23 Nisan 2014 Çarşamba

Hayat Ağacı


 Rıza Aydın
Çocukken merak ettiğim her şeyi ebeme sorardım, oda bir oyun oynar gibi bana cevap verir, bir şeyler anlatırdı. O gün, ne olduydu da merak etmiştim bilmiyorum ama ebeme insan ölünce ne oluyor diye sormuştum. Ebem de, her zamanki yaptığı gibi, tıpkı bir oyunun içinde, oyun anlatır gibi anlatmaya başlamıştı.
ağaç
Yavrum” demişti, “bu kevn ü mekânda, hayat ağacı denilen kocaman bir ağaçta, herkesin bir yaprağı vardır. Kişinin, bu dünyadaki ömür müddeti tamamlanınca, o yaprak salına salına yere iner. O yaprak, oradan öyle bir iner ki, bu inişi sırasında, bu dünyadaki ömrü müddetince, sevdiği insanların yapraklarının yanına gidip, onlara dokunarak, yere iner. Bu dokunuşta, o sevdiği insanların kulağı çınlar, onların gönlünde kendini hatırlatan bir uyanış olur, işte bu yüzden, bu insanlar gelip, o yaprağın toprağa karışma merasiminde orada bulunurlar.

İnsanların birde gökyüzünde parıldayıp, dünyamızı aydınlatan yıldızı vardır. Kişi ölünce, o yıldız, oradan kayıp parçalanarak, gönlüne girdiği insanların yıldızlarına karışır, bundan sonra da, gönüllerine girdiği o insanların yıldızı içinde parıldayarak dünyamızı aydınlatmaya devam eder. Bunun için, bir insanın yaşamdaki başarısı, oğluyla, kızıyla, kazandığı parayla değil, bu dünyada yaşarken kazandığı gönüllerle ölçülür, çünkü kişi bu dünyadan göçünce, gönüllerine girdiği insanların gönlünde yaşamaya, onun yıldızı içinde parlayıp, bu dünyamızı aydınlatmaya devam edecektir. Bunun için gönüllere giren kişiler, bu dünyadan gitmezler, onlar sevdiklerinin gönlünde ışıldamalarını sürdürürler hep” dedi.
Ebemin bu anlattıklarına ikna olmamıştım, ama bu saçma değil mi, ölen bir insan nasıl yaşayacak dedim. Ebem bana, “sırtını dön” dedi, ona sırtımı döndüm. Beni görüyor musun diye sordu, görmüyorum dedim. Peki, şimdi Hacı Bektaşı, Pir Sultanı görüyor musun dedi, hayır onları da görmüyorum dedim. Bak dedi, onları da, şimdi beni görmediğin gibi görmüyorsun, görmüyoruz, ama onları dilimizden düşürdüğümüz yok, sürekli konuşuyoruz, değil mi? Eğer bizde onlar gibi sevilirsek, tıpkı onlar gibi yaşar gideriz, dedi. Bu hayatta önemli olan, yaşarken iyi bir maslahat kazanıp, insanların gönlüne girebilmektir, bunu hiç aklından çıkarma yavrum dedi.
Bu defa, kısmen ikna olmuştum ama aklıma bir şey takılmıştı, birden bire ebeme dönüp dedim ki, peki ya hiç kimsenin gönlünü kazanıp, hiç kimsenin gönlüne girememişsek, o zaman ne olacak. Bu sorum karşısında, ebem irkildi, titreyen bir sesle, işte o zaman zulmet âlemi başlar. Can kafesten uçup gidecek bir gönül bulamayınca, can kafesin içinde tutulu kalır. O zaman canı da kafesle beraber toprağa gömerler.
Eee, ne olur o zaman dedim. Ne olacak dedi, o zamanda, can toprağa karışır, ot olur, bitki olur. O bitkiyi bir canlı yer, ya da toz olup havaya karışır, sonunda dünyamıza tekrar gelmeye gelir ama gelmesi gecikir. Bunun için biz, ölenlerin ardından, “devri asan olsun” deriz. “Devri asan olsun” demek, devri kolay olsun, dünyamıza çabuk gelsin demektir. İnsan sonunda devredip, tekrar bu dünyaya gelir ama kimininki kısa olur kimininki de uzun olur dedi.
Bu oyun, o zamanki hayal dünyamı çok etkilemişti. Ne zaman bir yıldızın kaydığını görsem, hep bunu düşünürdüm, ne zaman bir adam öldü deseler, hep o ağaçtan, o yaprağın salına salına inerken, gidip diğer yaprakları nasıl ziyaret ettiğini hayal etmeye çalışır, o anın hayalini kurardım. Hayatım böyle geçti.
Bu andan sonra, ebem gibi bende, biriyle kavga etsem bile, onun gönlünü kırmadan, onunla kavga etmeye çalışıyordum.
Sonra bu duygularla büyüye büyüye okumak için Adana’ya geldim. Adana’daki öğrencilik hayatımda, sosyalist harekete katıldım, o mücadelenin içinde yer aldım. Çeşit çeşit örgütlere girdim, çıktım, hapse atıldım, işkencehanelerden geçtim, kızlara gönül verdim, sevdiklerimden ayrıldım, aşk acısı çektim, kısaca birçok hayatın içinden süzülerek bu günlere geldim.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, hayatımın tek farkının, ebemden aldığım o kültürle benim, mümkün mertebe, bir şeyler yaparken, karşımdakinin kalbini kırmadan, onu yapmaya hassasiyet göstermemdi. Dövüşmek zorunda kaldığım insanları, dövmeye çalışırken bile, onların gönlünü kırmadan, yani onlara kötü sözler söylemeden, onları dövüyordum. Şimdi geriye dönüp, hayatıma baktığımda, ebemin bana anlattığı o hikâyenin hayatımda çok etkili olduğunu düşünüyorum.
Dün Yunus Emre’yi yeniden okurken, üzeride düşününce, bendeki bu huyun, Yunustan Kızılbaşlığa bulaştığını gördüm. Bence Kızılbaşlığın, sosyal hayatımızdaki tek farkı budur, eğer bir farkı varise.
Şimdi bu sözleri Yunusun şu dizeleriyle tatlıya bağlayalım:
Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz.
Yunus Emre der hoca, gerekse bin var Hacca
Hepsinden iyice bir gönüle girmektir ”

Hiç yorum yok: