğunu gösteriyor. Böylesi bir fişlemenin, devletin istihbarat örgütlerinden başka bir yerde olması mümkün değildir.

16 Aralıkta “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı film Çiçek sinemasın da oynatılmaya başlanıyor.

Kahramanmaraş katliamının baş piyonu ya da baş aktörü, Ökkeş KENGER’in “Kahramanmaraş Olaylarının perde arkası” adlı kitabında bunu şöyle anlatıyor; “16 Aralık 1978 günü Ülkücü Gençlik Derneği’ne Orhun Film Şirketinden” olduklarını söyleyen iki genç geldi ve “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin Kahramanmaraş’ta gösterilmesi için geldiklerini söylediler. Bizi de ziyaret için gelmişler. Tanıştık, sohbet ettik. Yetkili arkadaşlarla görüşüldü”.8

19 Aralıkta “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösteriliği Çiçek sınamasına Ökkeş KENGER’in görevlendirdiği kişiler ses bombası atıyorlar.

21 Aralık Perşembe günü iki solcu öğretmen öldürülüyor. Cenazeleri Cuma günü kaldırılsın diye Perşembe günü öldürülüyorlar. Bu da çok ince bir planın olduğunun göstergelerinden biri.

22 Aralık Cuma günü, hastane doktorunun otopsiyi bilerek geciktirmesi sonucu, cenazelerin camiye getirileceği zaman, Cuma namazına denk getiriliyor.

Cuma namazı için camiye toplanan kalabalığın içinden bir kişi, önce bir Türkiye bayrağı çıkarıp, istiklal marşı okutuyor, sonra ant içirterek tekbir getiriyorlar; böylece galeyana gelen Cuma namazından çıkan topluluk, cenaze kortejine saldırarak olayları başlatılıyor. 22 Aralıkta böyle başlayan saldırılar bütün Maraş sathına yayılarak 25 Aralık akşamına kadar -üç gün- sürüyor.

Dikkat edilirse, bütün Alevi katliamları Cuma Namazından çıkan halkın galeyana getirilmesiyle başlıyor. Bir bayrak çıkarılıyor, istiklal marşı söylenip ant içiriliyor. Bu motifler, 2 Temmuz Sivas katliamında da var.

*

Saldırı böyle başlatılıyor. Saldırganlara görünürde ülkücüler, yani elinde üç hilalli MHP bayrakları olan kişiler öncülük ediyorlar. Bu böyle oluyor, ya da böyle görünüyor ama o zaman Maraş’ta böyle bir ülkücü örgütlülüğü olmasa bile, bunu yapanların, bunu planlayanların, 6–7 Eylül olaylarında olduğu gibi kendileri de buna öncülük edecek duruma sahipler. İşte görünürde katliamın yapılmasına öncülük eden bu ülkücüleri de onlar harekete geçirip yönlendiriyorlar.

Mahkemenin gerekçeli kararında belirtilen, şöyle bir ayrıntı göze çarpıyor: “Aralık başından itibaren, şehirde yüzlerce Mili Piyango bileti satıcısı görülmeye başlandı. Her köşe başında üç beş kişi vardı, hepsi de yabancı idi. Daha önceki yıllarda böylesi görülmemişti. Bunların bilet satmaktan ziyade başka şeylerle meşgul oldukları, herkes tarafından biliniyordu. Şehirde sokak sokak dolaşıyorlardı.

Hepside 18–25 yaşlarında ve doğu şiveli… Hemen hepsinin ayağında bağsız lastik ayakkabılar vardı…

Birbirini tanımaları bakımından, bu ayakkabıların şifre olarak kullanıldıkları kuvvetle muhtemeldir.”9 İşte “işi, asıl sevk ve idare eden” onlar, bu kişilerinin bazılarının yüzleri de maskeli, yani “oyun var oyun içinde10”.

Alevilerin çoğunlukta olduğu Karamaraş semtinde yakalanan Arif TUĞRUL adlı bir şahısta ise parola olduğu sanılan şöyle bir yazı çıkmış: “ Parola ay, işareti yıldız”.11

Bütün bunlar, bu katliamın, devletin bu konularda uzmanlaşmış gizli güçlerince, bütün ince ayrıntılarına varıncaya kadar planlanarak inceden inceye yapıldığının birer göstergesidir. Bence Maraş katliamının devletin gizli güçlerince yapıldığının bir başka görüntüsü de, Maraş katliamının yaşandığı bu ülkede, her gün ülkücülerin adam öldürdükleri bir dönemde, ünlü devlet adamımız Süleyman DEMİREL’in söylediği sözdür. Demirel böyle bir zamanda “ Bana sağcılarda suç işliyor dedirtemezsiniz” diyor. İnsana garip gelen bu sözüyle Demirel şunu kastetmiş olabilir mi? Suç devletin yapma dediğini yapmaktır, yap dediğini yapmak değil. Bir adamı öldürmek, asmak halkın nezdinde her zaman suçtur ama cellât boynuna ip geçirip astığı kişiyi öldürmekle devlet nezdinde suçlanamaz; o bir devlet görevini ifa etmiştir. Örneğin, Atatürk’ün doğduğu evi bombalatmak halkın nezdinde suçtur ama 1955 yılında 6–7 Eylül olaylarının kıvılcımını ateşlemek için, Atatürk’ün evini bombalattıran zat, Türkiye’de yargılanmamış, hatta yargılanmak bir yana , devlet kademelerinde yükseltilerek vali bile yapılmıştır. Demirel’in bu sözleri, bu gerçekliği ifade ediyor olabilir mi? Bir de böyle düşünmek gerekmez mi?

*

Şimdi de Maraş’ta bu provokasyonun nasıl olupta bir gerici halk hareketine dönüştüğünü anlamaya, Maraş’ın yapısını, özel durumlarını incelemeye çalışalım.

Tunceli hariç, bütün Anadolu şehirlerinin, şehir merkezlerinde –ağırlıklı olarak-Sünni nüfus yaşar, Aleviler dış, kırsal bölgelerdedir, köylerdedir yani. Aleviler zaman zaman şehre gelir, Sünni esnaftan alışverişini yapıp giderler; Maraş’ta da bu böyledir. Maraş’taki iktisadi yapı, pazarlarındaki ticaret tamamen Sünni nüfusun denetimindedir, onlar tarafından yapılır. 1950 yıllarından sonra kırdan şehirlere göç başlayınca, Maraş’a da köylerinden, kasabalarından Aleviler gelip yerleşmeye başlarlar. Maraş’ta kent merkezinde yaşamaya başlayan aleviler, önceleri Sünnilerin işyerine-dükkânına ortak olmaya, daha sonraları da kendi adlarına işyerleri açmaya başlarlar. Bu tarihler için kesin rakamlar vermek zor ama konuştuğum Maraşlılar, 1960’ta bir tane bile alevi esnaf yoktu, bu tarihten sonra bazı Sünnilerce alevi müşteriyi çekmek için yanına Alevi ortaklar alınmaya başlandı. Alevilerin Maraş’ta ticaret yapıp kendi adlarına iş yeri açmaya başlamalarının tarihi, 1970’li yıllardır,” dediler.

Alevilere ait işyerleri açılınca, kırdan (köylerinden) gelen Aleviler, alışverişini bu Alevilerin işyerlerinden yapmaya başlamışlar. Öyle zamanlar olurmuş ki, -örneğin eczanesi12 olan- bir Alevinin dükkânı önünde kuyruklar oluşurken, aynı işi yapan Sünni esnaf boş oturup, bunu seyreder olmuş. Böylece Maraş’ın pazarında, iktisadında, ticaretinde bir Alevi etkisi görülmeye başlanmış. İşte, pazarının elinden kaydığını gören, eskiden bu pazarı elinde bulunduran Sünni Maraş esnafı, pazarının elinden gittiğini görerek buna tepki göstermeye başlamış. Bu temelin üzerinde yükselen birçok olgu, örneğin sosyal yaşamdaki Alevilerin farklılıkları, bu tepkileri şekillendirmiş. Bütün bu tepkiler, tarihsel alevi-Kızılbaş düşmanlığıyla yoğrulup büyüyerek, sonunda MHP’lilik şekline bürünüp saldırgan bir hal almış.

Alevilerin Maraş’ta etkin olmaya başlaması Maraş’taki yaşamın her yanında kendini göstermeye başlamış. Örneğin siyasi alanda bunlardan biri; bunun ilginç bir göstergesi, demokratik bir hakkın Alevilerce hayata geçirilmiş olmasında olmuş. Bütün Türkiye’de olduğu gibi, Maraş’ta da, aleviler oylarını getirip CHP’ye verirlermiş ama, partinin listelerinde alevi aday ya hiç olmadığından ya da çok alt sıralarda olduğundan dolayı, Aleviler seçilip meclise gidemezlermiş. İşte, 1973 seçimlerinde, Türkiye’de ilk defa, Maraş’ta bir şey olmuş, Aleviler tercihli oy kullanarak alt sıralardaki üç Alevi adayın, tercihli oyla milletvekili seçilmesini sağlamışlar. Alevilerce, yürütülen başarılı bir seçim çalışmanın sonucu, tercihli oylarla, CHP’nin alt sıralarındaki üç kişi, -Oğuz SOĞÜTLÜ, Mehmet ÖZDAL, İsmet AĞAOĞLU- milletvekili seçilmişler. Demokrasinin gereği olarak, doğal karşılanması gereken bu olay, “nasıl olur da Aleviler böyle bir şey yapar, bu nasıl olur” diye büyük bir tepkiyle karşılanmış. Buradan şu sonuca varabiliriz, hem demokrasimizin gelişmesi hem de Alevilerin politik hayattaki etkisinin artması için, Alevi örgütleri, tercihli oy hakkı için yeniden mücadele etmelidirler; bu, bugünde önemli bir talebimiz olmalıdır.

Alevilerin Maraş’ta alt yapıdan üst yapıya, ticari hayattan, siyasi hayata etkisinin böylece artması, eskiden bütün bu alanları elinde bulunduran Sünni kesimlerce tepkiyle karşılanmış. Maraş kıyımında, Sünni kitleleri harekete geçiren asıl şey işte bu; yani Maraş’ın ticari hayatından sosyal hayatına kadar herşeyine etki eden, gelişmekte olan Alevi olgusuna bir tepki, yani bu tepki Maraş’ta gelişen Alevi olgusunu silmek, yok etmek hareketidir. İşte tabandaki bu tepki, MHP kanalıyla dışa vurup, saldırganlaşıyor; bu yüzden katliam sırasında saldırgan kitleler, Alevilere saldırırken, Alevilerin evini iş yerini yakıp yıkarken “Maraş size vatan olmaz mezar olur, yaşasın Türkeş, yaşasın MHP” diye bağırıyorlar. Bu, var olan durumu anlatan çok başarılı bir slogandır. Bütün bunlar savcılığın hazırladığı iddianamede vardır, bunu inceleyen, görecek gözü, hissedecek yüreği olan herkes bunu görebilir. Bu katliam özünde, Maraş’tan Alevileri kovup, onların malına, mülküne sahip olma isteği üzerinde yükseliyor. Bu niyet gerçekleşmiş, Aleviler katliamdan sonra Maraş’ı terk etmişlerdir. Bu açıdan bakınca, “Maraş katliamı, onu planlayanlarca amaçlarına ulaştırılmış başarılı bir katliamdır” diye biliriz.

Bu alt yapıda, bu katliama öncülük edecek bir MHP örgütlülüğü olmasaydı bile, 6–7 Eylül olaylarında olduğu gibi, halkı galeyana getirip, onları yönlendirecek o militanlar (ya da piyonlar) yine bulunurdu. Ülkemizin derin devletinin içinde, kontrgerillanın böylesi bir gücü her zaman için vardır. Olayın özü budur. Burada görünürdeki MHP olgusuna takılıp kalınması daha önemli bazı şeyleri gizlemeye yarıyor.

*

Şimdi burada sözü daha uzatmadan, Maraş katliamını incelememin beni getirdiği teorik noktanın, yani Maraş katliamının özünde Alevileri Maraş’tan kovma, silip süpürme hareketi olduğunu görmemin bende yarattığı düşünsel etkiyi anlatmak istiyorum.

Maraş olaylarını inceleyene kadar ben, “milli” diye adlandırılan yerel burjuvazinin, “kendi pazarına” (pazara) sahip çıkmak için komprador burjuvaziye karşı yürüttüğü mücadeleyi, ona karşı savaşını, “milli burjuvazinin” egemen olduğu bir toprak parçasını, gümrük duvarlarıyla, ulusal çitlerle çevirmesini, olumlayıp, yıllardır savunurdum. Maraş kıyımını inceleyince gördüm ki, bu insanlığa mutluluk vermiyor. Hiçbir milliyetçiliğinde insanlığa huzur vermesi mümkün değil. Bu yüzden, ülkemizin yüzkarası olan tehcir, mübadele, Varlık vergisi, 6–7 Eylül olayları gibi şeyler yaşanmış. Bunların tümünü ayrımsız lanetleyip mahkûm etmemiz gerekir. Bunu yapmadan bir adım dahi yol alamayız.

Maraş’ta, Alevi burjuvazisinin, Sünnilerin egemen olduğu bir pazara girmesine, Sünni burjuvazinin tepkisi nasıl kötüyse, kötü sonuçlar doğurmuşsa, bunun farklı versiyonları olan, 6–7 Eylül olayları, Varlık vergisi, mübadele, tehcir niye iyi olsun ki? Ulusçuluk, milliyetçilik, genel olarak insanlığa, özel olarakta emekçi halka mutluluk getirebilir miydi, ulusal sınırlar içerisinde hapsolmuş bir çerçevede, emekçi halk kurtuluşu sağlanabilir miydi? Bu soruya içimden verdiğim cevap, kocaman bir hayır oldu. Bu da beni tekrar, “Emekçi halkın (emekçi sınıfın), kurtuluşu ne yereldir, ne de ulusaldır, evrenseldir” diyen noktaya getirdi. Aslına bakılınca bunun, Yunus Emre’nin yüz yıllarca önce, “72 millete bir nazarla bakmayan / halka müderris ise, hakikatte asidir” diye dile getirdiği gerçekliğin bir başka ifadesinden, başka bir şey olamadığını biliyordum. Savunduğum dünya görüşünün temeli budur; 72 millete bir nazarla bakmak.

Sözün geldiği bu noktada, bir nefesinde: “İbreti Emelim insana hizmet / Eşim bana huri evimde cennet. / Cahil cühalaya edemem minnet / Bütün zincirleri kırdım da geldim” diyen İbretinin tarihsel dileğimizi anlatan bir şiiriyle sözlerimi bağlamak istiyorum. Aşk ile.



Bir şah olsam hükmeylesem cihana
Kilise, mescidi yıkar giderdim
Okullar yapardım bütün insana
Cehaleti kökten söker giderdim

Fabrikalar kurar idim her yerde
İkiliği kovar idim bu serde
Ayrı gözle bakmaz idim bir ferde
Cihana bir gözle bakar giderdim

Gerçek insanları bilirdim Allah
Ondan gayrısına tapmazdım billah
Ne Kâbe kalırdı nede Beytullah
Yerine bir bostan ekip giderdim

İnsanlardan başka olmazdı cennet
Yok olurdu İsa, Musa, Muhammet
Kalkardı dünyadan mezhep, tarikat
Dinlerin bağını çözer giderdim
Bir olurdu zengin, fakir her zaman
Çaresiz dertlere olurdum derman
Ne gâvur kalırdı nede Müslüman
Tümünü bir yola çeker giderdim

Gece gündüz çalışırdım millete
Bir faydalı kul olurdum elbette
Bir ırmak olurdum güneşten öte
Yeni fezalara akar giderdim

O günü görseydim yüzüm gülerdi
Dünyada insanlar bayram ederdi
Ne bir silah, ne bir atom kalırdı
Bir ulu deryaya döker giderdim.

İbreti der varlığımız bitmezdi
İnsanoğlu yanlış yola gitmezdi
Ayrı gayrı devlet icap etmezdi
Dünyaya bir bayrak diker giderdim.
1 Bu yazı Londra’da yapılacak Maraş katliamını anma toplantısı için yapacağım konuşma için bir hazırlıktır.
2 Call Von Clausewit, Savaş Üzerine, İstanbul 1975, MAY yayınları sayfa 64
3 Paulo FREİR. Ezilenlerin Pedagojisi. Sayfa.118-119. Ayrıntı yay. 2.baskı
4 Machıavellı 3 Mayıs 1469 da doğuyor 1530 da ölüyor. 1498’ de Floransa kent devletinin “ikici sekreterliğine” seçiliyor, 14 yıl -1512 yılına kadar- aralıksız bu görevini sürdürüyor. İkinci sekreterlik meclisten (senatodan) sonraki en yetkili kurumdur.
5 Bilsen BAŞARAN. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 115. Kitapta, Sıkıyönetim Askeri savcılığınca hazırlanan iddianame yayımlanmış, kitap bu açıdan çok önemli.
6 Bilsen BAŞARAN. Maraş’tan Bir Haber Geldi . Sayfa 141-142
7 Bilsen Başaran, Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 141
8 Aktaran Bilsen BAŞARAN, Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 170
9 Bilsen Başaran. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 173
10 Bu Pir Sultanın bir nefesinde geçen sözdür.
11 Bilsen Başaran. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa 147. Bu kişi kim o gün oraya onu kimler getirmiş muallak.
12 1973 seçimlerinde tercihli oy kampanyasını yürüten Oğuz SOĞÜTLÜ eczacı imiş, onun eczanesi önünde kuyruklar olurmuş.
*                 *                          *
Katliam Bilançosu (resmi kayıtlardan alınan bilanço):

Ölü sayısı: 111
Yaralı sayısı: 1000’nin üzerinde
Tahrip edilerek yakılan ev: 552
Tahrip edilerek yakılan iş yeri: 289
Yakılan oto: 8

23- 25 Aralık 1978’de Maraş’ta yaşamını yitirenler:


  1. Abidin Uzunpınar
  2. Ali Uzunpınar
  3. Hasan Uzunpınar
  4. Mehmet Ünver
  5. Döndü Ünver
  6. Zühre Ünver
  7. İbrahim Ünver
  8. Malik Ünver
  9. Fidan Su na
  10. Ali Suna
  11. Esma Suna
  12. Mehmet Suna
  13. Yılmaz Baz
  14. Kezban Usta
  15. İbrahim Usta
  16. Yusuf Levendiz
  17. Ali Akıncı
  18. İsmail Nergiz
  19. Hasan Akırmak
  20. Ali Yılmaz
  21. Hatice Yılmaz
  22. Hüseyin Yılmaz
  23. İmam Ergönül
  24. Hüseyin Ergönül
  25. Güllü Ergönül
  26. Süleyman Metin
  27. Ali Traş
  28. Zeynep Aydoğan
  29. Ali Ün
  30. Kamil Ün
  31. Zekarya Ün
  32. Gülşen Ün
  33. Elif Balta
  34. Kemal Özdemir
  35. Cennet Özdemir
  36. Ali Doğan
  37. Mehmet Duman
  38. Yusuf Lakap
  39. Hasan Yüzük
  40. Kalender Toklu
  41. Hüseyin toklu
  42. Zeynep Nergiz
  43. Aziz Tüzün
  44. Hasan Ildırcan
  45. Mustafa Acınıklı
  46. Veli Yıldız
  47. Ahmet Yıldız
  48. Şıbo Bekan
  49. Mahmut Ünal
  50. Sebahat İşbilir
  51. Hacı Veli İşbilir
  52. Ali Rıza İŞbilir
  53. Mehmet İşbilir
  54. Mehmet Sağlam
  55. Ali Sağlam
  56. Mehmet Ali Balta
  57. Hasan Küçükkaya
  58. Hatice Görür
  59. Hasan Öztaş
  60. Hüseyin Ceren
  61. Ali B,lmez
  62. Hasan Bilmez
  63. İbrahim Bilmez
  64. Fatma Bilmez
  65. Hacı Bektaş Bozkurt
  66. Hasan Nergiz
  67. Ali Aslan
  68. Veysel Kalkandelen
  69. Şah İsmail Kalaycı
  70. Derviş Zülküflü
  71. Musa Funda
  72. Abbas Karakız
  73. Bayram Bil
  74. Musa Altun
  75. Mekmet Torun
  76. Memili Bakıcı
  77. Hamza Yılmaz
  78. Ercan Köşe
  79. Nazım Tosun
  80. Methi Köklü
  81. Osman Andız
  82. Evliya etmiş
  83. Ökkeş Dalkıran
  84. Mehmet Kahveci
  85. Mehmet Mengücek
  86. Hacı Bıyıklı .
  87. Bünyamın Varol
  88. Abdullah Kandemir
  89. Adem Armut
  90. İsmail Tercan
  91. Abdullah Polat
  92. Mehmet Ergündüz
  93. Ökkeş İnce
  94. Necati Paramış
  95. Zeki Yıldırım
  96. Süleyman Aydoğan “
  97. Cemil Karadutlu
……

13 Kişinin kimliği tespit edilememiştir. Bu nedenle adlarını yazamadık. Toplam ölü sayısı 111 kişidir.
(Kaynak: O. Tayfun TAMER, 12 Eylül Öncesi-Sonrası, s.162)


Davanın sonucu:

Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay illeri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesinin (Esas No: 1980/82, Karar No: 1980/520 sayılı) gerekçeli kararı:

.Hakkında dava açılan sanık sayısı: 804
. Ölüm cezasını alanlar 29
. Müebbet hapis cezası alanlar 7
. 15-24 yıl arası hapis cezası alanlar 7
. 10-15 yıl hapis cezası alanlar 29
. 5-10 yıl arası hapis cezası alanlar 259
. 1-5 yıl arası hapis cezası alanlar 26
.Beraat edenler 379
. Karar aşamasında firarda olanlar, çeşitli nedenlerle davası tefrik edilenler ve ölümle davası düşenlerin toplamı: 68
. Ölümle müebbet cezalarının dışındaki diğer hapis cezalarında 1/6 arasında indirim uygulanmış, cezalar daha da azalmıştır.

Mahkemenin kararı, Yargıtay’da bozuldu. Yeniden yargılama, Yargıtay süreci vb. bunlar gibi idam cezaları uygulanamadı. Hafif cezalarla dosya kapandı.

Kaynak: Nedim ŞAHHÜSEYİNOĞLU. YAKIN TARİHİMİZDE KİTLESEL KATLİAMLAR. Malatya, K.Maraş, Çorum, Sivas Katliamlarının iç yüzüne dönük bir inceleme. Sayfa: 171-175.

Not: Nedim ağbinin (Yakın Tarihimizde Kitlesel katliamlar) kitabı, bu konuda en önemli kaynaktır. Ellerine sağlık. Rıza Aydın

Hiç yorum yok: