25 Aralık 2013 Çarşamba

Hangi “Orta Sınıf” ?


Selim Ergunalp
Haziran ayaklanmalarından bu yana ayaklanmanın sınıf karakteri yada direnişcilerin sınıf karakterleri hakkında siyasal yelpazenin hemen her renginden yorumlar yapıldı. Bu yorumların büyük bir kısmı ayaklanmanın sınıf karakterini, tabii ki yazarlarının kendi siyasal eğilimlerine paralel biçimde ele aldı ve tartışmalar bir çok metinde “orta sınıf” üzerine yoğunlaştı.
gezi oto
Direnişcilerin kimler oldukları, toplumun hangi sınıf ve tabakalarından geldikleri hakkında yapılmış ciddi bir araştırma yok. Haziran ayı içinde, henüz direniş devam ederken, üç kuruluş en azından bazı soruları aydınlatmak için direnişciler arasında istatistikler düzenlediler. Kendi verilerine göre araştırma şirketlerinden Genar Gezi parkı içinde ve Taksim meydanında 498 kişiyle yüzyüze, Konda gene Gezi parkında 4411 kişiyle anketler yaptı.
Bu iki şirketin yanı sıra Bilgi Üniversitesi 3000 kişiyle internet üzerinden gerçekleştirilen bir anketi sonuçlarını Habervesaire sitesinde yayınladı. Araştırmaların temel amacı direnişcilerin neyi, neden protesto ettiklerini ortaya çıkarmak amacını taşımakla beraber, bu anketlerden biri, katılımcılarının büyük bir çoğunluğunun ücretliler, öğrenciler ve işsizler olduğunu ortaya koydu.  (Genar anketine göre ücretliler %53,8, öğrenciler % 24,1 ve işsizler %10,8 oranında idi. Konda şirketi ve Bilgi Üniversitesinin anketlerinde ise katılımcıların mesleki konumları hakkında net bir rakkam yok.) Ağırlıkla Gezi parkında ve Taksim meydanında yapılan bu anketlerin, İçişleri bakanının açıklamalarına göre 79 ile yayılmış ve 2,5 milyon insanı kapsayan (demek ki yaklaşık 5 milyon) bu ayaklanmaların sınıfsal bileşimini ne kadar ortaya koyduğu tabii ki tartışma götürür. Kaldı ki Gezi parkındaki direnişçilere sorulan sorular Gazi mahallesinde, Dikmen’de veya Antakya’daki ve diğer kent ve mahallelerdeki direnişcilere sorulsa herhalde çok farklı sonuçlar da çıkabilirdi.
Belki de güvenilir anket ve araştırmaların olmayışından dolayı Haziran ayaklanmaları hakkında yazan birçok yazar, akademisyen ve düşünür ayaklanmaların sınıfsal yapısını irdelerken somut verilerden çok kendi yerel ve subjektif algılarına ve izlenimlerine dayanıyorlar. Direniş içerisinde ve forumlarda kazanılmış deneyimlerin mutlaka büyük değeri olabilir, fakat ayaklanmanın sınıfsal tahlilinin somut verilere ve bilimsel bir irdelemeye tabi tutulması gerekir. Temelde bu kaygı ile, burada, “orta sınıf” kavramına birkaç örnek üzerinden açıklık getirilmeye çalışılacaktır.
Haziran ayaklanmaları ile ilgili bir çok yorum, inceleme, gazete ve dergi makalelerinde, ayaklanmanın “orta sınıf”ın ya da “yeni küçük burjuvazinin” eseri olduğu, bu sınıfa (veya bazılarınca ifade edildiği gibi bu “sınıflara”) dayandığı iddiası ileri sürülüyor. Burada bizi, Amerikan düşünce kurumu (Think Tank) Rand Corporation ve ABD hükümetleri için çalışmışFrancis Fukuyama gibi (bakınız T24) ya da Çağlar Keyder (“Gezi olaylarının seyrini Türkiye’de yükselmekte olan yeni orta sınıf değiştirmiştir“) gibi yazarların yorumlarından çok soruna Marksist açıdan yaklaşanların ya da bu iddiada olanların yorumları ilgilendiriyor. Bu grupta “Orta sınıf” tezini ileri sürenlerin arasında da büyük farklılıklar var.
Örneğin, 2 Kasımdaki Gezi Aynasında Marksizm” Sempozyumunakonuşmacılardan biri olarak katılacak olan Cihan Tuğal, hem internetteki Müşterekler” sayfasında, hem de T24’de yayınlananGezinin Müşterekleri başlıklı yazısında şu yorumu yapıyor: “2011 küresel isyanı, bir takım iç çelişkiler barındıran aktörleri ön plana çıkardı. Mısır’dan Amerika’ya, İspanya’dan Türkiye’ye, orta sınıf sadece (sık sık vurgulandığı gibi) demokrasi için değil, kamunun ortak çıkar ve alanları için seferber oldu.” “…Amerika’da servetin belirli ellerde toplanmasına karşı isyanın dahi başını işçi sınıfı değil, orta sınıf çekti. (Burada orta sınıftan tezgahtar, sekreter, vb.den oluşan işçi sınıfının beyaz yakalı kesimlerini değil, Poulantzas’ın “yeni küçük burjuvazi” dediği, ve ideolojisini ve psikolojisini çok iyi irdelediği, kesimleri kastediyorum)”1  Bu yorumda, sadece Haziran ayaklanmalarının ABD’deki “İşgal Et” (Occupy) eylemleri ile veya Mısır’da iç savaş sınırına gelmiş ayaklanmalarla bir tutulup tutulamayacağı gibi konuları ele almadan önce yazarın “orta sınıf”la ilgi tezlerinin temel dayanağı olan  Nicos Poulantzas’ın eserlerinde söz konusu olan “yeni küçük burjuvazi” kavramını üzerinde durmak yararlı olabilir. [i]
Poulantzas, Marksist Sınıf Kavramı Hakkında (Zum marxistischen Klassenbegriff) adlı kitabında küçük burjuvazi içinde iki katman (kategori) bulunduğunu ve bunlardan birinin sürekli azalan küçük üretim ve küçük ticaret (küçük mülkiyet) sahipleri olduğunu ve bunlar için “geleneksel küçük burjuvazi” tanımını kullandıktan sonra ikinci katmanı tanımlamak için şöyle devam eder:
“Monopolkapitalizmde çoğalma eğiliminde olan „yeni“ küçük burjuvazi: daha önce belirttiğimiz üretken olmayan ücretlidir ve bunlara devletin ve onun çeşitli organlarındaki görevlileri de katmak gerekir. Bu işçiler artık değer üretmezler. Onlar da iş-güçlerini satarlar, fakat sömürü doğrudan artı emeğin tüketilmesi ile gerçekleşir, artı değerin üretilmesi ile değil.” (Poulantzas, 1973: 24) Demek ki C. Tuğal Haziran ayaklanmalarının “başını çeken” güç olarak “yeni küçük burjuvazi”yi ileri sürerken üretken olmayan (artı değer üretmeyen) ücretlileri kast ediyor olmalı.
Fakat üretken olmayan ücretli olur mu? Üretken olmayana kim ücret öder?
Kapital’in birinci cildinde Karl Marx, emek sermaye ilişkisini irdelerken “Her üretici işçi ücretli işçidir; ama bu yüzden her ücretli işçi üretici işçi olamaz” der ve şöyle devam eder “Ne zaman emek, canlı etmen olarak değişir sermayenin yerine geçmek ve kapitalist üretim sürecine katıştırılmak için değil, kullanım değeri olarak, hizmet olarak tüketilmek için satın alınırsa emek üretici emek, ücretli işçi üretici işçi değildir.”3 (Marx, 2011: 802) Burada kast edilen ev hizmetçiliği, devlet memurluğu gibi mesleklerdir. Fakat ayrım, bu insanların mesleklerine göre değil, çalışma süreçlerinde değişim değeri yaratarak sermayenin büyümesine katkıda bulunup bulunmadıklarına göre yapılır. Oysa C. Tuğal ayaklanmaya katılanların sınıf aidiyetlerini onların meslekleri üzerinden yaptığını yukarıdaki alıntıda görüyoruz. Ama bu sadece alıntı yapılan yukarıdaki metinde yazının akışı içinde tesadüfen, ya da lafın gelişi ifade edilmiyor. Aynı temel fikir yazarın diğer metinlerinde de sıkça görülebilir. Yukarıda alıntı yapılan metnin daha ileri sayfalarında Amerikan İşgal Et! hareketi içinde ağırlıklı olarak “doktoralı işsizlerin” bulunuşunu, yani bir mesleki ölçeği “orta sınıfın” kanıtı olarak ele alıyor. Burada orta sınıf yerine “prekarya” kavramını kullanmanın daha doğru olacağını söyleyerek iddiasını izafileştiriyorsa da, tahlilinde mesleki ölçülere dayanmaya devam ediyor. (Prekarya aşağıda ayrıca ele alınacaktır.)  Ya da bir başka yerde, 27 Haziranda gene T24’ün internet sayfasında “Gezi Direnişinin Küresel Arka Planı” başlığı ile yayınlanan yorumunda, isyancıların kimler olduğu konusunda “bankalardan, plazalardan, fildişi kulelerden meydanlara inen orta sınıf gençlik …… isyan bayrağını çekti”4 derken gene banka veya plaza çalışanları gibi meslek gruplarını sınıf tahlilinin temeline koyuyor.
Oysa sınıf aidiyetinin çalışan kişinin mesleğine bağlı olmadığını gene Kapital’de  Marx verdiği sayısız örneklerde şöyle açıklar: “Bülbül gibi şakıyan bir şarkıcı, üretici olmayan bir işçidir. Şarkısını para karşılığı satarsa o açıdan ücretli işçi ya da meta taciri olur. Ama aynı şarkıcı, para kazanmak için ona şarkı söyleten bir entrepreneur (girişimci) tarafından işe alınırsa üretici işçi olur; çünkü doğrudan doğruya sermaye üretmektedir. Başkalarına ders veren bir öğretmen üretici işçi değildir. Ama ücretli işçi olarak bir enstitüde başkalarıyla birlikte işe alınan ve emeğiyle knowledge mongering institution’ın (bilginin ticaretini yapan kurumun) müteşebbisinin parasını artıran bir öğretmen üretici işçidir.” (Marx, 2011: 805) Kapital’de Marx, kendi paltosunu diken terzi örneği (Marx, 2011: 807) veya yöneticiler (manager), mühendisler örneğinde (Marx, 2011: 801) olduğu gibi, buna benzer bir çok örnek göstererek; “…. yalnızca doğrudan doğruya üretim süreci içinde sermayenin değerlenmesi için tüketilen emek üreticidir” (Marx, 2011: 800) der.
Bu açıklamalardan çıkan sonuçlar nelerdir?
Herşeyden önce ücretli çalışan insanın hangi sınıfın mensubu olduğu, onun çalıştığı süre içinde üretken olup olmadığına, sermayenin değerlenmesine katkıda bulunup bulunmadığına bağlıdır. Böyle ele alındığında bir öğretmen, mühendis veya şarkıcı da artık değer ürettikleri sürece işçidir ve işçi sınıfının mensubudur. Fakat ücretli çalışanın emeği üretici olmadığı takdirde dahi, onun emeği “hizmet olarak tüketilmek için satın alın”dığında dahi Marx, küçük burjuvaziden değil işçiden söz etmektedir. Hiçbir yerde bu insanların burjuvazinin veya küçük burjuvazinin bir toplumsal tabakası veya katmanı olduğundan söz edilmez. Burada Poulantzas’ın yukarıdaki tanımının Marxist emek teorisine ne kadar uyumlu olduğunu bir yana bırakalım. (Bu belki bir başka yazının konusu olabilir.) Cihan Tuğal; “orta sınıftan ….. Poulantzas’ın “yeni küçük burjuvazi” dediği …… kesimleri kastediyorum” derken işçi sınıfı mensuplarını burjuvazinin saflarına katmaktadır. Oysa “aynı iş (örneğin gardening, tailoring vb.) [zerzavat tarımı, terzilik] aynı workingman [işçi] tarafından bir sanayi sermayecisinin ya da dolaysız tüketicinin hizmetinde görülebilir. Her iki durumda ücretli işçi ya da gündelikçidir; ama bir durumdaüretici, öbüründe üretici olmayan işçidir” (Marx, 2011: 806) Ama işçidir!
C. Tuğal’ın aksine, Poulantsaz üretken olmayan ücretlileri “yeni küçük burjuvazi” olarak tanımlamasına rağmen bunları bağımsız bir sınıf olarak görmez. “Küçük burjuvazi deyimini geleneksel küçük burjuvazi için ayırmak ve üretken olmayan ücretliler açısından yeni bir toplumsal sınıftan söz etmek. Ancak bu durum zor teorik ve gerçek sorunlar ortaya koymaktadır: Eğer kapitalist üretim tarzının aşıldığı ve bu yeni sınıfı üreten herhangi bir „sanayi sonrası“ veya  „teknoknatik toplum“ da yaşandığı farz edilmezse, nasıl olurda kapitalizmin kendi gelişimi içerisinde yeni bir sınıf ürettiği iddia edilebilir? „Yönetici sınıfı“ veya „Teknoloji yapısı“ ideologları için mümkün görünen bu sav, marksist teoride düşünülemez.“ (Poulantzas, 1973: 25) Başta K.Marx da dahil olmak üzere, marksizmin klasiklerinin bir çoğunda „orta sınıf“tan söz edilir ama bağımsız bir sınıf olarak değil, burjuvazinin, işçi sınıfının ya da köylülüğün ara katmanlarından biri olarak. Oysa C.Tuğal, “isyanın dahi başını işçi sınıfı değil, orta sınıf çekti” derken “orta sınıf”ı işçi sınıfını karşısına ona alternatif bir toplumsal yapı olarak, işçi sınıfının dışında bir “sınıf” olarak ortaya koyuyor. Şüphesiz toplumsal sınıflar katı, yüzyıllar boyunca değişmeyen kalıplar değildir. Sınıfların içinde sürekli birinden diğerine geçişler, belirli katmanların, kategorilerin sınıfsal yapılarında değişiklikler olur.

Tekrar Cihan Tuğal’ın referans olarak gösterdiği Poulantzas’a dönersek: “Üretici olmayan ücretliler, FKP (Fransız Komunist Partisi) örneğine göre bunlar küçük burjuvazi saflarına katılamazlar, aksine „ara tabakalar“ içinde sınıflandırılabilirler. … eğer Marksizm özgün bütünlükleri tanımlamak için haklı olarak katmanlar, fraksiyonlar ve kategorilerden söz edliyorsa gene de bu katmanlar, fraksiyonlar ve kategoriler hep sınıf aidiyeti taşırlar. …. Fraksiyonlar, katmanlar ve kategoriler, toplumsal sınıfların „dışında“ veya „yanında“ yer almazlar aksine sınıfların bir parçasıdırlar.“ (Poulantzas, 1973: 26) Bakalım Poulantzas’ın başka çalışmalarında da görebilceğimiz, katmanlar kategoriler ve sınıflar hakkındaki bu hasaslığı C. Tuğal’de de bulabilecekmiyiz?

Yazarımızın “orta sınıf” tanımlaması yukarıdaki ifadelerle bitmiyor. 3 Temmuz tarihli yazısının “İsyanın toplumsal niteliğini”1 irdelediği bölümünde, “İşgal Et” hareketlerinde “ağırlıklı bir doktoralı işsiz varlığına” işaret ederken, “prekarya”nın “orta sınıftan çok daha yardımcı bir kavram” olabileceğini belirtiyor. Burada “yeni küçük burjuvazi”den farklı ikinci bir tanımla karşı karşıyayız. Prekarya, prekaer (=istikrarsız,  çözümü zor) kelimesiyle proleterya kelimesinin birleştirilmesinden türetiliyor ve genellikle sol literatürde; zor yaşam koşulları ve güvencesiz iş koşulları altında yaşayan ve mesleki olarak yükselme şansı bulunmayan toplumsal katmanları tanımak için kullanılıyor. Nitekim C. Tuğal’de prekaryanın “her sınıfın içinde belirsizlikle en çok boğuşan bir alt kategori olarak” tanımlanabileceğini söylüyor. Burada, yeni bir sınıf tanımlamasından vaz geçilerek isyancıları, işçi sınıfının veya burjuvazinin belirli tabakaları, kategorileri olarak tanımlamaya çalışıldığı kanısı uyanıyor. Fakat bu tanımlamanın hemen ardından gelen bir cümlede şu ifadeye yer alıyor: “Amerikan orta sınıfının bazı katmanlarıproleterleşme riski taşımaktadır”. Yani ortada bir “sınıf” var bu “sınıfın” katmanları tartışmamızın konusudur. Prekarya ile ilgili yorumun okuyucuya, konunun nihayet doğru bir çerçevede ele alınacağı konusunda vereceği umuda rağmen, C. Tuğal’in “orta sınıf” tutkusundan vazgeçemediğini yazını ilerleyen satırlarında sıkca görmek mümkün.

Birkaç örnek vermek gerekirse: “… isyanın orta sınıf niteliğinin, diğer halk katmanlarına yayılmakta çıkardığı zorluklardan bahsetmekte fayda var” veya “orta sınıf kendi yaşam alanlarında eylemliliklere girişirken” ya da “Bu,orta sınıfın alt kesimleri “takmadığı” manasına gelmez her zaman; birçok aktör, gayet saf bir iyi niyetle, sıkıntılarının şeffaf olduğunu, diğer sınıflartarafından da olduğu gibi algılanacağını düşünür” vesaire, vesaire. “Orta sınıf” o kadar özgün bir sınıftır ki; kendi dışındaki toplumsal katmanlar ve sınıflarla da ilişkileri söz konusudur.

Şayet diğer sınıflardan bağımsız, özgün bir “orta sınıf”tan söz edilecek ise, bu sınıfın mensuplarının kapitalist üretim ilişkileri içinde burjuvaziden ve işçi sınıfından farklı olarak hangi ilişkiler içinde olduğunu, kapitalist üretim sürecindeki rollerini irdelemek, ortaya koymak gerekir. Böyle bir tartışma, burada zikredilen yazıların konusu olmayabilir, fakat bu özgün role hakkında en ufak bir ip ucu bulmak da mümkün değil.

Bu kavramsal kargaşaya ve belirsizliklere ek olarak Haziran ayaklanmaları hakkında yazarın metinlerinde siyasal açıdan da çok tartışma götürecek tezlere rastlamak mümkündür. Tüm yazılara egemen olan “isyanın başını işçi sınıfı değil, orta sınıf çekti”ği yönündeki iddia; yeni devrimci öznenin, solun diğer değişik akımlarında da görüldüğü gibi, işçi sınıfı değil “orta sınıf” olduğu temel düşüncesine dayanır. Fakat burada sıklıkla unutulan veya göz ardı edilen; işçi sınıfının devrimci olmasının şu veya bu ayaklanmaya ne oranda katıldığına değil onun üretim süreci içindeki konumuna, kapitalist üretim sürecindeki uzlaşmaz çelişkilerine bağlı olduğudur. “Orta sınıf”a böyle “devrimci bir rol biçildiğinde orta çıkan siyasal tutuma örnek olarak yaklaşık bir buçuk ay arayla yazılmış iki metni karşılatırmak açıklayıcı olabilir. Ağustos ayının 28inde yayınlanan “Gezi Hareketi ve Seçimler”5 başlıklı metninde, Cihan Tuğal forumlara, “hareketin ….  belediyecilik ve kentçilik hakkındaki taleplerini netleştir”mesini tavsiye ettikten sonra şöyle devam ediyor: “Diğer yandan, harekete gönül vermiş kent uzmanları (Gezi’de bolca bulunan mimarlar, mühendisler, kent planlamacıları, kent odaklı avukatlar, vb.) varolan kentsel dönüşümün yerine ne tür projeler hayata geçirilebilir, bunu tartışırlar. Bu konuda birkaç proje taslağı oluşturulur.“5

Bu öneriler, söz konusu metinde, seçimlerle ilgili olarak, partileşmeye ya da parti çalışmasına alternatif olarak yapılmaktadır. Yani yazar toplumsal hayatın tüm alanlarını kapsaması gereken bir parti programı yerine, AKP’nin yürüttüğü “kentsel dönüşüm” programının yol açtığı toplumsal sorunların mimar, mühendis, kent planlamacıları ve avukatların ortaya koyacağı başka türlü “projelerle” çözülebileceğinden hareket etmektedir. En başta gözardı edilen konu, “kentsel  dönüşüm” programının AKP’nin keyfinden yada kötü niyetinden ziyade kapitalist sermaye birikiminin kaçınılmaz bir sonucu olduğu ve alternatif “projelerle” çözülemeyeceğidir. Burada marksistlerin tavrı kent planlamacılara yeni projeler, planlar ısmarlamak değil, kentsel sorunların çözümünün kapitalist düzenin alternatifini yaratmakta ve bunun için mücadele etmekte olduğunu göstermektir. David Harvey’in sözleriyle ifade etmek gerekirse; “… şehir hakkı, halihazırda var olan bir şey üzerinde iddia edilen bir hak olamaktan çok, şehri sosyalist bir siyasal topluluk olarak, yoksulluğu ve toplumsal eşitsizliği ortadan kaldıracak, çevre üzerinde yaratılan tahribatı onaracak tümüyle farklı bir model üzerinden yeniden inşa etme hakkı olarak anlaşılmalıdır.” (Harvey, 2012: 197-198)

Ve bu ancak işçi sınıfı ile birlikte gerçekleştirilebilir. Ama umut “orta sınıf”lara, aydınlara ve akademisyenlere bağlandıysa çözüm için gelecek önerilerde bu tercihin paralelinde olacaktır. Bunun örneğini şu satırlarda görüyoruz: “tarihsel ve yapısal nedenlerden dolayı uzun süredir mobilize haldeki birkaç mahalle dışında, (formel ve enformel) işçi sınıfı mahallelerinde büyük bir hareketlilik yaşandığı söylenemez. Bunu kıracak tek şey, mücadelenin net olarak kimlik hattından çıkması, kentsel ve demokratik sorunlara daha ısrarlı şekilde odaklanmasıdır. Böyle bir kırılma, özellikle üst-orta sınıfta ve orta yaş üstü yoğunluğun olduğu bölgelerde (mesela Yoğurtçu’dan ziyade Göztepe Parkı’nda) bir yabancılaşma yaratabilir elbette.”1 (Acaba aman “orta sınıf”ın üst tarafını ya da “üst-orta sınıf”ı ürkütmeyelim mi denmek isteniyor?) “Ancak işçi sınıfını ve enformel proleteryayı da hareketin asli unsuru haline getirmek için bu riske değer.”1 Sorun işçi sınıfını kent sorunlarına çekmek değil (onlar bu sorunları zaten “üst-orta sınıf”tan çok daha gün be gün yaşıyorlar), forumlarda toplananları işçi sınıfına götürmek, kent sorunlarının sınıf mücadelesinden ayrı çözülemeyeceğini göstermektir.

Liberallerin, reformistlerin, düzen savunucularının orta sınıf adını verdikleri katmanlara yenilikci ve hatta devrimci roller biçmeleri anlaşılır sebepleri olabilir. Ama konuyu marksizm açısından ele aldıkları iddiasında bulunanların önce Marx’ı okumaları ya da yeniden okumaları yerinde olabilir.


1)                                                                                                                                      , (Merve Verlag, Berlin) İtalikler Plountzas’a ait. Bu yazıda Poulantzas’dan yapılan alıntıların Almanca metindeki özgün ifadeleri aşağıdaki gibidir:
Birininci alıntı: “Das „neue“ Kleinbürgertum, das die Tendenz hat, sich im Monopolkapitalismus zu vermehren: das der nicht – produktiven Lohnempfänger, das wir schon erwähnt haben und dem man noch die Funktionäre des Staates und seine verschiedenen Apparate hinzufügen muss. Dieser Arbeiter produzieren keinen Mehrwert. Auch sie verkaufen ihre Arbeitskraft, aber Ausbeutung erfolgt durch die direkte Abschöpfung von Mehrarbeit und nicht durch die Produktion von Mehrwert.“ (Poulantzas, 1973: 24)
2)                                                                                                                                      İkinci alıntı: „Den Ausdruck Kleinbürgertum für das traditionelle Kleinbürgertum zu reservieren und im Hinblick auf die nicht – produktiven Lohnempfänger von einer neuen gesellschaftlichen Klasse zu sprechen. Das stellt jedoch schwierige theoretische und reale Probleme:wenn man nicht annimmt, dass die kapitalistische Produktionsweise überholt ist und man in irgendeiner „nachindustriellen“ oder „technokratischer Gesellschaf[i] (Cihan Tuğal, Gezinin Müşterekleri, Kaynak:https://twitter.com/musterekler/status/352677273838686208)
Poulantzas, Nicos (1973) „Zum marxistischen Klassenbegriff“, Fransızcadan çeviren Hartmut Kretzmar t“, die diese neue Klasse produzieren würde, lebt, wie kann man dann meinen, der Kapitalismus selbst produziere in seiner Entwicklung, eine neue Klasse? Was für die Ideologen der „Manager-Klasse“ oder der Technostruktur“ möglich erscheint, ist für die marxistische Theorie undenkbar.“
Üçüncü alıntı: „Die nicht-produktiven Lohnempfänger, nachdem Beispiel der KPF nicht in das Kleinbürgertum einzuordnen, sondern in die „Zwischenschichten“. …. wenn der Marxismus zu Recht von Schichten, Fraktionen und Kategorien spricht um besondere Ganzheiten zu bezeichnen, so ist es dennoch so, dass diese Schichten Fraktionen und Kategorien immer eine Klassenzugehörigkeit besitzen. ….. Die Fraktionen, Schichten und Kategorien sind nicht „ausserhalb“ oder „neben“ den Klassen der Gesellschaft, sondern sind Bestandteil der Klassen.“ (Poulantzas, 1973: 26)

3)                                                                                                                                      Marx, Karl (2011) “Kapital, Cilt 1”, Almancadan çeviren Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, (Yordan Kitap, İstanbul) İtalikler Marx’a ait.
4)                                                                                                                                       (Cihan Tuğal, Gezi Direnişinin Küresel Arka Planı: Tekenen Liberalizm, Kaynak: http://t24.com.tr/haber/gezi-direnisinin-kuresel-arkaplani-tukenen-liberalizm/232861
5)                                                                                                                                      (Cihan Tuğal, Gezi Hareketi ve Seçimler, Kaynak:http://t24.com.tr/yazi/gezi-hareketi-ve-secimler/7307
6)                                                                                                                                      Harvey, David (2012) “Asi Şehirler”, (Metis Yayınları, İstanbul)

Hiç yorum yok: