Mahmut Balpetek
İktidarın en tepesinde amansız bir paylaşım kavgası var. Sünni Müslüman dünyanın liderliğini de içkin kılan bu çatışma tepede yaşanıyor diye alttakilerin seyirci kalması beklenemez. Çatışmanın etrafı yüksek duvarlarla çevrili, girişi korumalar ve mobese kameralarıyla bezenmiş mahallede yaşanıyor olması ötekilerin mahallesine ve yaşamına değmiyor anlamına gelmez. Bu çatışma aşağı mahalleye, yukarıda filler tepişmesi, altta çimlerin ezilmesi misali bir hayat şeklinde yansımaktadır.
Ezilme biçimi aşağı mahalle insanın yaşamına yoksullaşma ve baskı formatında , eko sisteme ise karşı tahribat olarak girmektedir. Kentlerin betonlaştırılması, su kaynaklarının ticarileştirilmesi, kimi zaman Gezi, kimi zaman Hevsel ‘de doğa katliamı olarak tezahür etmektedir. Bu dolayım ile yukarıda yaşanan çatışmanın, aşağı mahalle ahalisinin ilgi odağında olması kaçınılmazdır. Ancak bu ilgi birinden yana aktif ya da pasif tutum almak şeklinde değil, üçüncü bir seçeneği yaratmak biçimin de olmalıdır.
Yukarı mahallede daha önce zülüm ve talanı birlikte yapan ortaklar, pastanın daha büyüğünü almak üzere kavgaya tutuşmuşlar. Bu çatışmanın siyasal bir krize ebelik yapması muhtemel bir gelişmedir. Aşağı mahallenin yapması gereken gelecek olası siyasal krizi demokratikleşme süreci için bir olanağa çevirmektedir. Aksi takdirde aşağı mahallenin yaşamının otoriterleşmesi ve yoksullaşması kaçınılmazdır.
Öcüler Yer Sizi
AKP, seçimler ile birlikte gerilimi yükseltmektedir. Sokakta çatışmayı tetikleme siyaseti izlemektedir.Bir taraftan polis öte yandan 1453 gibi paramiliter yapılar oluşturarak sokağı terörize etmektedir. Bütün demokratik gösterilere önce polis, devamında ise oluşturduğu paramiliter güçler saldırılar düzenlemektedir.
Dikili’de başlayan Urla, Fethiye ve Aksaray ile devem eden HDP’ye saldırıların arkasındaki güç AKP ve onun iktidarından başkası değildir.Bu saldırının hepsinde istisnasız olarak “taşları bağlayıp köpekleri salmak” özdeyişi misali bir tutum izlemektedir.Saldıran güruhu dağıtmak yerine HDP’nin çalışmalarından vaz geçmesi doğrultusunda tutum almaktadır. Öyle ki; HDP, hükümetin saldırılar karşısında aldığı tutum nedeni ile seçimden çekilmeyi bile gündemine almak durumunda kaldı.
AKP bu saldırılardan birden fazla kazanç elde etmeyi ummaktadır?
Birincisi, toplumun dikkatini çatışmalara yoğunlaştırarak, yolsuzluğu gündemin alt sıralarına indirmek.İkincisi, saldırıların içinde kendisinin olmadığı, kimi ırkçı örgütlerin gerçekleştirdiği gibi göstermek. Böylece, karşı saldırının hedefine o kesimleri koymak istemektedir. Edindiği bilgilere göre; saldırganların arasında CHP, MHP, AKP, BBP partilerinden kişiler katıldı. Ancak, olayları tetikleyenin ve siyaseten sorumlu olanın AKP olduğu görüşü ağır basmaktadır. Saldırıların gerçekleştiği bölgelerde kamu yöneticilerinin saldırıları engellemediği, hatta saldırganların isteklerini gerçekleştirdiğini televizyonlardaki görüntülerden izledik. AKP, böylesi bir siyasal atmosferde oylarını korumayı amaçlamaktadır. Burada saldırıda miliyetçi örgütlerin hiçbir şekilde olmadığı gibi bir iddia içinde değilim. Tartışmasız o kesimlerden kişiler de vardı. Ancak saldırıları tetikleyen AKP’dir. Saldırganları koruyup kollayan ise güvenlik güçleridir.
Üçüncüsü; ben zayıflarsam “barış” ortamı yerini çatışmaya dolayısı ile kan akmasına bırakır. Yani AKP, topluma ben gidersem öcüler yer sizi mesajı vermeye çalışmaktadır.Her konuda istikrar isteyen toplumda bu durumun etkili olmadığını söylemek yanlış olur.
Dördüncüsü, Fethiye saldırısında saldırganlardan birisinin üzerinde Ali İsmail Korkmaz yazılı olduğu fark edilmiştir. Forma ile eyleme katılma mizanseni, Gezi sürecinde oluşan demokratik – muhalif ruhu zehirlemek amacına hizmet etmektedir. Zira bu mizansenin, Gezi dinamiğini parçalamaya dönük bir girişim olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Başbakanın her vesile ile Geziciler demesi de bundandır.O’ na göre her kötülüğün müsebbibi Gezicilerdir.
Beşincisi; Kürt sorununda adım atılmaması ve Rojava’da inşa edilen demokratik özerkliğe karşı tutumu nedeni ile, Kürt coğrafyasında oy kaybına uğrayacağını anlayan AKP’nin içine girdiği intikamcı siyasal ruh hali içinde olmasıdır. Tüm bunlar nedeniyle HDP’yi okların ucuna yerleştirmektedir.
Cinayeti Gördüm
Başbakan’ın paralel devlet diye nitelediği mahalle komşusu cemaat için “barışı sabote etmektedir” diyor. Bu söyleme bakıldığında sanırsınız bu coğrafyada kan akmıyor, kimse ölmüyor. Kürt sorunu merkezli kan akmadığında, akan kanı yok sayıyor. Gezi sürecinde öldürülenler kim? Berkin öldürülmedi mi? Ali İsmail öldürülmedi mi? Hem de polisin silahından çıkan kurşunlarla öldürüldüler. Polisin başındaki İçişleri Bakanı değil mi? Bu bedenden akan kan değil midir? Ozanın özce ifadesi ile ben Cinayeti Gördüm.
“Cinayeti ben gördüm
Cinayeti kör bir
Balıkçı gördü
Ben gördüm,
Kulaklarım gördü”
Ortada bu kadar ölüm varken barış sürecinden söz etmek mümkün müdür? Başbakanın kendini barışın mimarı takdim etmesi siyasi illüzyon yaratmaya çalışmak değil midir? Yoksa bu cinayetlerin sorumlusu da paralel yapı mıdır?
Sandığın Kutsallığı
Bu saldırılar ve saldırı sonucu gerçekleşen ölümler, sandığı kutsayan iktidarı ve gerçekleşmekte olan seçimi şaibe altına sokmaktadır. Bu süreci aynı zamanda, AKP için sonun başlangıcı olarak okumak mümkündür. Aldığı oy ne olursa olsun bu iktidar, toplum nezdinde meşruiyet sorunu ile yüz yüzedir.
Meşruiyet sorununun kapsamı yolsuzlukla sınırlı değildir. Aynı zaman da siyasal boyutludur. Kürt sorunun çözümünü rehin tutması, KCK tutukluları ve hasta tutsakların salıverilmesi, Gezi ve sonrasın da devreye soktuğu şiddet siyasetinde meşruiyet sorunu yaratan veçhelerin bir kısmıdır.
Son söz yerine; gelmesi muhtemel krizi demokratikleşme için bir olanağa çevirmeye namzet yegane güç, HDP’dir. HDP, bunu başardığı ölçü de toplumsal değişimin öznesi aşağı mahallenin sesi olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder