24 Ekim 2014 Cuma

Devlet Barışı, Kobani Önünde Yatan Bir Mevtaya Döndü…

Mahmut Balpetek
   AKP Hükümeti’ nin  barış için yol haritasını açıklayacağını beyan ettiği  tarih olan 30 Eylül’ü, barıştan yana herkes gibi  çok umutlu olmamakla birlikte, ben de merakla bekledim.  Hükümetin girdiği angajman gereği çok yetersiz  olsa da bazı adımlar atması hakim beklentiydi.
tezkere
Zira başka türlü barışın gündemde kalması ve bu vesile ile  de AKP iktidarının siyasi rant elde etmesi  mümkün değildi. Başka bir ifade ile AKP için barışın anlamı elde edeceği siyasi ranttır.
Bu dolayım ile kendi çıkarları açısından ve zaman kazanmak için  bazı adımlar atması muhtemeldi. Zira başka türlü 30 Eylül öncesi taraflar arasında yaşanan  gerilimin sür git devam etmesi olasıydı.
 AKP’nin Rojava’ya yaklaşımı ve IŞİD ‘e verdiği destekten dolayı sürecin bitme riskine girdiğini ifade eden KCK yetkililerinin açıklamalarına  ilk yanıt, “Blöf yapıyorlar” diyen başbakan yardımcısı Akdoğan’dan geldi.
Ardından, 28 Eylül tarihli akşam gazetesinden  Turgay Güler ile yaptığı söyleşide  Başbakan Davutoğlu;   “ çözüm süreci Ortadoğu’daki  tek başarı hikayesi.Bu noktada öyle bir aşamaya geldik ki  geri dönüşün maliyeti yüksek olur” ifadeleri ile birinci açıklamayı desteklemiştir.
  Barışacağı gücü muhatap almaktan uzak, kendi çalıp kendi oynayan bu yaklaşımın özlüce tanımı muhatapsız barıştır. Akdoğan’ın blöf diye nitelendirdiği  Rojava ve IŞİD şartı,  aslında barışın düğüm noktasıdır. Bu düğüm çözülmeden bir başka maddeye geçmenin  imkansız olduğu bilinmektedir. Ama Akdoğan için geçerli olan “devlet barışıdır” , muhatabı da buna tabi olmak durumundadır. Aksi halde blöfcü olur. 
 Başbakanın veciz ifadesinde  ifşa ettiği  gerçek ise;   Ortadoğu’da yürüttükleri  dış politikanın başarısız olduğunun ikrarıdır. İzlenen  yanlış politikada ısrar edilmesinin faturası kalıcı barışın son bulması riskini içinde barındırmaktadır. Zira Kürt Özgürlük Hareketinin bütün kurum ve kuruluşları Rojava’nın  barış sürecinin en önemli   parçası olduğu gerçeğinde hem fikirdirler. Barış isteyen bir iktidarın bunu dikkate almaması düşünülemez.AKP iktidarının yürüttüğü politika muhatabı ile diyalog değil,  ” benim barışımda rol alacaksın” dayatmasıdır.
                                 Havuç Sopa
  30 Eylül tarihinde  gerçekleşen Bakanlar Kurulu’ nda süreci yakından ilgilendiren iki karar alınmıştır. Birincisi, terörü sonlandırmak için  ne yapacağı muammalı komisyon ve bunun çalışmalarına ilişkin yasal düzenlemeler.
 Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın konuya dair açıklamasında;  “ bu çalışmalara ilişkin esaslarda çalışma alanlarını, yapılanmayı başlıklar altında belirliyoruz.  “Çalışma alanları”;  zikrettiğim 6555 sayılı kanunun ikinci maddesinde belirlenmiştir. Sosyal programlar, ekonomik tedbirler, toplumsal destek ve sivil toplum çalışmaları, sorunun parçası olan aktörlerle temas, diyalog, eve dönüşler ve bununla birlikte sosyal hayata uyum çalışmaları başlığı altında kapsayıcı bir yapılanma ortaya konmuştur:  Yapılanmada iki ayaklı çözüm süreci kurulu ve koordinasyon kurulları.
Kurulun üyeleri bizzat başbakan veya görevlendireceği başbakan yardımcıları. Adalet, İçişleri, Milli Savunma Bakanları ve MİT Müsteşarı. Her çalışma alanıyla ilgili sorumlu kurum ve kurullar belirlenmektedir.
Bununla yapmak istediğimiz şey, Meclis ’teki görüşmeler sırasında da açıkça ortaya konmuştu. Türkiye’nin müzmin bir sorunu olan terörü tamamen sona erdirmek. Zannediyorum  ki 280 oyla Meclis’ten geçti. Çözüm süreci dediğimiz konuda da bundan sonraki aşamaların kanun çerçevesinde yürütülmesi,  komisyon ve kurullarının çalışmalarını bu kanun çerçevesinde yürütülmesinin esasları belirlenmiş oldu.Bugünlerde tartışması yapılan “çözüm süreci bitti”,  şantaja yönelik konuşmalar bizim açımızdan geçersizdir. Hükümetimiz bu konuda ciddidir. Çözüm sürecinin başarıya ulaşması noktasında varlığını ortaya koymuştur. Asayişi bozan kısmen terör ve asayişsizlik konusunda acımasız davranışımız söz konusu olacaktır” şeklindedir.
      Arınç’ın söylediklerinden  anlaşıldığı gibi durum; tam bir havuç  –  sopa hikayesi. Benim barışıma tabi olursan havuç, değilse sopa seçeneklerinden seçenek  beğenin.
         Bu zaviyeden düzenlemeye baktığımızda, MİT’in koordinatörlügünde komisyona havale edilmiş bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Adım atmak yerine komisyon kurmayı tercih eden Hükümet’ in süreç konusunda yüzeysel  bir görüş içinde olduğu, derinlikli bir stratejiye sahip olmadığı gayet sarih görünmektedir. Bakanlar kurullunun yaklaşımı meseleyi güvenlik çemberine içine hapis etmekten ibarettir. Zira,çözülmek istenen Kürt sorunu değil, bittirilmek istenen terör sorunudur algısı bakanlar kurulunun mantığına sinmiş durumdadır.Bu da geleneksel nakaratın tekrar dışında bir anlam içermemektedir.
    Hükümet’ in barış politikası,  tıpkı Türkçe bilmeyen Kürdün, gelen Türk misafirleri ile diyalog kurmuş olmak için öğrendiği Türkçe birkaç sözcükten ibaret gibidir. Hükümet de;  terör, çözüm, süreç gibi üç sözcükten müteşekkil bir derinlik içinde barışı kalıcılaştırmaya çalışmaktadır.
   Türkçe  bilmeyen Kürtler, genellikle  misafir  gelen Türkler ile diyalog kurmak için  birkaç sözcük ezberlerler.  Hoş geldiniz, nasılsınız, iyi misiniz sözcüklerinden ibaret Türkçe konuşmanın  ardından  misafir alınmasın diye  Türki bitti (Türkçem bu kadar anlamında) diyerek diyaloğu sonlandırmak zorunda kalırlar. Bütün öğrenebildikleri bu sözcüklerle sınırlıdır. Zira gündelik hayata daha fazlasına da  ihtiyaç duymazlar.  
      İşte AKP’nin yaklaşımı da Kürtlere nasılsınız? İyisiniz Türki bittiden ibarettir. İki sözcükle kuruldu diyalog: Gelsin barış biçiminde seyrin devam etmesini istemektedir. AKP hükümeti de günlük hayata barışın dilini derinleştirmeye ihtiyaç duymamaktadır.
   İkincisi;  süresi dolan  tezkerenin uzatılması kararıdır.Peki tezkere kime karşı uzatıldı. IŞİD ile problemi olmadığını defalarca açıklayan iktidarın, IŞİD’e karşı şimdilik bir operasyon gerçekleştirmeyeceği gün gibi ortadadır. Bu bağlamda Hükümet; iddia ettiği gibi Kürt sorununu çözmekte de kararlı ise asker kiminle savaşacak. Savaşacak düşman yoksa tezkere ne işe yarayacak. İktidarın kendi içinde tutarlılıktan uzak yaklaşımları asıl senaryonun ne olduğunun ip uçlarını kendi içinde barındırmaktadır.
               Hizbul Kontradan, IŞİD’e Uzanan Yol
1990’lı yıllarda Tansu Çiller Hükümeti’nin Kürtlere karşı kullandığı örgüt; Hizbul Kontraydı. Milletvekili dahil bir çok Kürt aydın ve aktivisti hedef alan örgütün hayli kabarık katliam dosyası vardı.Özellikle Kürt coğrafyasında JİTEM destekli eylemlere imza atan, Kürtlerin özgürleşme mücadelesine karşı devletin kurduğu ve yönlendirdiği örgütün işlevi bitince yine devlet eliyle etkisiz eleman haline getirilmişti.
     Çillerin Hizbul Kontrası vardı, AKP’nin  ise; IŞİD’i.  AKP;  IŞİD’in Rojava’da kalıcı olamayacağını biliyor. Rojava’da halkı olmayan bu çetenin işlevi; Kobani’ye girmesi,  katliamlar yapması ve Rojava’yı müdahale yapılır kıvama getirmesindedir. Suriye’nin en güvenlikli bölgesinde kaos yaratarak tampon bölge olmasını zorunlu hale getirmesindedir. 
    Bu durumda tezkere;  IŞİD’in saldırılarına maruz kalan Kobani kentine girmesi halinde yaşanacak katliamın sonunda kurtarıcı gibi Rojava’ya girmek için gerekecektir.Yani  , IŞİD’in katliamları sonrası “sivilleri kurtarmaya geldik”  biçimindeki  işgal için. Ancak  hangi ağdalı dil kullanılıyor olursa olsun, insanlığın hangi ulvi çıkarları gerekçe gösteriliyor olunursa olunsun bunun adı  ” işgal”  olacaktır. Dolayısıyla bu hamle tarihte büyük bir savaşın miladı olarak anılacaktır.
      Söylenebilecek son söz; devletin  barış Kobani önlerinde mevtadır.

Hiç yorum yok: