24 Ekim 2014 Cuma

Kobani Etkisi: Siyaset Halk İsyanının Gerisine Düşünce


Ferhan Umruk
AKP’nin ‘çözüm süreci’ lafazanlığıyla süreci süründürme taktiğinin maskesi, İŞ(İD)’in Kobane kuşatmasıyla birlikte düşmüş bulunuyor. Su yüzüne çıkan hakikat şu: Kobani İŞ(İD)in ağır silahlarla yaptığı saldırılar ve bombalara karşı muazzam bir direniş sergilerken, diğer yanda Kobane için ayağa kalkan Kürt halkına AKP hükümeti önce polis şimdi de orduyla sınırsız bir şiddetle saldırıyor.
koba
Fotoğraf tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde belirmiş oldu. Barbarlığın günümüzdeki temsilcisi İŞ(İD) ortadoğunun kadim halkları hıristiyan Ezidilere ve Alevilere yaptığı kanlı saldırılardan sonra Kürtleri hedefliyor.
Bu fotoğrafın bir karesiyken, diğer fotoğraf karesinde de AKP’nin İŞ(İD’e eşlik ederek Kürt şehirlerinde can alan saldırılarının dumanları yükseliyor.
Kürt halkı, AKP’nin Kobani ile başlayıp tüm Rojava kantonlarını yıkacak olan İŞ(İD) saldırısını desteklediğini görmüş ve ‘çözüm süreci’ uyuşturucusuna maruz kalmadığını sokaklara dökülerek göstermiş oldu.

Halbuki daha 3 gün önce 5 Ekim günü ,HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile birlikte Başbakan Ahmet Davutoglu ile görüşen HDP Şırnak Milletvekili ve DTK Eş Başkanı Selma Irmak, AKP Hükümetinin politikasını değiştirdiğini ifade edip şunları söylemekteydi: ” Örneğin Başbakanın ‘Kobani’nin düşmesine izin vermeyeceğiz’ söylemini gerçekten önemli buluyorum. Bunu bir politikanın emaresi ve formülü olarak görmek lazım. Suriye’ye yönelik hükümet öyle anlaşılıyor ki politikasını değiştiriyor. Bu çok çok önemli. Bizce çok çok olumlu bir tutum. Bir politika değişikliği var, belki bunun ilk adımı da PYD eş başkanı ile görüşmedir.”
Kürt siyasetinin Başbakan’la yaptığı görüşmeden çıkardığı ‘olumlu gelişme’ kanaati yukardaki satırların daha mürekkebi kurumadan Erdoğan tarafından ‘ Bizim için İŞ(İD)’te PKK’de terör örgütüdür’ açıklamasıyla siliniverdi. Erdoğan daha sonra ‘Kobani düştü düşüyor’ açıklamasıyla herkesçe bilinen arzusunu dile getirdi.
Şu 3 günlük süreç bir süredir işaretleri görünmekte olan Kürt siyasetindeki öngörüsüzlüğün bir delili oldu. Kuşkusuz öngörüsüzlük somut olarak ortadadır ama esas sorun öngörüsüzlüğün nedenlerindedir. Bu neden de başlı başına izlenen politikanın ta kendisidir.
Bu politika Kürt siyasetinin ‘çözüm süreci’ muhatabı olarak AKP’yi bellemesi ve görüşmeleri gizli diplomasi biçiminde yürütmeyi sürdürmesi veya kabullenmesidir. Üstelik bu görüşmeler siyaset düzleminde değil devletin istihbarat organı MİT ile sürdürülmektedir. Kapalı kapılar ardında sürdürülen görüşmelerin her aşamada AKP’nin elini güçlendirdiği onun tahkim olmasına katkı sunduğu aşikardır. Bunu tek bir örnekle ‘Gezi direnişine destek vermeyerek hükümetin düşmesini engelledik’ sözlerinden çıkarmak mümkündür.
Gizli diplomasinin ve AKP’nin politik olarak temel alınması yönteminin aşıldığı bir süreç , gizli diplomasinin değil ama AKP’nin karşısında yer alınan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerçekleşti. Hem Fırat’ın doğusunda hem Fırat’ın batısında elde edilen başarı aslında izlenmesi gereken politikanın ne olduğunu da göstermiş oldu. Ancak seçimden sonra AKP ve Erdoğan’la ilgili olarak izlenen tarzı siyaset bir elle yapılanın diğer elle nasıl yıkılabildiğini gösterdi bizlere. Özellikle Fırat’ın batısında kazanılan toplumsal meşruiyet büyük ölçüde yerle yeksan oldu.
Bütün bu süreçten dersler çıkarılabilir mi? Bunu zaman gösterecek. Ancak açık olan şudur ki bu toprakların kadim halkı olan Kürtler eninde sonunda zafere ulaşacaklardır. Ne AKP’nin güvenlik kuvvetleri ve bugün iyice su yüzüne çıktığı gibi dinci faşist paramiliter çeteleri, ne de dinci gericiliğin temsilcisi İŞ(İD)’in şiddeti bu gerçeği engelleyebilecektir. Kürt halkı kitlesel direnişi gerçekleştirerek esas olanın sokağın dili olduğunu göstermiş oldu. Alttakilerin haklarını kazanabilmesinin yolu buradan geçiyor, üsttekiler hiçbir zaman kendiliklerinden hak bahşetmiyorlar. Bu bakımdan gizli diplomasinin halkın dışlanmasına seyirci kalmasına sebep olduğunu muktedirlerin çıkarına olduğunun ayırdına varmak gerekiyor.
Şu tarihsel örneği de hatırlatalım. 8 Kasım 1917’de Bolşevik devrimin zaferinden bir gün sonra, Barış Bildirgesi yayınlanır savaş öncesi ve sonrasında yapılmış bütün gizli diplomatik anlaşmaların kamuoyuna açıklanacağını ve bundan öyle uluslararası ilişkilerinin halkın gözleri önünde yürütüleceğini bildirir. Troçki’de açıklamasında şunları ifade eder:
“Gizli diplomasi, çıkarlarına tabi kılmak için halkın çoğunluğuna yalan söylemek zorunda olan mülk sahibi sınıfların elinde bir araçtır. Karanlık fetihçi planlarıyla, yağmacı ittifak ve anlaşmalarıyla emperyalizm, gizli diplomasi sistemini en yüksek derecesine vardırmıştır. Avrupa halklarını yok etmekte olan emperyalizme karşı mücadele, aynı zamanda gün ışığından korkmak için çokça nedeni olan kapitalist diplomasiye karşı da mücadeledir. …İşçi ve köylü hükümeti, gizli diplomasi ve entrikaları, şifreleri, kriptoları ve yalanları ilga ediyor. Bizim saklayacak hiçbir şeyimiz yok.”
Gerçekten. Bizim korkacak, saklayacak hiçbir şeyimiz yok. Olanlar korksunlar.

Hiç yorum yok: