6 Aralık 2013 Cuma

Mandela- Irk Ayrımcılığının Sonundan Sınıfsal Ayrımcılığın Şiddetlenmesine-Madalyonun Öteki Yüzü Tarihsel Ders



“ Madalyonun öteki yüzüne gelince, ırkçı rejimin siyahlara uyguladığı ayrımcılık kalktı ama beyaz burjuvazinin ekonomik egemenliği devam etti. Yoksul alt sınıfların  uygulanan neo-liberal politikalarla yıkımı daha da şiddetlendi. Irkçı ayrımcılık son bulurken, sınıfsal ayrımcılık daha da şiddetlendi. ANC iktidarında toplumsal eşitsizliğin en fazla arttığı ülkelerden bir oldu Güney Afrika. Burjuvazinin gücü arttı karları yükseldi. Devletle bütünleşen ANC kadrolarının yöneticileri beyaz burjuvazinin partnerleri olarak siyah burjuvaziyi oluşturdular. ANC ile ittifak olan Güney Afrika Komünist Partisi yöneticileri de zenginleşerek ülkenin elitleri arasına katıldılar.”
Beyaz azınlığın hüküm süren ırkçı rejimine karşı siyahların sürdürdüğü mücadelenin öncüsü olup yaşamının 27 yılını hapishanede geçiren Nelson Mandela 95 yaşında hayatını kaybetti. Mandela 1990′da  özgürlüğüne kavuştu, 1994′te de Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyah devlet başkanı oldu.
mandela
Lideri olduğu Afrika Ulusal kongresi (ANC) 1912 yılında ırkçı beyaz azınlık yönetimine karşı mücadele yürütmek üzere kuruldu. Irk ve renk ayrımı gözetmeksizin Güney Afrika Halklarının demokrasi mücadelesini yürüten ANC ağır baskı ve zulme uğramasına karşın fedakarca ve yılmadan varlığını sürdürdü. ANC’nın sürdürdüğü mücadele 18 Mart 1992′de siyahlara eşit vatandaşlık hakkı tanıyan anayasa değişikliğinin halk oylaması yapılarak kabul edilmesiyle zaferle sonuçlandı.
1962’de Lenin Barış Ödülü, 1979′da Nehrü Ödülü, 1981′de Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü, 1983′de UNESCO’nun Simon Bolivar Ödülü verildi.
15 Ekim 1993′te ise Frederik W. De Klerk ile beraber Nobel Barış Ödülü’nü aldı.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından kendisine verilmesi kararlaştırılan 1992 yılı Atatürk Barış Ödülü’nü “ Türk hükümetine yönelik insan hakları ihlali suçlamaları” nedeniyle kabul etmedi

Dünya halklarının  Ezilen ulusların bir kahramanı olarak idolleştirdiği Mandela bir dönem cumhurbaşkanlığı yaptı, cumhurbaşkanlığı sürdürmesi teklifini kabul etmeyerek yerini yardımcısına bıraktı.
ANC 1994 yılında iktidara  Güney Afrika Komünist Partisinin, işçi sendikalarının ittifakıyla geldi. Irkçı rejime sonu anlamına gelen bu değişim ezilen sömürülen tüm dünya halkları için model olarak görüldü. Büyük bir zafer çileli mücadeleler sonucunda elde edilmişti.
Madalyonun öteki yüzüne gelince, ırkçı rejimin siyahlara uyguladığı ayrımcılık kalktı ama beyaz burjuvazinin ekonomik egemenliği devam etti. Yoksul alt sınıfların  uygulanan neo-liberal politikalarla yıkımı daha da şiddetlendi. Irkçı ayrımcılık son bulurken, sınıfsal ayrımcılık daha da şiddetlendi. ANC iktidarında toplumsal eşitsizliğin en fazla arttığı ülkelerden bir oldu Güney Afrika. Burjuvazinin gücü arttı karları yükseldi. Devletle bütünleşen ANC kadrolarının yöneticileri beyaz burjuvazinin partnerleri olarak siyah burjuvaziyi oluşturdular. ANC ile ittifak olan Güney Afrika Komünist Partisi yöneticileri de zenginleşerek ülkenin elitleri arasına katıldılar.
Kitle desteğini arkasına alan ANC iktidarı önceki ırkçı rejimin uygulayamadığı vahşi neo-liberal politikaları pervasızca uyguladı. Madalyonun öteki yüzü, 2012′ de Marikana’da   grevdeki platin madeni işçilerine yapılan polis saldırısı sonucu  34 maden işçisinin katledilmesiyle su yüzüne çıktı.
Irkçı ayrımcılığı ortadan kaldıran ANC gerillası, sosyal ayrımcılığın temelini oluşturan kapitalizmin varlığına son vermeyip, sistemin bir parçası ve onun savunucusu olunca mağdurluktan kahredesi mağrurluğa geçiş yaptı.
34 İşçinin katledilmesi üzerine daha önce yayınladığımız Bill Van  Vauken’in yazısını tekrar yayınlıyoruz.
Ferhan Umruk

Güney Afrika’nın Madenci Katliamı

Bill Van Auken
28 Ağustos 2012
İngilizce’den çeviri (18 Ağustos 2012)
Güney Afrika’da grevdeki platin madencilerinin Salı günü katledilmesi, işçi sınıfı ile bir yandan yönetimdeki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) öte yandan da ona bağlı sendikalar arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi açığa çıkardı.

Görevliler barbarca polis saldırısında ölenlerin sayısını 34 olarak belirledi ama diğer kaynaklar gerçek ölü sayısının 50’ye yaklaştığını ileri sürdüler. Palalar ve sopalar taşıyan madencilere otomatik silahlarla açılan yaylım ateşinde, kimileri ağır, çok daha fazla insan yaralandı. Polis 259 madenciyi tutukladı. Aileler hastanelerde, morglarda ve polis karakollarında kayıp babalarını, kardeşlerini ve çocuklarını aramayı sürdürüyor.
Gerçekte savunmasız işçilere suikast silahlarıyla ateş açan, ardından kan içindeki cesetlerin ve inleyen yaralıların saçılmış olduğu tozlu bir alana giren polis birliklerinin yer aldığı sahne, Güney Afrika’nın bilincini şok etti ve ırkçı rejim altında 1960’ta Sharpeville’de ve 1976’da Soweto’da gerçekleşen kitlesel kıyımlarda uygulanan dehşet verici baskıyı hatırlattı.
En açık farklılık, bu kez, katliamın uluslararası toplumdan dışlanmış bir beyaz azınlık rejimi tarafından değil ama onun eski düşmanı, ülkeyi 18 yıldır yöneten ve özgürlük mücadelesinin cisimleşmesi ve eşitliğin koruyucusu olduğunu iddia eden Afrika Ulusal Kongresi (ANC) hükümeti tarafından örgütlenmiş olmasıdır.
Gerçekte, ırk ayrımı yasal olarak kaldırılmışken, ekonomik eşitsizlik, beyaz azınlık yönetimi altında olduğundan bile daha kötüleşmiştir. Güney Afrika’nın, safları şimdi siyah multimilyarder eski ANC görevlilerini, sendika önderlerini ve siyasetle bağlantılı iş adamlarını kapsayan varlıklı yönetici seçkinleri ile işçiler ve yoksul kitleler arasındaki uçurum, Namibya hariç, dünyadaki bütün diğer ülkelerden daha büyüktür.
Sowetan gazetesi, Cuma günü ön sayfada yayınladığı bir makalede, katliamın “çalışması durmuş olan saatli bomba gerçekliğinin farkına varmamıza (o patladı!)” yardımcı olduğunu kesin olarak belirtti.
Bu patlama, son tahlilde, Güney Afrika ekonomisi ve özellikle maden sektörü üzerindeki etkisi aynı Ortadoğu’da, Avrupa’da ve bütün dünyada olduğu gibi bu ülkedeki sınıf mücadelesinde bir kabarmaya yol açmış olan kapitalizmin dünya krizi tarafından tetiklenmiştir.
Siyaset araştırmacıları, kanlı olayları, Güney Afrika Sendikalar Kongresi’nin (COSATU) merkezi ve ANC ile siyasi ittifak halinde olan 300 bin üyeli Ulusal Maden İşçileri Sendikası (NUM) ile daha militan bağımsız bir sendika olan Maden İşçileri Birliği ve İnşaat Sendikası (AMCU) arasında bir mahalle kavgası gibi göstermeye kalkıştılar.
AMCU maden işçilerin NUM bürokrasisinin rüşvetçiliğine ve zenginleşmesine yönelik artan tepkisi sayesinde büyüdü. Bu rüşvetçilik ve zenginleşme, madencilik sektöründeki önemli hisseleriyle ve katliamın gerçekleştiği madenin sahibi Londra merkezli Lonmin şirketinin yönetim kurulundaki yeriyle Güney Afrika’nın en zengin milyonerlerinden biri haline gelen önceki NUM başkanı Cyril Ramaphosa’da cisimleşmişti. Onun serveti, maden işçilerinin çıkarlarının hükümetin ve onun hizmet ettiği ulusötesi maden şirketlerinin taleplerine tabi kılınmasına sağlanan hizmetlerle edinildi.
Bununla birlikte katliam alanından gelen haberler, türedi sendikanın grevcilerin militanlığını denetim altına almada yetersiz olduğunu gösteriyor.
Lonmin’in platin madeninde bir hafta önce iş bırakanlar; çok derinlerde inanılmaz derecede ağır ve tehlikeli koşullarda ayda kabaca 500 dolara çalışan kaya matkabı kullanıcıları gezegeninin en fazla sömürülen işçileri arasındalar. Onların çoğu Mozambik, Swaziland gibi ülkelerden gelen, büyük ailelerini desteklemek için maaşlarının büyük bölümünü evlerine gönderen ve elektriğin ve şebeke suyunun olmadığı barakalarda yaşayan göçmen işçiler.
Lonmin’in Marikana madeninin karşısındaki bir tepede toplanmış olan 3000 madenci, önce, bir zırhlı polis aracının içinden kendilerine konuşma yapmaya çalışan NUM başkanını kovdular; ardından, mevcut koşullar altında işe dönmektense ölmeyi tercih edeceklerini söyleyerek, AMCU başkanı tarafından yapılan dağılmaları yönündeki çağrıyı reddettiler.
Polis, açıkça, bu işçileri vurma göreviyle gönderilmişti. “En fazla güç” kullanmaya yemin eden polis memurları, görevlerini “D-Günü” [Önemli Gün] olarak adlandırdılar. Johannesburg’da yayımlanan günlük gazete Star’ın muhabiri Poloko Tau’nun Cuma günü yazmış olduğu gibi, “O, bir protestoyu bir imha bölgesi haline getiren iyi planlanmış bir saldırıydı.”
Yürüyüş kolunun gözyaşartıcı gazla, basınçlı su püskürterek ve ses bombalarıyla dağıtılmasından ve madencilerin atla ve zırhlı araçlarla kovalanmasından sonra, bir grup işçi otomatik silahlarla ve gerçek mermilerle donanmış bir polis hattının içine sürüldü. Bu katliamın amacı işçilerin artan militanlığının önünü kesmek ve hükümet yandaşı sendikaların gevşeyen denetimini savunmaktı.
Bu sendikaların önderleri, ANC’nin üçlü ittifakı içindeki diğer ortağı Stalinist Güney Afrika Komünist Partisi ile birlikte, en aşağılık rollerini oynadılar. Onlar polis katilleri savundular ve “suçlu” olarak hitap ettikleri grevci maden işçilerinin durdurulmasını; onların “çete önderleri”nin tutuklanıp cezalandırılmasını talep ettiler.
Marikana madenindeki katliam Güney Afrika tarihinde bir dönüm noktasına işaret etmektedir. O, kesinlikle yalıtılmış bir olay değil; bugün yüzde 25 oranında resmi işsizlikle karşı karşıya olan ve yoksul kasabalardaki yaşam koşulları ırkçı rejim altındaki sefaletten pek farklı olmayan Güney Afrikalı işçilerin ve ezilenlerin mücadelesindeki patlamanın bir parçasıdır.
Güney Afrikalı maden işçilerinin devlet tarafından hesaplı kitaplı öldürülmesi uluslararası işçi sınıfına yönelik bir uyarı olarak görülmelidir. Bu, acımasız kemer sıkma önlemlerine ve her ülkede işçi haklarına yönelik saldırılara karşı artan işçi sınıfı muhalefeti karşısında giderek daha fazla başvurulacak olan yöntemleri göstermektedir. ABD’deki işçi mücadeleleri tarihi hakkında bilgi sahibi olan birinin, Amerikan yönetici sınıfının kitlesel toplumsal muhalefete vereceği yanıtın, onun Güney Afrika’daki mevkidaşından farklı olmayacağından kuşku duyması mümkün değildir.
Güney Afrika’daki gelişmeler, Lev Troçki’nin, ezilen ülkelerdeki kapitalizme tabi ve işçi sınıfından korkan burjuva ulusalcı hareketlerin, işçilerin ve ezilen kitlelerin toplumsal özlemlerini karşılamak şöyle dursun, demokrasi ve emperyalist egemenlikten kurtuluş mücadelesini gerçekleştirme becerisine yapısal olarak sahip olmadığını saptamış olan Sürekli Devrim Kuramı’nın en çarpıcı doğrulanmasını sağlamıştır.
Bu görevler, ezilen toplumsal kesimleri kendi arkasında harekete geçiren işçi sınıfına düşmektedir. Onların gerçekleşmesi, ANC ve onun sendikal aygıtı ile siyasi bağların kesin olarak kopartılmasını ve sosyalist ve enternasyonalist perspektif üzerinde yeni bir önderliğin inşasını gerektirir. Bu, devrimi Afrika kıtasının tamamına ve ötesine yaymaya çabalarken, madenleri ve ekonominin diğer temel sektörlerini ulusallaştıracak ve servetin köklü biçimde yeniden dağılımını gerçekleştirecek bir işçi hükümeti için mücadele demektir. Bu perspektif uğruna mücadele, Dördüncü Enternasyonal’in Afrika şubesinin inşasını gerektirmektedir.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nden aktarılmadır
http://www.wsws.org/tr/2012/aug2012/safr-a28.shtml

Hiç yorum yok: