24 Ekim 2014 Cuma

YOM KİPPURİM


Rıza Aydın
Maxime Rodinson’un, İslamiyet konusunu incelediği üç ayrı kitabı dilimize çevrilmiş. Bunlar “Muhammet1”, “İslamiyet ve Kapitalizm2”, “İslam’ın mirası3”.
Maxime Rodinson’un “Muhammed” adlı kitabını, bir tesadüf eseri 1983 sonunda, yurt dışına kaçan, solcu bir doktorun kitaplarını kalorifer kazanında yakmakta olan bir kapıcının elinden kurtarıp okumuştum. Kitabı kurtardığımda ne kitap hakkında, ne de yazarı hakkında bir bilgim yoktu. Kitabı okuyunca, bu kitabın mutlaka okunması gerektiğine inandım, bunu bütün dostlarıma önerdim, bu temel başvuru kitaplarımdan biri oldu. Bana kalırsa bu konulara meyleden herkes, her aydın, bu kitabı mutlaka okumalıydı.


Geçtiğimiz gün bir konuya bakmak için yeniden kitabı incelerken, altını önemle çizdiğim bir konuyu gördüm. Hep aklımda olup ta elim değip bir türlü yazamadığım bu konuyu, şimdi kısaca yazıp, bunun yükünden kurtulmak istiyorum.
Maxime Rodinson, “Bir Stratejinin Doğuşu” başlığı altında incelediği bölümün bir yerinde şöyle diyor; konuyu genişçe aktarmak istiyorum. “Medine yolculuğuna hazırlanırken, sanıyoruz ki tek Tanrı’ya inanan bu Yahudi topluluklarına bel bağlamıştı. Kureyş ve Arap putperestlerine karşı, Yahudilerle ortak bir cephe kuracağını hesaplamış olmalı. Belirtilere bakılırsa, bu kararı verdikten sonra devrin Yahudi geleneklerini geniş şekilde incelemiş, onlarla yakınlık kurmayı tasarlamıştır. Dindaşlarına Kudüs’e dönerek dua etmelerini öğütlemişti. Fakat Gökten gelen ses, Allah’ın Yaradılışın altıncı gününden sonra durup dinlendiği inancını kesinlikle reddetmesini emretmişti ona; bu da Yahudilerin dinlenme günü ile ilgili inançlarını bir çırpıda mahkum etmek, hiçe saymak anlamına geliyordu. Bu konuda, Goldhizer’in4 ileri sürdüğü yorum belki de geçerlidir; Muhammed bu meselede “mazdek” inanışlarının etkisinde kalmış olabilir. Ne olursa olsun, Hicret’ten önce Medine’ye aracı gönderdiği Musab’a yazdırdığı mektupta Cuma günleri dua toplantıları düzenlenmesini istemişti; bilindiği gibi Cuma, Yahudilerin ertesi günkü dinlenme ve mutluluk bayramına hazırlandıkları gündür. Görülüyor ki Yahudilerin bu törenine Müslümanları da katma niyetindeydi. Muhammed ayrıca, “Tisari” ayının  onuncu gününde oruç tutmalarını da dikkatle izlemişti; o günü Yahudiler oruç günü olarak kabul ediyorlar ve “yom kippurin” adıyla çağırıyorlardı. Arami dilinde ise “onuncu gün” karşılığı olarak “aşura” denmişti buna. İşte bu “aşura” törenlerine Müslümanların da katılmalarını öğütledi. Ve yine, Yahudi geleneklerine uyularak, gün ortasında belirli bir dua ve ibadet saati kararlaştırıldı. …6”
Kitabın ilerleyen sayfalarında ise Yahudilerle ilişkilerin bozuluşu anlatılırken, “Aşura” konusuna tekrar değinilirken şöyle deniliyor: “Richart Bell’in akla yatkın bir iddiasına göre, Bedir savaşının yapıldığı ayın Ramazan ve oruç ayı olarak ilan etmişti. Yahudilere özgü bir gelenek olan “Aşura” orucunu ise şart koşmuyor ve bir anlamda yürürlükten kaldırıyordu.”7
Maxime Radinson’un kitabından aktaracaklarım bu kadar.
1- Özgün adı “Muhammed”, 1961 de Fransa’da yayınlanmış. Atilla Tokatlı tarafından dilimize çevrilen bu kitabın birçok baskısı yapılmış.
2- Orhan Suda’nın çevrisi ile Gün Yayın evince 1969 yılında yapılmış.
3-İslam’ın mirası ya da alt başlığı ile “Batıyı büyüleyen İslam” Çemil Meriç’in çevirisiyle Pınar yayınlarınca yapılmış ikinci baskısı 2003’te yapılmış.
4-İgnaz Goldziher, “La Dogme Et La Loı De L’İslam” adlı kitabı, Prof. Dr. İlhan Başgöz ‘ün çevirisi ile “İslâmda Fıkıh ve Akaid” adıyla Ardıç yayınlarınca 2004 yılında yayınlandı.
5- Tisari ayı Ekim ayı demek, teşrin sözü buradan geliyor.
6- Maxime Radinson, Muhammed, Özne Yayınları 1998, sayfa 162.
7- Maxime Radinson, Muhammed, Özne Yayınları 1998, sayfa 171-172
“Yom Kippurin” kavramı hakkında internette arama tarama yaptım, Türkçede hiçbir bilgiye rastlayamadım ama Türkçe olmayan dillerle yazılmış bilgi çok. Konuyla ilgilenecek yabancı dil bilen arkadaşlar bunlardan yararlana bilir. “Tisari ayı” ise ekim ayı demekmiş. Osmanlı devleti zamanında kullanılan takvimlerde duyduğumuz “Teşrin evvel”, “Teşrin sonrası” sözleri buradan gelirmiş.
Bizim köyde yaşlıların çokça kullandığı bir tabir vardır, onlar “yoksulluk adam yoksulluğu” derlerdi. Bu konuyu araştırırken, bu sözün haklılığını daha iyi anladım. Hıristiyanlıkla ilgili bir sorun olduğu zaman, bunu sorup öğreneceğim Ermeni arkadaşlarım dostlarım var ama Yahudilikle ilgili bir konuyu soracak Yahudi bir arkadaşımın – dostumun olmadığını gördüm. Yahudi kökenli dostum Orhan’ın yokluğunun verdiği yoksulluğumu iyice hissettim.
Adana’da Sinagog’da yok. İnternette bulduğum Sinagogların telefonları ise cevap vermedi. Belki yanlış zamanlarda aradım, onların bazı günler teknolojik şeylere el vurmadıklarını biliyorum; belki buna rast geldi. Sinagoglara gidip, bilgi alabilecek iki arkadaşımdan şu bilgileri benim için edinmelerini rica ettim:
Yahudiler hangi takvimi kullanırlar, yani Arapların kullandığı kameri takvim denilen ay takvimini mi kullanırlar, yoksa bir yılı 365 gün olarak kabul eden Güneş takvimini mi kullanırlar. Bunu merak etmede muradım, Ekim ayı anlamına gelen Tisari ayı her yıl aynı döneme mi denk gelir, Tisari Ayının onuncu gününde anılan Yom Kippurin her yıl aynı dönemde mi anılır.
“Yom Kippurin” orucu Yahudi inancına göre nereden kalmıştır, bu oruç nasıl tutulur. Yom Kippurin orucu kaç gün tutulur. Yahudilerce kutsal olan şükran çorbası nasıl bir aştır bu aş Yom Kippurin sonrası mı yapılır bunların birbirleriyle ilişkisi var mıdır varsa nedir.
Merak ettiğim bu soruların cevabını öğrenince, belki bu bilgiler öğrenmem gereken başka bilgilere de beni yönlendirecekler; bende bu bilgileri öğrenmek için çabalayacağım.
Bütün bu yazdıklarım, herkes için ne ifade eder bilemem ama ben daha önce “10 Muharrem Aşurâ” adlı yazımı yazarken bu bilgileri göz önüne almamıştım. Şimdi orada yazdıklarımı bu bilgilerimle yeniden düşüneceğim.
YOM KİPPURUN YAZIMA EK.
Yom Kippurim adlı yazımı yazdıktan sonra fikri takip gereği, 2009 yılında yazdığım “10 Muharrem (Âşura) Tarihteki Anlamı” adlı yazımı yeniden gözden geçirdim. Bu incelememde, değişik yıllarda yazılmış olan bu İki yazımda birbiri ile çelişen bir yan olmadığı gibi birbirlerini tamamladıklarını gördüm. Sadece, o yazımın son kısımlarındaki bir cümleyi çıkardım. O cümlede Kur’an’da “Aşura” sözcüğü geçmiyor demeden önce Tevratta da geçmiyor gibi bir anlam vardı. Ben Kur’an’ı iyi inceledim, birkaç defa okudum, zaman zamanda farklı çevirileri birbirleriyle karşılaştırarak okuyorum, ama İncil ile Tevrat’ı Kur’a’ı incelediğim gibi incelemedim, onları bu kadar bilmiyorum. Tevrat’ta geçen “Yom Kippurim” sözünün Aramice’deki “Âşura” sözünün karşılığı olduğunu Maxime Rodinson’un yazdıklarını okumasam anlayamazdım. Bu yüzden çok iddialı olmamak gerekir diye sadece o cümleyi çıkardım; bunun dışında yıllar önce yazdığım o yazımın çok güzel olduğunu gördüm.
Âşura geleneği yada Muharrem orucu geleneği ile ilgili yukarıdaki adı gecen yazımda, ünlü Hadis toplayıcısı Buharalı’nın (Buhari sözü buradan geliyor) kitabından uzunca bir parça var. Orada alıntıladığım, o bölümü bu yazıya da aktaracağım. Buhari’nin, o yazıdaki mantığını ben eleştirmiştim ama orada Muharrem Orucu ile Âşura gününe ilişkin anlattıklarını dikkatle incelerseniz Maxime Rodinson’un anlatımıyla örtüştüğünü göreceksiniz. Yani Maxime Rodinson bu iddiasında yalnız değil.
Benim Yom Kippurim adlı yazım Alevi iletişim guruplarınca yayınlanınca, Sayın Murat Şahin Bey “Aşura ve Kerbela’nın Alevilerce Simgesel Önemi Yom Kipur İle İlgili” başlıklı bir yazı yayınlayarak beni eleştirdi. Sayın Murat Şahin Beyin yazısında, Yahudilerdeki Yom Kippurim inancı üzerine değerli bilgiler var, verdiği bu bilgiler için kendisine teşekkür ediyorum. Ancak ben ne bu yazımda, nede diğer yazılarımda bu mutlak doğrudur diye bir iddiada bulunmadım bulunmamda. Bilimde kesin yada mutlak diye bir şey olmaz. Bu yaklaşımı yani bilimde kesin yada mutlak doğru diye bir şey olmaz sözünü ilk kez Lenin’de, -Marx’ın Materyalist Diyalektiğini anlattığı o kısa yazısında- okumuştum, sonra diğer kitaplarında da gördüm. O diyorduki bir zamanlar maddenin parçalanamayacak en küçük yapı parçası atomdur diye bilinirdi, sonunda onunda parçalandığı, maddenin daha küçük yapı parçacıkları olduğu anlaşıldı, bu yüzden bilimde kesin – mutlak diye bir şey olmaz diyordu. Üstattan aldığım bu dersten bu yana, hiçbir konuda, bu kesin, bu mutlak böyledir dememişimdir ya da dememeye çalışmışımdır. Bu yüzden yazdıklarımla ilgili o yargı yanlış.
Muharrem Orucu ile Aşura geleneğinin Yahudilikten geldiği tezi sadece Maxime Radinson’a ait bir tez değildir. “10 Muharrem (Âşura) Tarihteki Anlamı” adlı yazımda eleştirdiğim Buhari’den aktarılan bir bölüm var. Buhari’de o yazısında Muharrem orucu ile Âşura’nın Yahudilerden kalma olduğunu söylüyor. Benim o yazımda eleştirmek için aktardığım o pasaj şöyle:
“KUTSAL KİTAPLARDA VE TARİHTE 10 MUHARREM:
Arapça’da 10 “Aşr” demektir, Aşura’da 10 Muharremdir. Kutsal kabul edilen kitaplarda, Mısır, Sümer ve Hitit tabletlerinde tarihin önemli olaylarına yapılan atıflar hep muharrem ayına
özellikle de 10 Muharrem’e verilen önemi, kutsallığı anlatır. Bu günde şunlar olmuştur:
1- Adem’in Havva ile buluştuğu gün.
2- Nuh’un tufandan kurtulduğu ve gemisinde kalan yiyeceklerden”AŞURA” pişirdiği gün.
3- Hz.İbrahim’in Nemrud’un attığı ateşten kurtulduğu gün.
4- İshak veya İsmail Peygamberin kurban olmaktan kurtulduğu gün.
5- Yakup’un oğlu Yusuf’a kavuştuğ ve gözlerinin tekrar görmeye başladığı gün.
6- Eyyüb’ün ağır dertlerinden kurtulduğu gün.
7- Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün.
8- Musa’nın Firavun’un gazabından kaçarken Kızıldeniz’in yarılıp kendisine yol verdiği gün.
9- İsa’nın semaya (Göğe) çekildiği kabul edilen gün.
10- Hz. Muhammed’in Mekkelilerin zulmünden kurtulmak için Mekke’den Medine’ye Hicret ettiği (göçtüğü) gün.
Saydığımız bütün bu önemli olaylar Muharrem ayı içerisinde, özellikle 10 Muharrem “AŞURA” günü meydana geldiği, eski kadim toplumların kitabelerinde, tabletlerinde ve  kutsal kabul edilen kitaplarda (Zebur,Tevrat, İncil ve Kur’an) geçmektedir.
Rivayete göre Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye 10 Muharrem günü Hicret etmişti. Medine’ye vardığında Yahudi’lerin “AŞURA” orucu tuttuğunu  görünce nedenini sordu. Yahudiler Tanrı’nın bu günde Hz.Musa’yı ve “Ben’i İsrail’i” Firavun’un zulmünden koruduğu gündür. Hz. Musa şükür için oruç tutardı, bizde tutarız dediler. Bunun üzerine Hz. Muhammed ” Biz Musa’ya sizlerden daha yakınız diyerek O’da oruç tuttu, ashabına da tutturdu ve “AŞURA” pişirip dağıttı. (Sahih-i Buhari Hadis no:945.DİB yayınları)”.
Ben Yahudilerin kullandığı takvim ile Arapların kullandığı Kameri takvim’in bir yılı aynı biçimde yani 365 gün olarak anlamadıkları için bu tarihi olayların birbirleriyle çakışmasının mümkün olamayacağını söylemiştim; hala bu düşüncedeyim. İmam Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiğinde, tarih Milattan Sonra 10 Ekim 680 yılıymış. Yahudilerin Teşrin (Tisari) ayı Ekim ayına denk geliyor. Demek ki Milattan Sonra 680 yılının Ekim ayı Arapların kullandığı takvimdeki Muharrem ayına denk gelmiş. Arapların Kullandığı kameri takvim, bir yılı 354 gün olarak kabul ettiği için, her yıl bir önceki o ay, bir önceki zamandan 11 gün önce gelir. Bu yüzden bu tarihlerin örtüşmesi mümkün değildir.
Muharrem ayında on yada oniki gün oruç tutma geleneği sadece Kızılbaş Alevilerde var. Aliyi seven yada Alici olarak adlandırılan Şii geleneklerde Muharremde Oruç tutma geleneği yok; örneğin İran’da Şiiler Muharremde oruç tutmuyorlar ama Kızılbaşlar oruç tutuyor. Muharremde oruç tutma geleneği sadece Kızılbaş Alevilerde var. Peki, bu nerden nasıl Kızılbaş Alevilere gelmiştir.
Bu konuda çok değişik tezler, çok çek farklı düşünceler var. Bu yazıda bütün bunları anlatmaya kalkışsam işin içinden çıkamam. Bunun için buna girmiyorum.
Ancak şu kadarını söyleyeyim. Ben Kızılbaş Alevilikte Yahudilerden alınma bazı geleneklerin olduğunu sanıyorum. Bunların başında Tavşan yememe geleneği ile Muharremde oruç tutma, sünnet olma geleneği gibi geleneklerimiz olduğunu düşünüyorum. Örneğin Yahudilerde Kızılbaş Aleviler’gibi tavşan yemiyorlar.
Yahudilerden Kızılbaş Alevilere geçen bu gelenekler, Güneyden mi geldi yoksa Kuzeyden, Hazar Türklerinden mi geldi bunu araştırmak gerekir. Bilindiği gibi Hazaristan’daki Hazar Hanlığı yöneticileri isteyerek Museviliğe geçmişlerdi. Hazar Hanlığı dağıtılınca oradan Anadolu’ya birçok Türkmen zümre geliyor. Kızılbaş Alevilikteki Musevi izlerin bu yolla gelmiş olabileceğini düşünüyorum ama bu kesin ya da mutlak bir hakikattir de demiyorum.
Bunları değerli dost insan sayın Murat Şahin Beyin yaptığı gibi usulüne uygun bir tarzda hasbıhal etmek gerekir.

Hiç yorum yok: