20 Mart 2014 Perşembe

HDP’ye Oy da Verilir “Parlamenter Budala” da Olunmaz


Ferhan Umruk
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; daha önce kaleme almış olduğum “Sosyalist Hareket ve HDP Nereye Kadar?” Makalesinde HDP’nin ve bileşenlerinin son dönemde karşılaştığı pratik meselelerde su yüzüne çıkan politik açı farklarının değerlendirilmesi üzerine kurulu eleştiriler elbette geçerliğini korumaktadır. Makalede eleştirinin öznesi olan HDP sözcülerinin onu parti olarak tanımladığı için bir parti olarak değerlendirilmiş ve eleştirilmiştir . Eğer bir eylem birliği, seçim işbirliği, seçim partisi olarak tanımlansaydı bu tür bir eleştiriye ihtiyaç olmazdı.
gezi4
Tabii ki Kürt siyasi hareketi başta olmak üzere sosyalist bileşenlerin bir bölümünün de HDP’yi bir parti olarak gördüğünü ve bu yaklaşımın ağırlıkta olduğunu, kimi sosyalist bileşenlerin ise HDP’yi bir eylem birliği olarak değerlendirdiğini biliyoruz. Ancak bu eleştiriler içerisinde bulunduğumuz siyasi süreç bakımından seçimlerde oy kullanırken HDP’yi tercih etmeye engel teşkil etmemektedir.
Hatırlanacağı üzere makalede HDP bileşenleri arasında politik açı farkını yaratan iki eşikten söz edilmişti. Birincisi Gezi direnişi esnasında bileşenlerin sürece farklı yaklaşımları, ikincisi ise iktidarın yolsuzluklarının ortaya dökülmesi ile yine bileşenlerin farklılaşmalarını yarattığı eşiklerdi. Bu sözü edilen iki eşikte de HDP’nin ve bileşenlerinin durumu siyasi çevrelerde dile getirildi ve tartışıldı.
Bu tartışmalarda HDP cenahı büyük ölçüde “eylemlerin içerisindeydik” cevabını verdi. Bundan sonra da tartışma “ne ölçüde katılım” biçimine büründü. Kanaatimce tartışmayı bu biçimde yürütmek bir kısır döngünün içerisine yuvarlanmaktan başka bir sonuç veremezdi, vermedi de. Asıl olan HDP bileşenlerinin farklı değerlendirmelerinin aşikar olduğuydu.
Doğrusu, bu iki eşikten söz ederken “Ermeni, Rum ve Yahudilerin paralel devlet ve lobileri” şeklinde dile getirilen yanlış değerlendirmelerin de bir üçüncü eşik olduğunu ilave etmek gerekiyor.
Şimdi, kendi bakımından ‘çözüm-barış sürecinin’ hassasiyeti üzerine kurulu Kürt siyasi hareketinin politik hattı, AKP’nin temsil gücünün ortadan kalkması ve muktedirlerin, uluslararası güçlerin defterinden silinmesiyle birlikte farklılaşmış bulunuyor. Artık, Kürt siyasi hareketi AKP’yi ‘çözüm-barış sürecinin’ muhatabı olarak görmediğini ilan etmiş bulunuyor. Dolayısıyla siyasi konjonktürün değişimiyle birlikte farklı açıların HDP bileşenleri bakımından daraldığını söyleyebiliriz.
Tabii ki, Kürt siyasi hareketindeki bu konjonktürel değişimin kalıcı hale gelmesinin ön şartı sosyalist hareketin Türkiye’de siyasi bir aktör haline dönüşmesiyle mümkün olabilir. Bu bakımdan Kürt siyasi hareketinin politik hattını belirlerken, sosyalistlerin-demokrasi güçlerinin yetersizliğini dile getirmesi hiç de haksız bir saptama değildir.
Kendi içerisinde farklılıkları taşımakla beraber Türkiye sosyalist hareketi iki ayrı yoldan yürümeyi sürdürmektedir. Sosyalist hareketin bir bölümü, ÖDP, TKP gibi Kürt siyasi hareketine mesafe alarak varlığını güçlendireceği kanaatini taşımaktadır. Sosyalist hareketin diğer bölümü ise Kürt siyasi hareketi ile bütünleşerek siyasi varlığını güçlendireceğini düşünüyor. Aslında bu iki siyasi tarzın da, meselenin özünü kavrayamadığı, hangi yol izlenmiş olursa olsun bu farklı yolları izleyenlerin birbirinden farklı örgütsel güce ulaşamamış olmalarından bellidir.
Kuşkusuz sosyalist hareketin dumura uğramasında nesnel nedenler de mevcuttur. Kürt meselesinden şovenizmle zehirlenmiş kitle bilinci, Kürt siyasi hareketinden mesafe alan sosyalist hareketi de, Kürt siyasi hareketi ile eklemlenen sosyalist hareketi de farklı biçimde algılamamış, cephe almıştır. Zira Kürt siyasi hareketi ile mesafe alan, İşçi partisi gibi sosyalizmin dışına düşmüş ırkçı-şoven hareketler haricindeki, sosyalist parti ve gruplar da farklı derecelerde olsa da Kürt halkının demokratik mücadelesini destekledikleri için aynı tepkilere maruz kalmışlardır.
Bugün koşullar değişmiş bulunuyor. Evet, HDP’ye saldırılar olmaktadır. Ancak bu saldırılar artık geniş kitleler tarafından savunulmuyor. Kürt halkının mücadelesi , büyük ölçüde kitleler nezdinde meşruluk kazanıyor, kazanmaya devam ediyor.
Uluslararası sistem krizi dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de kitlelerin ayaklanmasına yol açıyor. Gezi direnişi ve Berkin Elvan’ın hayatını kaybetmesiyle yaşanan kitlesel hareketler, muktedirler tarafından kitlelere zerkedilen şovenizm zehirinde gedikler açıldığını gösteriyor. Toplumsal bilincin şovenizm zırhını parçalayarak sistemi sorgulayan taleplerle sokağa dökülmesi bir dönemecin eşiğinin atlandığını anlatıyor.
İşte sosyalist hareket, kitlelerin üzerlerindeki ölü toprağını fırlatıp atarak sokaklara döküldüğü sürecin yaşandığı bu atmosferde 30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerle karşı karşıya kaldı.
Yerel seçimlere çok az bir süre kalmışken , Türkiye’de siyasi atmosferin kaotik halleri giderek daha da derinleşiyor. Dolayısıyla yerel seçimlerin niteliksel özelliği olması gereken yerel sorunlar üzerinden yapılması beklenir politik mücadele de geri plana düşüyor.
Evet adını koyalım, İktidara karşı Gezi direnişiyle başlayıp, yine iktidarın yolsuzluklarının ses kayıtlarıyla teşhir olmasından sonra, Berkin Elvan hayatını kaybedince ikinci bir Gezi dalgası da sokakta kendisini gösterdi. İktidar bloğu cemaatin AKP’yle çatışmaya başlamasıyla parçalanmış bulunuyor. Yaşanan bu durumun adı devlet krizidir, yönetenler boylu boyunca krizin içerisine sürüklenmişlerdir.
Böylesi bir siyasi süreçte, sosyalist hareketin parti ve grupları seçimlere ilişkin farklı taktikler geliştirmeye devam ediyorlar. Seçimleri protesto-boykot edenler, esas olarak ÖDP ve TKP gibi kendi başlarına seçime girip, Ankara gibi belli yerlerde sol blok oluşturanlar ve Kürt siyasi hareketi ile sosyalist parti ve grupların Türkiye’de HDP ile seçimlere katılmaları.

İlk olarak seçimlere bağımsız veya sol blok olarak girme kararı alan partilerin, sosyalist hareketin rüştünü ispat edemediği bugünkü koşullarda reel bir siyasi seçenek olamadığı aşikardır. Kuşkusuz, kimi koşullarda sosyalistler reel bir siyasi seçenek mertebesine ulaşmadıkları halde bağımsız olarak seçimlere katılabilirler. Ancak, sosyalistlerin ve Kürt siyasi hareketinin içerisinde yer aldığı HDP bileşenlerinin özgün niteliği itibarıyla siyaseten eleştiri konusu olmayı sürdürse de, sonuçta reel bir seçenektir.Bu bakımdan sosyalistler toplumun siyasi yöneliminin bir barometresi olan seçimlerde sisteme karşı varlıklarını güçlendirmek için farklı taktiklere yönelirler. HDP seçimlerde böylesi bir imkanı yaratırken, bu imkanı reddedişin çok köklü eleştirisi olması gerekir. Ancak görünen odur ki yüzeysel polemiklerin dışında köklü bir eleştiri mevcut değildir.
Seçimleri protesto veya boykot kararı alan sosyalistler içerisinde bu tutumun gerekçesini DİP bakımından sarih biçimde ortaya seren dostum Sungur Savran’ın konuyla ilgili görüşü şöyledir:Lakin sistemin iflas ettiği, hâkim sınıf güçlerinin birbirlerinin boğazına sarıldığı, devlet aygıtının işlemediği, ama kitlelerin isyan ikliminde olduğu bir durumda? Bu siyasi yöntem sorunu, günbegün yaşanan pratiğe de damgasını vurur. Reformist/parlamentarist, halkı ayağa kaldırmak için değil oy kullansın diye seferber olur…..Devrimci İşçi Partisi, Lenin’in deyimiyle “parlamenter budalalığın” bu tahammül edilemez düzeyiyle mücadeleyi bu somut anın en hassas mücadelesi olarak saptamıştır. Halk isyanını unutanlara inat, halk isyanını hatırlamak için aktif bir seçim politikası güdecek, “sandığa kırmızı oy” için çağrı yapıyor.
Sungur Savran’ın “sandığa kırmızı oy” çağrısının gerekçesi olarak ortaya koyduğu bir yönetim krizi, daha açık ifadeyle devlet krizinin mevcut olduğu aşikardır. Türkiye’de kitleler haziran direnişi ile yıllardır süren suskunluk perdesini yırtmışlar, iktidara karşı isyan da etmişlerdir. Lenin’in dediği gibi ‘yönetenlerin yönetemez hale gelmesi’ egemen sınıf olarak burjuvazinin fraksiyonlarının birbirine girmesiyle tezahür etmiş de bulunmaktadır. Peki yine Lenin’in ‘yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemedikleri’ koşullara ulaşılmış mıdır? Kuşkusuz ‘sandığa kırmızı oy’ çağrısı yapan bakımından durum budur.
Haziran direnişiyle başlayan direniş dalgasına katılan kitleler, sistem partilerinin hiçbirinin AKP iktidarına karşı parlamentoda bir direniş sergileyemediğini, sergileyemeyeceğini hissederek sokağa döküldüler. Sosyalistlerin ve sistem muhalifi hareketlerin bu direnişte belirleyici rol oynadığı açık bir gerçek. Ancak sokağa dökülen kitlenin ağırlıklı olarak şehirli-laik ve de CHP seçmenleri olduğu da açık bir gerçekliktir. Bu kompozisyonun iktidara karşı bir direnişe yöneldiği açıktır ama sisteme ya da buradaki tartışmaya yönelik olarak henüz parlamenter sistemi aşan bir bilince sıçradığını düşünmekte hakikatle mesafeyi epeyce açmayı gerektirir. Bir başka bakımdan da parlamento ve seçimleri boykot veya ret yönelişi herhalde sisteme alternatif  kitle öz-organlarının oluşmasıyla somut bir çağrı niteliğini kazanabilir. Haziran direnişinde böyle komiteler oluşmuş ancak her isyanın sonsuza kadar süremeyeceği gibi bu direnişte bir süre sonra geriye çekilmiş komiteler de hayatiyetini yitirmişlerdir. Dolayısıyla ortada ikili iktidar organlarını çağrıştıracak somut komiteler, meclisler, işçi sovyetleri yoktur.
Ancak Sungur Savran’ın ‘Reformist/parlamentarist, halkı ayağa kaldırmak için değil oy kullansın diye seferber olur. tespitini de kulak ardı etmenin imkanı yoktur ve bir gerçekliği ifade etmektedir. Yer yerinden oynarken, kitleler sokağa dökülmüşken, seçimleri işaret edip ‘biz işimize bakalım’ sözleri telaffuz ediliyorsa ‘parlamenter budalalığa’ sürüklenişin kapılarının ardına kadar açıldığı da başka bir gerçekliktir.
Öte yandan, seçim sonuçlarını temel alıp yönetenlerin krizinden bu yolla mevzi kazanmaya yönelen eğilimin de sosyalist harekete nasıl etkilerde bulunacağı hesaba katılmalıdır. Özgür Gündem’de sürekli yazarı yine dostum Veysi Sarısözen seçimler ve seçimler sonrası için şu değerlendirmelerde bulunuyor: “ Asıl karar aşaması seçim sonrasında. Biz ya “seyirci” kalacağız. Ya da “yıkılmak istenenle yıkmak isteyenler arasındaki farkı” hesaba katan “ince” bir politika izleyeceğiz… Malum “ince” politika, gücü olanların işidir…
Bu politikanın kilit cümlesi bana kalırsa  şudur: “Fırat’ın Batısında kim çözüm görüşmelerine hukuki temel sağlar ve bu yönde geriye dönüşü mümkün olmayan adımlar atarsa, demokrasi güçleri bu adımları atanların kimliğine bakmadan, onlarla yürüyecektir.”
Veysi Sarısözen’in izlenmesini önerdiği politik hatta ‘kim’ derken burjuvazinin iki fraksiyonundan yani hali hazırdaki AKP-Silivri-Genel Kurmay fraksiyonu ile CHP-Cemaat-MHP fraksiyonundan bahsettğini anlıyoruz. Veysi Sarısözen Kürt siyasi hareketinin penceresinden bakarak bu düşünceyi dile getiriyor. Savaşan taraflar elbette barışta yapar müzakere de yapar. Kürt meselesinin çözüm yollarında biri de görüşmelerdir. Ancak Veysi Sarısözen çözüm görüşmelerinin ötesine geçerek ‘demokrasi güçleri onlarla yürüyecektir’ ifadesiyle adeta muktedir fraksiyonlardan biriyle siyasi ittifakı önermektedir. Görülüyor ki Veysi Sarısözen HDP’nin de dahil olacağı sistem karşıtı bir siyasi seçeneğin doğmasını ihtimal dahilinde görmüyor ya da bu seçeneğin yaratılmasına odaklanmıyor. Dileyelim ki bu sözler sürçü lisan olsun, eleştiri heba olsun…
Türkiye’de yaşanan siyasi kriz atmosferinde kitlelerin her an sokağa çıkabileceği ihtimali de ortadayken sistem karşıtı emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, tüm ezilenlerin birleşerek siyasi bir seçenek oluşturmaları artık aciliyet kazanmıştır. HDP bu misyonu üstlenmeye potansiyel olarak en yakın durumda bulunuyor. Kuşkusuz, içerisinde barındırdığı çelişkileri aşarak ve programında yer alan “insanlığın sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya” hedefine kilitlenirse, siyasi bir çekim merkezi haline gelmesine hiçbir engel bulunmamaktadır. Tabii ki bu misyonu üstlenebilmenin en önemli şartlarından biri de eleştiriye ve eleştirel düşünceye açık bir örgüt anlayışına ulaşabilmektir.
Yaşadığımız günler hem sokağı hem seçimi biraraya getirmiş bulunuyor. Sosyalistler ve sisteme karşı mücadele eden bütün güçler, siyasi yöneliş olarak bu ikisini biraraya getirmelidirler.
Kuşkusuz seçime katılan diğer sosyalist partilerin alacağı oylar da hesaba katılacaktır, fakat HDP sistem karşıtı oyların çekim merkezidir, evet HDP’ye bugün oy verilir, devrimci hat doğrultusunda hareket edilirse ‘parlamenter budalalığa’ da düşülmez.

Hiç yorum yok: