22 Ağustos 2017 Salı

ÖZGÜRLÜK VE SOSYALİZM!


Ahmet Doğançayır

 

‘’Fakat devrimci arzu rüyasının bakışında keyifli mutluluğun değer ölçüleri sırf şu nedenle de değişir ki, mutluluk artık başkasının mutsuzluğundan doğmamakta ve onunla ölçülmemektedir. Çünkü diğer insan kendi özgürlüğünün kısıtı değildir artık, özgürlük kendini onda gerçekleştirir.


 Çalışma özgürlüğünün yerine çalışmaktan özgürleşmenin ışığı yanar, iktisadi mücadelede ki haydut sevincinin yerine proleter sınıf mücadelesindeki zafer tasavvurunun ışığı. Ve bunun da üzerinde uzaktaki barışın, bütün insanlarla dayanışma içinde, hepsiyle dostça olmayı sağlayacak uzak fırsatın ışığı yanar, mücadelenin uğruna uzak hedeflere doğru yola çıktığı fırsatın.’’ Ernst Bloch-Umut İlkesi
Bugün en azından zaten sahip olduğumuzu düşündüğümüz özgürlükten daha fazlasını ya da daha iyisini talep etmek ve sahip olmak için sokaklara dökülmek gereğini hissetmiyoruz. Oysa bir yandan da dünya işlerinin yürütülme biçiminde birkaç kişi bir araya gelerek ya da hep birlikte değiştirilebilecek çok az şey olduğuna da aynı katılıkla inanmaya meyilliyiz. Ayrıca böyle bir değişimi gerçekleştirebilseydik bile, mevcut olandan farklı bir dünya düşünmek için kafa kafaya vermemizin ve onu hayata geçirmek için kolları sıvamanın boşuna olduğuna inanıyoruz. Eğer özgürlük kazanılmışsa nasıl olur da insanın daha iyi bir dünya hayal etme ve onu daha iyi hale getirmek için bir şeyler yapma yeteneği yer almaz. Hayal gücünü engelleyen ve ‘’özgür insanların’’ herkesi ilgilendiren meseleler karşısında böyle iktidarsız olmalarına yol açan özgürlük nasıl bir özgürlüktür? Liberalizm bugün basit bir ‘’alternatifi yok!’’ durumuna indirgenmiştir. Artan siyasi kayıtsızlığın köklerini bulmak için fazla uzaklara bakmaya gerek yok. Bu siyaset uyumculuğu alkışlamakta, onun reklamını yapmaktadır. Siyaset sanatı bugün yurttaşların özgürlüklerinin sınırlarını yıkmakla ilgilidir. Yurttaşları bireysel ve kolektif olarak kendi bireysel ve kolektif sınırlarını teşvik edebilmek için ‘’özgür kılmakla’’ ilgilidir. Toplumsal yaşamın koşullarının yeniden üretimi bugün artık kolektif toplumsal araçlardan başka şeyler tarafından gerçekleştiriliyor. Artık bu yeniden üretim devlet politikası alanından ve hatta kamusal karar mekanizmalarından çıkarılarak büyük ölçüde özelleştirildi. Ancak buradaki özelleştirme sistematik yeniden üretim işlerinin serbest özel girişim oyununa bırakılmasını ifade etmekle kalmıyor. Bu süreçler genellikle kurum dışı hale getirilerek en temelden bireyden, bireyin ‘öz yaratımına’ yönelik ‘kendi işini kendin gör!’ girişimlerinden ortaya çıkıyor. Bugün herkes özgürdür fakat herkes kendi inşa ettiği hapishanesi içinde özgürdür. Bundan dolayı bireyin yaşam çabalarını güdüleyen şey artık topluma uyma ödevi değil, ‘’girişim yapmaya uygun olma girişimidir.’’ Yorgun ve bitkin düşmeme ve zayıflamama çabası, herhangi bir molada fazla kalmama çabasıdır.
Örgütlü kapitalizm hayal kırıklığını ve içgüdüsel saldırganlığı şimdiye kadar eşi görülmemiş ölçüde yüceltti ve toplumsal açıdan verimli bir kullanıma dönüştürdü. Elbette hayal kırıklığı, mutsuzluk ve hastalık bu yüceltmenin temeli olarak kalırlar fakat sistemin verimliliği ve kaba gücü bu temeli hala sıkı bir kontrol altında tutar. Başarılar baskı sistemini haklı gösterir, yerleşik değerler insanların kendi değerleri haline gelir, uyum giderme kendiliğindenlik özellik haline gelir, toplumsal zorunluluklar arasında seçim yapmak özgürlük gibi görünür. Bu anlamda süregelen sömürü sadece teknolojik örtünün arkasına gizlenmiş değil, aynı zamanda fiilen dönüştürülmüştür. Ancak ne büyük ölçüde artmış doyum metaları üretme kapasitesi ne de bu kapasite tarafından olanaklı kılınan sınıf çatışmalarını barışçıl bir şekilde idare etmesi kapitalizmin temel özelliklerini ortadan kaldırır. Kapitalizm kendini dönüştürerek yeniden üretir ve bu dönüşüm çoğunlukla sömürünün ilerlemesi şeklinde gerçekleşir.
Şirket kapitalizminin küresel hâkimiyetine karşı giderek artan muhalefet bu hâkimiyetin sürmesini sağlayan güçler tarafından karşılanmaktadır. Bununla birlikte bu günlerde bu tehditkâr homojenlik gevşemeye ve bu baskıcı bütünlüğün içerisine alternatifler zorla girmeye başlamıştır. Bu alternatif şirket kapitalizminin en konforlu ve özgürlükçü uygulamaları içerisinde bile bu sisteme karşı koyan ve onu reddeden kadın ve erkeklerde farklı amaç ve değerlerin, farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına yol açıyor.
Bu güçler yerleşik toplumun ve bu toplumun alternatifleri kontrol altında tutma gücünün sınırlarını farklı boyutlarda ana hatlarıyla ortaya koyar. Bu sınırlar aşıldığında egemen güçler yeni bir totaliter baskı düzeni başlatabilirler. Fakat bu sınırların ötesinde de bugünkünden farklı bir özgürlük alanı kurabilmek için hem fiziksel, hem de zihinsel bir zemin vardır. Bu aynı zamanda sömürü düzeninin ‘özgürlüklerinden de özgürleşmedir’. Bu geçmişten ve şimdiden tarihsel bir kopuşu gerektiren özgür bir toplumun kuruluşunu hedeflemesi gereken bir özgürlüktür.
Sosyalizm için temel var mı?
Bu güçlerin mevcut durumda ki şanslarını abartmak sorumsuzluk olurdu. Fakat olgular, umudun sadece sembolleri değil aynı zamanda ete kemiğe bürünmüş olgular mevcuttur. Bu olgular bizi var olan toplumlardan nitelik bakımından farklı bir sosyalist toplumun ortaya çıkma olasılıklarını yeniden gözden geçirme, sosyalizm ve ön koşullarını yeniden tanımlama göreviyle karşı karşıya bırakıyor.
Şimdiye kadar ütopyacı spekülasyon diye isimlendirilecek olan şeyden kaçınmak eleştirel toplum kuramının, özellikle de Marksçı kuramın en önemli ilkelerinden birisi olmuştur. Çağdaş toplumların fiili evrimleri ve verimliliklerinin dinamikleri ütopyayı geleneksel gerçek dışı içeriğinden yoksun bırakmıştır. Ütopya olarak suçlanan şey, artık yeri olmayan ve tarihsel evren içerisinde yeri olmayacak şey değil fakat daha çok meydana gelmesi yerleşik toplumların güçleri tarafından engellenen şeydir.
Ütopik denilen olanaklar ileri kapitalizmin teknik ve teknolojik güçlerinin doğasında mevcuttur. Şimdi söz konusu olan ihtiyaçların kendileridir. Bu aşamada sorun artık bireylerin ihtiyaçlarını diğer bireylere zarar vermeden nasıl karşılayacağı değildir. Aksine sorun bireyin ihtiyaçlarını kendine zarar vermeden, köleliğin devam etmesini sağlayan sömürücü aygıta bağımlılığını kendi arzuları ve doyumları aracılığıyla yeniden üretmeden nasıl karşılayacağı sorunudur.
Özgür bir toplumun gelişinin belirgin işareti refah artışının gerçekten yeni bir yaşam niteliğine dönüşmesi olabilir. Yeni yönelim, yeni üretim kurum ve ilişkileri mevcut toplumda olandan çok farklı hatta onun karşıtı, ihtiyaçların ve bunların karşılanmalarının yükselişini göstermelidir. Böyle bir değişim sınıflı toplumun uzun tarihinin engellediği özgürlüğün içgüdüsel temelini oluşturacaktır. Özgürlük tahakküm altında ki refah için gerekli olan rekabetçi eylemlere artık uyum göstermeyen, yerleşik yaşam tarzının saldırganlığına vahşiliğine ve çirkinliğine artık tahammül edemeyen bir organizmanın ortamı haline gelebilir. O zaman isyan doğanın tam içerisinde bireyin ‘’biyolojisinde’’ kök salabilir ve bu temel üzerinde özgürlüğün somut amaçlarının belirlendiği tek yer olan politik mücadelenin hedefleri ve stratejileri yeniden tanımlanabilir.
İnsan doğasında böyle bir değişim olanaklıdır. Çünkü teknik ilerleme öyle bir aşamaya gelmiştir ki, bu aşama gerçekliğin toplumsal kurtuluş ve ilerleme için yapılan zayıflatıcı yarış ile tanımlanmasına artık ihtiyaç kalmamıştır. Bu teknik yetenekler kendilerini sınırlandırmaya ve kötü bir şekilde kullanmaya devam eden sömürü sistemini ne kadar çok aşarlarsa, insanların dürtü ve arzularını yaşam ihtiyaçlarının saldırgan geçim sağlama eylemlerini talep etmeyi bıraktığı ve gereksiz olanın yaşamsal bir ihtiyaç haline geldiği noktaya o kadar çok sürükler. Üretim güçlerinin gelişimi bu erken aşamada öngörülenlerden çok farklı ve onların ötesinde insan özgürlüğünün olasılıklarını işaret eder. Diğer taraftan bu gerçek olanaklar özgür bir toplumu var olan yerleşik toplumlardan ayıran uçurumun, ikincisinin baskı gücü ve üretkenliğinin insan ve çevresini kendi imge ve çıkarları doğrultusunda biçimlendirdiği ölçüde daha geniş ve daha derin olabileceğini işaret eder.
Çünkü insan özgürlüğünün dünyası, egemenliklerini ne kadar verimli ve düşünsel hale getirirlerse getirsinler yerleşik toplumlar tarafından kurulamaz. Bu toplumların sınıf yapıları ve bu yapının sürekliliğini sağlamak için gereken gelişmiş denetim mekanizmaları insan varoluşunun köleliğini yeniden üreten ihtiyaçlar, doyumlar ve değerler üretirler. ‘’Cömert efendileri’’ mazur gösteren bu ‘’gönüllü’’ kölelik, sadece ‘’denetim altında tutma’’ ve ‘’hoşnutluğun insanın alt yapısındaki köklerine kadar uzanan bir politik pratik aracılığıyla kırılabilir, değerlerin kökten bir yeniden değerlendirilmesini amaçlayan düzenden sistemli bir kopuşun ve onun reddinin politik pratiği. Böyle bir politik organizma saldırgan ve sömürgeci olmayan bir dünyanın olası biçimlerine açık hale gelebilsin diye bilindik olandan ve şeyleri görmenin duymanın hissetmenin ve anlamanın alışılmış yollarından bir kopuşu gerektirir.
Bugün isyanın bu düşüncelerden ne kadar uzak olabileceği, büyük şehirlerdeki orta sınıf isyanı ile ‘’yeryüzü lanetlilerinin’’ ölüm kalım mücadeleleri arasındaki mesafenin ne kadar büyük olduğu önemli değildir. Bu onları kendilerine karşı çalışan hileli oyun kurallarını, eski sabır ve ikna stratejisini, düzenin iyi niyetine duyulan güveni, düzenin sahte ve ahlaksız konforu ve acımasız refahını reddetmeye zorlar.
Özgürlük aslında büyük ölçüde teknik ilerlemeye, bilimin ilerlemesine bağlıdır. Fakat özgürlüğün aracı olabilmeleri için bilim ve teknolojinin şimdiki yön ve amaçlarını değiştirmeleri yeni duyarlığa uygun olarak yeniden inşa edilmeleri gerekmektedir. Ancak o zaman sömürünün ve çok çalışmanın olmadığı bir insan bir insan evreninin biçimlerini tasarlayıp planlayabilecek bir bilimsel gelişmenin ürünü olan özgürlüğün teknolojisinden bahsedilebilir.
Fakat bu bilim sadece tahakkümün sürekliliğinden, tarihsel bir kopuştan sonra düşünülebilir. Bu kopuş yeni bir insanın ihtiyaçlarını ifade eder. Yeni insan tipi Marks ve Engels de çok farklı etkinliklerle uğraşabilme özgürlüğü olan ‘Çok yönlü birey’ kavramında görülür. Marksçı kavram zorunluluk alanı ve özgürlük alanı arasında, çalışma ve boş zaman arasında süregelen ayrımı sadece zaman içerisinde değil, aynı zamanda aynı öznenin iki alanda iki farklı hayat yaşadığını da işaret edecek şekilde gösterir. Marks’a göre zorunluluk alanı gerçek insan özgürlüğünün sadece toplumsal açıdan gerekli emek alanının dışında hüküm sürdüğü noktaya kadar, sosyalizm altında da devam eder. Marks çalışmanın herhangi bir zamanda oyun haline gelebileceği düşüncesini reddeder. Yabancılaşma iş gününün aşamalı olarak kısaltılmasıyla azaltılabilir. Fakat ikincisi(işgünü) her zaman özgürlüklerin kısıtlandığı, ussal fakat özgür olmayan bir gün olarak kalacaktır. Bununla birlikte üretim güçlerinin kendi kapitalist yapılanmalarının ötesindeki gelişmeleri zorunluluk alanı içerisinde özgürlüğün olanağını gösterir. Böyle bir toplumun kurulması farklı bir duyarlılığa olduğu kadar farklı bir bilince de sahip olan bir insan tipini gerektirir. Farklı bir dil konuşabilecek, farklı jestlere sahip olabilecek, farklı itkileri izleyebilecek insanlar, zulme vahşete ve çirkinliğe karşı içgüdüsel bir bariyer geliştirmiş insanlar. Böyle bir içgüdüsel dönüşüm sadece toplumsal işbölümüne değil bizzat üretim ilişkilerine dâhil olduğu zaman toplumsal değişimin bir unsuru olarak düşünülebilir. Bu ilişkiler insan olmanın, duyarlı olmanın, duyusal olmanın vicdan rahatlığına sahip ve artık kendilerinden utanmayan kadın ve erkekler tarafından biçimlendirilecektir. Böyle kadın ve erkeklerin imgelemleri uslarını biçimlendirecek ve üretim sürecini yaratım süreci haline getirecektir.
Sosyalizm mümkündür ve gerçekleştirilebilir!
Sosyalistlerin 100 yıldan fazla süren mücadeleleri her ne kadar hiçbir yerde sosyalist topluma götürmemiş olsa da toplumsal gerçeği dünya çapında köklü bir biçimde değiştirdi. Dünyanın her yerinde işçiler babadan kalma zincirleri artık kabul etmiyorlar. İşçi kitleleri hem batıda hem doğuda ya da güneyde ‘’yukarıdakilerin’ ’ahlaksız, aynı zamanda yeteneksiz olduklarını biliyorlar. Büyük bölümü sosyalist planlara karşı gösterdiği kuşkudan çok daha fazla burjuva toplumunun ve iktidar yapılarının meşruluğunu reddediyor. Bu her şeye rağmen sosyalist toplumu, sosyalistlerin tarihsel iyimserliğini haklı çıkaran nedenlerden biridir.
Burada karşı tez olarak kitlelerin burjuva toplumunun temel değerlerini yani maddi koşulları düzeltmek ve bununla tüketim toplumunun yarattığı şeylere sahip olmak için daha fazla para kazanma çabasını reddetmedikleri gerekçesi öne sürülebilir. Burjuva toplumunda değişim aracı olarak tüketim mallarına sahip olma aracı olarak para belirleyici nitelikte değildir. Bu toplumda temel karakteristik sermaye birikimi için para kazanma çabasıdır. Para amaç için bir araçtır. Hiçbir ücretli ödeme aracı olarak para olmadan istenilen mal ve hizmeti elde etmeye karşı değildir, örneğin özgürce seçebildiği ve kalitesi yüksek kaldığı oranda parasız sağlık hizmetlerinden yararlanmak. Öte yandan para topluma hâkim değilse hiçbir kapitalist diğerlerinin emeğini sömürerek geçinemez, özel birikim yapamaz çocuklarına devredemez. Bu değer ücretlilerin çoğu tarafından ne benimsendi nede gerçekleştirildi. Başka bir itiraz işçi hareketi ve sosyal hareketin gerçekleştirdiği kısmi reform ve başarıların onu nihai amacı gerçekleştirmekten uzaklaştırdığı yönündedir. Koşulları düzeldikçe anakent ücretli kitlesinin kapitalizm gerçeğini bugün dünden daha kolay kabullenip kabullenmedikleri tartışılabilir. Ama büyük bir yoksulluğun ya da mutlak fakirleşmenin dünyanın hiçbir yerinde kapitalizmi ortadan kaldırmak ya da sosyalist bir toplumu gerçekleştirmek için yaygın kitlesel hareketlere neden olmaması sonucu bu kanıt çürütüldü. Geniş kitleler için reformlar hâkim düzeni zorunlu ya da sürekli kabul etme şartına bağlı olmayan başarılardır. Zamanla sınırlı ya da geçici işsizlik, yaşam standartlarının geçici düşüşü, demokratik özgürlükler için düzenli şekilde tekrarlanan mücadeleler bunlar kriz ve kısıtlamaları ve sürekli entegrasyonu engelleyen tersine gelişmelerdir.
Hâkim düzene karşı, yerine daha iyi bir toplum gerçekleştirme amacıyla yaygın bir protesto hareketi işçi kitleleri tarafından dayanışma ve örgütlenmede kendine güven ve mücadele deneyiminde yüksek bir oran gerektiriyor.  Ama böyle bir duruma erişme hiçbir zaman yoksullaşma, ümitsizlik, düşkünlük sonucu olmaz. Bugün tüm büyük işletmelere ve demokratik olarak nitelenen devlete karşı güvensizlik geçmişte olduğundan daha derin biçimde kitlelerin bilincinde yer alıyor. Bu bir gerileme değil ilerlemedir. Bu ilk değer ve gerçeklere dönüş değil geniş kitlelerin gözünde sosyalist planlamanın güvenirliğinin oluşmasında ileri bir adım oluşturacaktır.
İş saatlerinin radikal bir biçimde kısaltılması tüm otonom projelerin başarısı için zorunludur. Üreticiler kendi özel işlerini düzenlemek için zamana sahip olmadığında toplumda idare etme ve idare edilme ayrımı sürecektir. İş saatlerinin kısaltılması iş verimliliğinin ve yavaşlamış ekonomik büyümenin hızlı artışı çerçevesinde tam istihdamı oluşturmak ve muhafaza etmek için gereklidir. Ücretliler giderek meşhur ‘’çalışma ahlakını ‘’reddediyorlar. Daha az çalışma daha yüksek yaşama standardı asıl önemli olan budur. Kapitalizm ücretlileri tüketici olarak entegre etmeyi deneyebilir. Ancak ücretlilerin ‘’üreticiler’ ’olarak entegrasyonunu sağlayamayacaktır. Kapitalizmin doğası üreticilerin özgür ve egemen olmamalarını gerektiriyor. Özgür çalışma kendi kontrol eder, kendi belirler ve burada çalışanlar ne ürettiklerini, nasıl ürettikleri ve kimin için ürettikleri konusunda kendileri karar verirler. Bu yalnız özgürce birleşen üreticilerin yönetiminde sosyalist yönetimde gerçekleşebilir. Ücretli işin kontrolü ile eş anlamda olan sermayenin hâkimiyetinde bu olanaksızdır.
Bugün iş verimliliğinin oluşması üreticilerin kalitesine dikkatinin ve sorumluluk bilincinin organizasyonuna bağlıdır. Kapitalizmde işçiler ‘’vardiyalı iş’, ‘kalite güvencesi’ ’gibi çözümleri ellerinin tersi ile itiyorlar. ’Allah rızası için’ ’canları burunlarından gelsin istemiyorlar. Yalnız özgürce bir araya gelmiş üreticiler sistemi yeni teknolojiler potansiyelinin büyük bir bölümünü kullanım dışı bırakmadan ve savurganlığa neden olmadan kontrol ve yaratıcılığı, bireysel ve kolektif sorumluluk bilincini geliştirebilir. Bu durum Marks tarafından formüle edilmiş şu tahmini doğruluyor: ’Belirli bir teknolojik-bilimsel gelişme döneminden başlayarak servetin kaynağı ölçülü iş saatleri değil, boş zaman olacaktır.’’
Kapitalizmin uyum sağlama yetersizliği giderek artmaktadır. Üretici kapitalist güçlerin yıkıcı güçlere dönüşümü süreklilik arz ediyor. Savaş ile yok olma tehlikesi, insan yaşamını tehdit eden boyutlarda doğal çevrenin yıkımı, üçüncü dünyada kitleleri tehdit eden açlık tehlikesi ve emperyalist metropollerde yoksulluğun tekrar ortaya çıkması ve demokratik özgürlüklerin kısıtlanması veya yok edilmesi. Bazıları bu karanlık tabloyu kabulleniyor ve bu tehdidin bizleri yok edeceğine ve hiçbir şekilde engellenemeyeceğine inanıyor. Haklı değiller. Çalışan insanlığın uçuruma gidişi durdurma, kendi yarattığı teknolojiyi kendi kontrolüne alma, silah stoklarını yok etme, ekolojik dengeyi tekrar sağlama ve üçüncü dünyanın yoksul kitlelerine ve dünyanın diğer yerlerine besin sağlama yeteneğini kaybettiğini gösteren hiçbir delil yok. Bu yetenek mevcut. Uygulamaya geçmek eylem bilincini, eylem planını ve her şeyden önce politik ve ekonomik iktidarı ele geçirmeyi gerektiriyor.
Bazıları da tehlikeleri inkâr etmiyor fakat bunların çok büyük olmadığını hükümet ve uzmanlar sayesinde hafifletileceğini ve her şeyin düzeleceğini iddia ediyorlar. Bu tartışma işçi hareketi ile süren eski bir tartışmanın devamıdır. Reformcu ve devrimciler karşıtlığının temelini oluşturur. Bu meleksi teorilerin temelinde yer alan asıl analiz yanlışı felaketlerin böyle bir kapitalist sistem ile yapısal bağlantısını görememektir. İşlerin uzun süre daha herhangi bir felaket olmadan yürüyebileceği düşüncesi kapitalizmin sonsuz esnek olduğu, kontrol mekanizmalarının güçlü olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Bu düşünce kriz, savaş ve felaketler olduğunda işlerin normal seyrini sürdürüp sadece periyodik kesintilere uğramasından güç almaktadır. Ancak bu periyodik kesintilerin gün geçtikçe sıklaştığını ve ağırlaştığını görmemek için kör olmak gerekir.
Politik, ekonomik ve ekolojik felaketleri yaratan kapitalizmin mantığı gereği uzun vadeli etkileri göz önüne alınmadan kısa ve orta vadeli karları yüzünden yapılan yatırımlardır. Burjuva toplumun mantığı, özel mülkiyetin, Pazar ekonomisinin, Kişisel servet peşinde koşmanın mantığı ve tüm bunların üstünde insanın olduğu her yerde yaratılmaya çalışılan rekabet mekanizmaları bizi tehlikeye doğru sürükleyen dinamiği sürekli besliyor. İmalat zarar verilen doğal kaynaklar göz önüne alınmadan maliyet ne olursa olsun sürüyor. Üreticilerin maddi, ekonomik, politik ve sosyal örgütlenmelerde egemenlik elde etme sorunu artık bir ölüm kalım sorunu haline gelmiştir. Hiçbir güç milyonlarca emekçiyi nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların yapımına son vermekten mevcut silah depolarını yok etmekten ve kendi kararlarına saygı gösterilmesini istemekten alıkoyamaz. Onlar kendi fabrikalarına sahip olmalı ve kolektif bir şekilde işletmelidir. Hiçbir ekonomik kanun onların kendileri için mal ve hizmet üretmeleri için gerekli emek zamanı paylaşmalarını, haftada 48 saat çalıştıkları halde yaşam standartları daha çok düşen kadın, erkek emekçilerin bu durumlarına son vermelerini engelleyemez.
Üretici güçler dünya çapında meta üretmenin ve sefalete son vermenin ön koşullarını yaratacak kadar güçlenmişlerdir. Yapılacak şey bu kaynakların yeniden planlı dağılımını, atıl kapasite ile kullanılmasının ve kaynak israfının azaltılmasının sağlanmasıdır.  Fakirliğin kaçınılmaz olduğuna yiyecek, giyecek, barınma, kültür, eğlence, toplu taşımacılık için yeterli mal ve hizmet olmadığına inanmak yanlıştır. Mevcut kaynaklarla bu dünyada yaşayan herkesi nüfus artışını kontrol ederek ve ekolojik dengeyi bozmadan beslemek mümkündür. Kaynakların ve ürünlerin dünya çapında yeniden dağıtımı şu anda ziyan edilen kaynaklar kullanılarak yapılabilir. Bu kaynakların şu anda yaşam standartlarımıza hiçbir katkısı yoktur.
Şu anda tahribat evresinde bulunan teknolojik devrimin temel boyutları radikal dönüşümleri yapabilecek olanakları vermektedir. Sorun politik ve sosyaldir. Teknolojinin yarattığı bu olanakların hâkim sınıfların elinde yeni felaketlere yol açmaması üretici ve tüketicilerin kolektif örgütlenmelerinin demokratik kontrolüne açık tutulması ile mümkündür. Bu aynı zamanda kısa ve orta vadeli hesapların ve yararların, kısmi ve dağılmış çıkarların ardından gitmenin, ulusal devletlerin hâkimiyeti ve birbirleriyle yarışların aşılması demektir. Bu özel mülkiyet, rekabet ve özel çıkarlar sağlamaya susamışlığın yer aldığı bir sistem ile bağdaşamaz. Üretici ve tüketiciler özel servet peşinde koşmayı bırakıp dayanışma ve yardımlaşma içinde hareket etmeye başladıklarında sosyalizm devletin koyduğu sınırlardan uzak bir şekilde kendini yeniden üreten bir sosyal sistem olarak var olacaktır.

Hiç yorum yok: