Mahmut Balpetek
AKP Hükümeti’ nin barış için yol haritasını açıklayacağını beyan
ettiği tarih olan 30 Eylül’ü, barıştan yana herkes gibi çok umutlu
olmamakla birlikte, ben de merakla bekledim. Hükümetin girdiği angajman
gereği çok yetersiz olsa da bazı adımlar atması hakim beklentiydi.
Zira başka türlü barışın gündemde kalması ve bu vesile ile de AKP
iktidarının siyasi rant elde etmesi mümkün değildi. Başka bir ifade ile
AKP için barışın anlamı elde edeceği siyasi ranttır.
Bu dolayım ile
kendi çıkarları açısından ve zaman kazanmak için bazı adımlar atması
muhtemeldi. Zira başka türlü 30 Eylül öncesi taraflar arasında yaşanan
gerilimin sür git devam etmesi olasıydı.
AKP’nin
Rojava’ya yaklaşımı ve IŞİD ‘e verdiği destekten dolayı sürecin bitme
riskine girdiğini ifade eden KCK yetkililerinin açıklamalarına ilk
yanıt, “Blöf yapıyorlar” diyen başbakan yardımcısı Akdoğan’dan geldi.
Ardından, 28 Eylül tarihli akşam gazetesinden Turgay Güler ile yaptığı
söyleşide Başbakan Davutoğlu; “ çözüm süreci Ortadoğu’daki tek
başarı hikayesi.Bu noktada öyle bir aşamaya geldik ki geri dönüşün
maliyeti yüksek olur” ifadeleri ile birinci açıklamayı desteklemiştir.
Barışacağı
gücü muhatap almaktan uzak, kendi çalıp kendi oynayan bu yaklaşımın
özlüce tanımı muhatapsız barıştır. Akdoğan’ın blöf diye nitelendirdiği
Rojava ve IŞİD şartı, aslında barışın düğüm noktasıdır. Bu düğüm
çözülmeden bir başka maddeye geçmenin imkansız olduğu bilinmektedir.
Ama Akdoğan için geçerli olan “devlet barışıdır” , muhatabı da buna tabi
olmak durumundadır. Aksi halde blöfcü olur.
Başbakanın
veciz ifadesinde ifşa ettiği gerçek ise; Ortadoğu’da yürüttükleri
dış politikanın başarısız olduğunun ikrarıdır. İzlenen yanlış
politikada ısrar edilmesinin faturası kalıcı barışın son bulması riskini
içinde barındırmaktadır. Zira Kürt Özgürlük Hareketinin bütün kurum ve
kuruluşları Rojava’nın barış sürecinin en önemli parçası olduğu
gerçeğinde hem fikirdirler. Barış isteyen bir iktidarın bunu dikkate
almaması düşünülemez.AKP iktidarının yürüttüğü politika muhatabı ile
diyalog değil, ” benim barışımda rol alacaksın” dayatmasıdır.
Havuç Sopa
30 Eylül tarihinde gerçekleşen Bakanlar Kurulu’ nda süreci yakından
ilgilendiren iki karar alınmıştır. Birincisi, terörü sonlandırmak için
ne yapacağı muammalı komisyon ve bunun çalışmalarına ilişkin yasal
düzenlemeler.
Başbakan
yardımcısı Bülent Arınç’ın konuya dair açıklamasında; “ bu çalışmalara
ilişkin esaslarda çalışma alanlarını, yapılanmayı başlıklar altında
belirliyoruz. “Çalışma alanları”; zikrettiğim 6555 sayılı kanunun
ikinci maddesinde belirlenmiştir. Sosyal programlar, ekonomik tedbirler,
toplumsal destek ve sivil toplum çalışmaları, sorunun parçası olan
aktörlerle temas, diyalog, eve dönüşler ve bununla birlikte sosyal
hayata uyum çalışmaları başlığı altında kapsayıcı bir yapılanma ortaya
konmuştur: Yapılanmada iki ayaklı çözüm süreci kurulu ve koordinasyon
kurulları.
Kurulun üyeleri bizzat başbakan veya
görevlendireceği başbakan yardımcıları. Adalet, İçişleri, Milli Savunma
Bakanları ve MİT Müsteşarı. Her çalışma alanıyla ilgili sorumlu kurum ve
kurullar belirlenmektedir.
Bununla
yapmak istediğimiz şey, Meclis ’teki görüşmeler sırasında da açıkça
ortaya konmuştu. Türkiye’nin müzmin bir sorunu olan terörü tamamen sona
erdirmek. Zannediyorum ki 280 oyla Meclis’ten geçti. Çözüm süreci
dediğimiz konuda da bundan sonraki aşamaların kanun çerçevesinde
yürütülmesi, komisyon ve kurullarının çalışmalarını bu kanun
çerçevesinde yürütülmesinin esasları belirlenmiş oldu.Bugünlerde
tartışması yapılan “çözüm süreci bitti”, şantaja yönelik konuşmalar
bizim açımızdan geçersizdir. Hükümetimiz bu konuda ciddidir. Çözüm
sürecinin başarıya ulaşması noktasında varlığını ortaya koymuştur.
Asayişi bozan kısmen terör ve asayişsizlik konusunda acımasız
davranışımız söz konusu olacaktır” şeklindedir.
Arınç’ın söylediklerinden anlaşıldığı gibi durum; tam bir havuç –
sopa hikayesi. Benim barışıma tabi olursan havuç, değilse sopa
seçeneklerinden seçenek beğenin.
Bu zaviyeden düzenlemeye baktığımızda, MİT’in koordinatörlügünde
komisyona havale edilmiş bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Adım atmak
yerine komisyon kurmayı tercih eden Hükümet’ in süreç konusunda yüzeysel
bir görüş içinde olduğu, derinlikli bir stratejiye sahip olmadığı
gayet sarih görünmektedir. Bakanlar kurullunun yaklaşımı meseleyi
güvenlik çemberine içine hapis etmekten ibarettir. Zira,çözülmek istenen
Kürt sorunu değil, bittirilmek istenen terör sorunudur algısı bakanlar
kurulunun mantığına sinmiş durumdadır.Bu da geleneksel nakaratın tekrar
dışında bir anlam içermemektedir.
Hükümet’ in barış politikası, tıpkı
Türkçe bilmeyen Kürdün, gelen Türk misafirleri ile diyalog kurmuş olmak
için öğrendiği Türkçe birkaç sözcükten ibaret gibidir. Hükümet de;
terör, çözüm, süreç gibi üç sözcükten müteşekkil bir derinlik içinde
barışı kalıcılaştırmaya çalışmaktadır.
Türkçe bilmeyen Kürtler, genellikle misafir gelen Türkler ile
diyalog kurmak için birkaç sözcük ezberlerler. Hoş geldiniz,
nasılsınız, iyi misiniz sözcüklerinden ibaret Türkçe konuşmanın
ardından misafir alınmasın diye Türki bitti (Türkçem bu kadar
anlamında) diyerek diyaloğu sonlandırmak zorunda kalırlar. Bütün
öğrenebildikleri bu sözcüklerle sınırlıdır. Zira gündelik hayata daha
fazlasına da ihtiyaç duymazlar.
İşte AKP’nin yaklaşımı da Kürtlere nasılsınız? İyisiniz Türki bittiden
ibarettir. İki sözcükle kuruldu diyalog: Gelsin barış biçiminde seyrin
devam etmesini istemektedir. AKP hükümeti de günlük hayata barışın
dilini derinleştirmeye ihtiyaç duymamaktadır.
İkincisi; süresi dolan tezkerenin uzatılması kararıdır.Peki tezkere
kime karşı uzatıldı. IŞİD ile problemi olmadığını defalarca açıklayan
iktidarın, IŞİD’e karşı şimdilik bir operasyon gerçekleştirmeyeceği gün
gibi ortadadır. Bu bağlamda Hükümet; iddia ettiği gibi Kürt sorununu
çözmekte de kararlı ise asker kiminle savaşacak. Savaşacak düşman yoksa
tezkere ne işe yarayacak. İktidarın kendi içinde tutarlılıktan uzak
yaklaşımları asıl senaryonun ne olduğunun ip uçlarını kendi içinde
barındırmaktadır.
Hizbul Kontradan, IŞİD’e Uzanan Yol
1990’lı
yıllarda Tansu Çiller Hükümeti’nin Kürtlere karşı kullandığı örgüt;
Hizbul Kontraydı. Milletvekili dahil bir çok Kürt aydın ve aktivisti
hedef alan örgütün hayli kabarık katliam dosyası vardı.Özellikle Kürt
coğrafyasında JİTEM destekli eylemlere imza atan, Kürtlerin özgürleşme
mücadelesine karşı devletin kurduğu ve yönlendirdiği örgütün işlevi
bitince yine devlet eliyle etkisiz eleman haline getirilmişti.
Çillerin Hizbul Kontrası vardı, AKP’nin ise; IŞİD’i. AKP; IŞİD’in
Rojava’da kalıcı olamayacağını biliyor. Rojava’da halkı olmayan bu
çetenin işlevi; Kobani’ye girmesi, katliamlar yapması ve Rojava’yı
müdahale yapılır kıvama getirmesindedir. Suriye’nin en güvenlikli
bölgesinde kaos yaratarak tampon bölge olmasını zorunlu hale
getirmesindedir.
Bu durumda tezkere; IŞİD’in saldırılarına maruz kalan Kobani kentine
girmesi halinde yaşanacak katliamın sonunda kurtarıcı gibi Rojava’ya
girmek için gerekecektir.Yani , IŞİD’in katliamları sonrası “sivilleri
kurtarmaya geldik” biçimindeki işgal için. Ancak hangi ağdalı dil
kullanılıyor olursa olsun, insanlığın hangi ulvi çıkarları gerekçe
gösteriliyor olunursa olunsun bunun adı ” işgal” olacaktır.
Dolayısıyla bu hamle tarihte büyük bir savaşın miladı olarak
anılacaktır.
Söylenebilecek son söz; devletin barış Kobani önlerinde mevtadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder