Mahmut Balpetek
Göç etmeden söz edilince akıla ilk gelen turna kuşlarıdır. Öyle bir özdeşleşmedir ki sevgiliye haber verme görevi türküler aracılığı ile göçmen turnalara tevdi edilmiştir. Kuşları göçe kanat çırpmaya zorlayan tek neden açlıktır. Yaşamak ve aç kalmamak adına sınırları aşma yeteneğine sahip olmaları aynı zamanda göç etmenin anlatısıdır. Göç etme daha çok kuşların hikayesi gibi görünse de, sadece kuşların uhdesinde olan bir fiil değildir. Gurbet ve sıla ikilemi üstünden türkülere konu olan ise insan göçünün kendisidir.
Dünyada resmi rakamlara göre 232 milyon göçmen bulunmaktadır. Ancak resmi olmayan rakamlar bundan çok fazladır. Bunun yanında göç kavramının tanımı bir başka ülkeye göç etmek ile sınırlandırılmıştır. Bu açıdan eksik bir kavramdır. Sadece Türkiye’de otuz yıldır devam eden savaş nedeni ile göçe zorlanmış insanların milyonlarla ifade ediliyor olması göç kavramının ancak iç göçü de kapsayacak biçimde tanımlanarak gerçek anlamına kavuşmuş olacaktır. Hiç kuşkusuz, göçmenlik dünyanın başlıca sorunlarından biridir. Kuşların göçünden farklı olarak, insan topluluklarını bir başka coğrafyaya iskana zorlayan, açlıktan kaçış ile birlikte savaşlar ve siyasi nedenlerdir. Yine kuşlar; göç ettiği yerlerde beslenme sorununu çözebilirken, insanlar için bunu söylemek pek böyle değildir. Ekonomik nedenli insan göçü çoğu zaman bir umut yolculuğunun ötesine geçmemektedir. Zira göçtükleri yerlerde hangi nedenle göç etmiş olurlarsa olsunlar, genellikle statü olarak en alttakiler konumundadırlar. Ekonomik nedenlerle birlikte savaş ve siyasi saikli olan insan göçü ekonomik, siyasal ve sosyal boyutlara sahip komplike bir olgudur.
“Yabancı” Düşmanlığının Patenti Kime Aittir ?
Göçmenler yaşadıkları toplumda sermaye tarafından, zor şartlarda, sosyal güvenceden uzak çalışmaya mahkum edilirler. Bu açıdan bir taraftan sermayenin vazgeçmeyi göze alamadığı, diğer taraftan kapitalizmin mezar kazıcılığı pozisyonu nedeni ile düşmanca nefretine mazhar olmaktadır. Bunun yanında halk toplulukları açısından da, göçmenler çoğu zaman kendi işlerini dolayısı ile aşlarını ellerinden alan, yaşam standartlarının kötüleşmesine neden olan kesimler olarak algılanırlar. Bu yaklaşımların toplam sonucu, kendini yabancı düşmanlığı ve ırkçılık olarak dışa vurmaktadır. Sermaye; toplumu manipüle ederek, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı derinleştirerek yaygınlaştırır. Öyle ki; kimi zaman ırkçılık kervanına kendini solcu sanan yapılar da katılmaktadır. Ulusal sol gibi solun doğasına aykırı olan ucube kavram, ırkçılıkla kurulan ilişki ile dolaysız bir bağ taşımaktadır. Sermayenin bir virüs gibi toplumun gözeneklerine enjekte ettiği ırkçılık, kimi zaman sosyal boğazlaşmaya da yol açmaktadır. Sınıflı toplumlar kadar eski olan “yabancı” düşmanlığının patenti egemen güçlere aittir. Yabancı düşmanlığı ile sol arasında alaka kurmaya çalışmak, en hafif ifade ile sol düşmanlığıdır. Zira yabancı düşmanlığı ezilenler arasında olması gereken dayanışma hali, yerini kendi aralarında çatışmaya bırakmaktadır. Doğaldır ki, yaşanagelen çatışma ezilenlerin ve solun değil sermayenin kazanç hanesine yazılmaktadır.
Göçmen Dinamiğinin Anti Kapitalist Karakteri
Göçmenler yaşadıkları ülkelerde en alttakiler olmaları nedeni ile kapitalist sistemle en sorunlu olan kesimlerin başında gelirler. Dolayısı ile statülerinin değişimi için daha militan mücadele içine girmeleri kendi toplumsal çıkarlarının gereğidir. Son yıllar da Amerika ve Avrupa’da yapılan kitlesel baş kaldırıların en ön saflarında mücadele edenlerin göçmenler olması bir tesadüf değildir. Çünkü göçmenler bir taraftan ağır sömürü ile karşı karşıya iken, diğer taraftan de her türlü ayrımcılığa ve dışlanmaya tabi tutulmaktadırlar. Kültürel olarak aşağılanmaya muhatap olan göçmenler, egemen kültürlerin asimilasyonuna tabi tutulmaktadırlar. Katmerli sömürüye uğrayan bu dinamik değişim için mücadele etmektedir. Dolayısı ile göçmenlerin, devrimci bir potansiyel taşıdıklarını söylemek mümkündür. Bu vesile ile solun, yabancı düşmanlığına karşı amansız mücadele etmesi, ideolojik duruşlarının zorunlu bir sonucudur. Yine aynı bağlamda göçmenlerin sahip olduğu devrimci potansiyeli harekete geçirmek ile sorumludurlar.
Göçmen Dayanışma Ağının Anlamı
Türkiye’de göçmen sorununun bilince çıkmasının tarihi uzaklara dayanmaz. Türkiye’de yaşanan uzun savaş haline Orta Doğu’da yaşanan savaşlar eklenenice göçler hız kazandı. Buna paralel sorun ağırlığını hissettirme trendine girdi. Toplumsal bir olgu olarak belirginleşen bu ağır sorun karşısında örgütlü solun gerekli politik açılımlar yaptığını söylemek mümkün değil. Klasik siyasal formatları kırmakta basiretsiz davranan bu kesimler, yeni sorunlar karşısında eski refleksler göstermenin ötesine geçmemektedirler. Dolayısı ile solu toplumsal değişimin öznesi olmaktan uzaklaştırmaktadırlar. Örgütlü sol güçlerden farklı olarak son zamanlarda, sorun merkezli spesifik ağlar oluşturarak örgütlenen dinamikler, örgütlü solun doldurmadığı ya da doldurma ferasetine sahip olmadığı bir boşluğu doldurmaktadırlar. Daha yakından bakıldığında bu dinamiklerin yeni siyaset tarzının tohumlarını ektiğini söylemek abartı olmaz kanısındayım.
Göçmen Dayanışma Mutfağı
Tarlabaşı’nın ara sokaklarının birinde yaklaşık yirmi metre karelik bir mekanın giriş kapısının üstünde mutfak tabelası ile karşılaşıyoruz. Ancak bildik bir tabela değil. Ne menü listesi, ne de fiyat listesi var. Tabela’nın mutfak yazısının sol tarafında çatal kaşık, sağ tarafında ise bıçak ve pense, yazının alt ve üst tarafına biri kesilmiş diğerleri kesilmeyi bekleyen tel örgüler çizilmiştir. Dışarıdan bakılınca iç mekanın her noktası görülmektedir. Kızlı – erkekli, İngiliz, Arap, İtalyan, Kürt, Türk …….. siyah, sarı, beyaz, esmer her renkten gençler yemek hazırlıyor. Sol tarafta bulunan açık mutfakta kazanlar kaynıyor. Yemek hazırlayan gençlerin arkasında bulunan masanın etrafında çocuklar ve bu çocuklar ile atölye çalışması yapan birkaç genç görünüyor. İstisnasız mekanda bulunan herkes hummalı bir çalışma içinde. Bu gençlerin yaptıkları yemek birazdan burada yaşayan göçmenlerle birlikte, yer yüzü sofrasına dönüşecek.Bu mutfağın patronu yok. Bu mutfakta satılık olan bir şey yok. Her şey dayanışma ile gerçekleşmekte. Yel Değirmeni Donkişot Evi’nin benzeri bu mekanda da tarz ve çaba aynıydı. Bu mutfakta sadece atölye çalışması ve yemek yapılmıyor. Yeni tarz siyaset ve kültür pişiriliyor. Bu yeni siyaset tarzı kendi içinde sınırları aşıp küresel sermayeye karşı, küresel direnişe dönüşme emarelerini taşıyor. Kolay gelsin… Ayrım yapmaksızın, yer yeryüzündeki güzelliklere koşan siz çocuklara…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder