23 Nisan 2014 Çarşamba

HDP Sınıf Siyaseti nasıl Olacak?


Yalçın Yusufoğlu
Siyasetçi toplumun içindedir, kitlenin nabzını tutan insandır, Ayrıca eskisinden de farklı olarak şimdilerde 15 milyondan fazla insan tweeter kullanıyor. Binlerce yurttaşın görüşünü öğrenmek imkân dâhilinde.
Tayyip Erdoğan hırsızlığı örtbas etmek için yasa üstüne faşist yasa ve tamim üstüne tamim, yasak üstüne yasak getirirken, önümüze MİT yasa taslağı diye Gestapo kanunu korken, İnternet yasaklarını ardı ardına sıralarken, atadığı hâkimler hırsızları tahliye ederken (ve Tayyip Erdoğan “adalet yerini buldu” derken) “Gezi” tabanı” olan bir takım insanlar Sarıgül’ü beğendikleri için değil, ama salt Tayyip Erdoğan’dan ve yaptıklarından nefret ettikleri için, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da kaybetmesinin ona darbe indireceğini düşündükleri için oy kullanmışlarsa, onları -köyü kurtarmak için- kaval çalan adamın peşine takılmış farelere benzetmek zarif bir yakıştırma olmadı.

Ertuğrul Kürkçü gibi Marksizmi özümsemiş, yani sosyal bilimci vasfı kazanmış birisinin Gezi tabanı analizi ve siyasi ortam değerlendirmesi bu kadar aceleye gelmemeliydi veya duygusal olmamalıydı.
İnsanlar haftalarca parkta sabahlarken, pek çok kişi onlara kucak kucak yiyecek, içecek, kitap-dergi taşıyarak, duyarlığını gösterirken, çadırları tarumar edilip, gaz sıkıldığında, canlarını zor kurtardıklarında Divan Oteli (veya Dolmabahçe Camii) revire döndüğünde onlar iyiydiler de, HDP’ye oy vermeyince mi kötü oldular?
Bir noktayı daha eklemeliyiz: Sırrı Süreyya’nın seçimlerden kısa süre önce Gazeteci Enver Aysever’e sövmesinin medyaya yansınası da HDP’nin aleyhine oldu. Aysever Önder’e “postacı” diyerek yakışıksız bir ibare kullanmıştır, ama küfür etmemiştir.
Önder, Gezi eylemlerinde küfür konusunda ne kadar duyarlı davranıldığını bilmeliydi. Önceki yıllarda Diyarbakır eski BB Başkanı gazetecilerin önünde küfürlü bir laf ettiğinde, bizzat BDP’li kadınların kınama bildirisi yayınladıklarını hatırlamalıydı.
Bir insan kişi olarak istediğine sövebilir, bu bireysel bir konudur, ama kendisi siyasal temsil (sorumluluk) taşıyorsa durum değişir. Bir HDP ileri geleni küfür konusunda gazeteci kuruluşlarından tepki almamalıydı…
Siyasette düzeyin bu kadar çamurlar içinde olduğu ortamda onu yüksek tutmak öncelikle ve özellikle bizlere düşer. HDP’nin ilerleme göstermesi ve etkili bir muhalefet gücü haline gelmesi izleyeceği politikalara da bağlı. Böyle bir süreç Gezi’yi az çok kucaklayabilmesi ile başlayabilirdi.
HDP içindeki aktif sol grupların katılımı, halk forumlarındaki siyasal etkileri HDP’nin parti olarak eylemde yer aldığı anlamına gelmiyordu.
Oysa HDP’nin gövdesini ve tabanını herkes gördü: Geçen yıl Ekim’de Ankara’daki Kongreye delege veya izleyici olarak gelen binlerce insanın salonu çınlatan –adeta –tek sloganı “Her yer Taksim, Her yer direniş” idi.
BUGÜNÜN STATÜKOSU DA, KEMALİST’İ DE; KILIÇDAROĞLU DEĞİL, BİZZAT TAYYİP ERDOĞAN’DIR…
Yukarıda da belirtildiği gibi, Gezi’nin geniş tabanı CHP’yi aşabilecek bir potansiyel taşıdığı halde, Kürdistan siyasi hareketinin takındığı kuşkucu ve ikircikli tutum nedeniyle o kitle yerinde kalmış, hatta gerisin geriye itilmiştir.
Kürt siyasi hareketinin yolu bir dönem Tayyip Erdoğan’dan geçebilir mi, bilemeyiz. Hareket kendi yolunu tabii ki kendisi çizecek, bu elbette hakkıdır, Türkiye muhalefetinin yolunu izlemek zorunda değildir; ama bu kadar batağa batmış ve diktatörlüğe yönelmiş bir rejimi ayakta tutmayıp, faşizan gidişe dur demek için mücadele etmek de bugün Gezi’yle simgelenen muhalefet güçlerinin hakkıdır.
Kalkıp onları “Ergenekonculukla” suçlamak kendimizi merkeze koymak olur. Cemaatle kavga çıkınca, postala yapışıp, Ergenekoncularla ittifak kuran, İlker Başbuğ’u ve Doğu Perinçek’i koçbaşı gazetelerinin röportajlarıyla yanına alan. çözüm çözüm deyip, boyuna kalekol inşa eden, barış barış deyip, KDP yardımıyla PKK’nın altını oymaya uğraşan, bölgede Suudilerle ve Hewler’le (Erbil’le) beraber Rojava halkının özgürlüğünü boğmak isteyen Gezi değil, Tayyip Erdoğan’dır!
O düşerse yerine CHP+MHP gelir, diye düşünmek; ‘statüko sürsün, Tayyip Erdoğan ve rejimi her istediğini yapmaya devam etsin’ demektir.
Tayyip Erdoğan’ı ehven-i şer görmek, şerlerin en kötüsünün statüko olduğunu kabul etmemektir. Çünkü bugünün statükosu kendisidir, yani Kemalisti, Kemal Kılıçdaroğlu değil, bizzat ve bilhassa Tayyip Erdoğan’dır.
Öte yanan hükümetle görüşmeler konusunda PKK tarafının güçlüğü ortada. Hem görüşüp, hem cephe almak elbette zordur, ama PKK devletle görüşmektedir ve bu ilişkiler kişisel değil, kurumsaldır. Bugün o olur, yarın bir başkası. Kurumlar kalıcıdır, şahıslar geçici.
DEMOKRATİZMİN EKONOMİK ZEMİNİ
Tayyip Erdoğan’ın sınıf niteliği yok sayılamaz. Kürtler karşısında masada Türkleri onun temsil etmesinin sınıfsal karakterini görmezden gelemeyiz.
Yerel seçimlerde belli başlı Kürt illerinin merkezlerinde BDP’nin oy kaybı düşündürücü oldu. Oy kaymasının bir kısmı Hüda-Par’a ise, daha büyük bölümü –CHP ve MHP’ye hiç olmayacağına göre– AKP’yedir. Anlaşılan, “süreç, süreç” dedikleri oyalama politikası ona yaramış.
BDP’li arkadaşlar merkezlerde oy kaymasının nedenlerini incelerken, niçin kırsal kesim (Lenin’in tabiriyle “kır yoksulları” nın) sayesinde oyları koruyabildiklerini de düşüneceklerdir. Bu ise bizi ister istemez sınıf meselesini ikinci plana atmamaya götürecektir. Ulusal baskı sınıfsal baskının sonucudur, ezilen ulusta ezen ulusun işbirlikçi burjuvaları vardır. AKP’li Kürt burjuvası ve feodali onlardandır.
Ama milli karakter taşıyan burjuva unsurlara imkân verilirse, menfaatleri gerektirirse, niçin ilanihaye milli kalsınlar?
Kent merkezlerindeki orta katmandan insanların durumlarından hoşnut olanlar da ulusal harekete ilgi duymayabilirler. Ya da Güney’in zenginliği onları çekebilir Barzaniciliğe kısmi bir kayma olabilir.
Ama emekçiler için ulusal hareket, kültürel serbestlik ve kültür sorunu değil, ekonomik düzelme, hatta kurtuluş umudur da.
Bu nedenle, tabii ki eski –silahlı çatışma yıllarına geri dönmek değil, fakat özellikle sosyal politikalar üretmek BDP’ye düşmektedir.
Yani önümüzdeki yıllar, sınıf sorununun kimlik sorunu yanında gündemde ilerleyeceği bir dönem olacak. Diyarbakır Belediye Başkanının petrol konusunu gündeme getirmesi ilk işarettir.
Demokratikleşmeyi kimlik mesesiyle ilişkilendirebiliriz, ama—eğer olacaksa— özerkliğe kadar gidecek bir demokratikleşmenin yaşama şansı ekonomiktir.
Petrol benim topraklarımda, Raman’da, Garzan’da, Batman’da çıkacak, ama ‘Milli Şef’ döneminden, ‘Tayyip Erdoğan şefliği’ne kadar 70 yıldır –sadece kaymağı değil—tamamı merkezin olacak. Kışanak’ın dile getirdiği oran sadece yüzde 20.
Ya da GAP barajları kimin? Cumhuriyet tarihi boyunca oradan Türkiye’ye –yer altı servetleri, yer üstü servetleri olarak— muazzam değer aktarıldığından hiç söz etmeden– “sorunu çözeceğim” mi diyeceksiniz?
Yolsuzluk, hırsızlık konusu AKP’nin sınıfsal konumuyla ilişkili, ama şimdilik Kürt kent seçmenini fazla etkilememiş gözüküyor.
Ve Sırrı Sakık’ın Tayyip Erdoğan tercihi—şimdi de MİT övgüsü, hem de tam Gestapo yasası çıkarken—esef verici, sınıfsal nitelik taşıyor.
HDP emekçi sınıflar açısından “Tayyip Erdoğan kalsın“a itiraz edecektir. Etmezse (radikal bir emekçi sınıf siyaseti izlemezse) işlevsiz kalır.
Emekçi nitelikli PKK hareketi de yarın “evet” demeyecektir. Ekonomik kötüleşme sürdükçe, sınıf meselesi Türkiye’de de, K. Kürdistan’da da öne çıktıkça, parametreler değişir. Siyasi dengeler değişir.
Öte yandan AKP için çalışan solcu eklemeler arasında “ne Kemalizm (CHP+MHP), ne neo liberalizm (AKP)” diyerek varit olmayan bir tehlikeyi (askeri darbeyi) işaret eden ve işbaşındakinden gelen felaketi perdeleyenler (ölümü gösterip sıtmaya razı etmek) siyaseti güdenler varken “AKP gitmesin” tutumu gezi kitlesini kazanmaya engeldir.
Halkımız “bu dünya Süleyman’a da kalmadı” demiş, Erdoğan’a hiç kalmayacak. Servet ve kudret düşkünü –ve dahi 700 zevceli—Hükümdar Süleyman din ve tarih kitaplarında yaşadı, yaşıyor, Tayyip Erdoğan’ın öyle bir şansı yok.
Her ne kadar milletvekili yaptığı bir yalakası ona İslam Peygamberinin vasıflarını yakıştırdıysa da, Hazret ne din kitaplarına girip Hazret-i Erdoğan olacak, ne de tarih kitaplarında “Muhteşem Erdoğan”.
* * *
Kanaatimizce, bu parti henüz kayda değer bir başarı kazanmış olmasa da, BDP ile birlikte Eşbaşkan adaylığını Türkiye’ye getirmiştir.
Ayrıca İstanbul Adalar’da kadın aday Kayuş Gavrilov’un başkanlığında İlçe Meclisi adaylarının tamamını kadınlardan gösterilmesi Türkiye tarihinde bir ilk olmuştur. Seçim sonrasındaki Parti Meclisi (PM) toplantısında yapılan konuşmalardan çıkan saptamalar arasında kanımca en önemli olanı birçok yerde bileşenlerin gövdesinin çalışmaması, bileşenlerden birinde aday çıkmışsa onların çalışmalara ağırlık vermeleri şeklinde. Anadolu illerinde çalışan arkadaşlarım da esas olarak “bileşenlerin çalışmamasından” yakınıyorlar…
Eksik, gedikleri HDP inceleyecek ve gerekli çalışmaları yapacak, önlemlerini alacaktır.
[Yazıyı yayına vermeden HDKve HDP’nin yeniden düzenleme (reorganizasyon) yapmak ve yönetimi yenileme amacıyla 21-22 Haziran için Kongre kararı aldığını bildiren iletisi geldi. Devrimci harekette “reorganizasyon” önemli bir terimdir. Umarız ki yapılacak kongreler bu kelimenin adına yaraşır köklü bir dönüşümün başlangıcı olur.]

Hiç yorum yok: