3 Mart 2014 Pazartesi

Güce Tapınmak Bizi Güçsüzleştirir


Tayfun İşçi
 Biz eski sosyalistler her zaman daha büyük birliktelikler halinde sosyalist bir ülke yaratmayı arzular, bunun için de kimi zaman farklı sorunların çözümünü devrim sonrasına bırakırdık. Bizden öncekiler böyle demişti. Biz onları takip ettik.
güç
Kazanılacak en küçük bir parçayı bile karşı tarafa bırakmamalıydık. En büyük devrim bizim devrim, en büyük sosyalist ülke bizim olmalıydı.  Bu nedenle de ne kadınların ayrı örgütlenmesine, ne karşıt olmayan sınıfların ayrı örgütlenmesine ne de farklı inanç ve milliyetlerin farklılıklarını öne çıkarmasına tahammülümüz vardı. Biz bir bütündük Biz işçi sınıfını temsil ediyorduk biz Proletarya diktatörlüğüne koşuyorduk.
 Bu yaklaşımımız bizim çoğu kez içimizdeki farklılıkların, farklı konumlanışlarını, farklılıklar arasındaki eşitsizlikleri ve özgünlükleri görmemizi engelledi. Her şeyi tek bir sınıfa indirgemeye kalktık.           Yaşamın gerçekliğinden uzaklaşıp kendi dünyamızda yarattığımız ütopyamıza sığdırmaya çalıştık.
Ütopyamız genişledikçe katılımcılarımız düştü. Çünkü herkesin derdi farklıydı ve herkes kendi derdine düştü. Artık proleter ütopyamız farklı kültürleri, farklı inançları, farklı sınıfları, farklı ideolojileri bir arada tutamaz olmuştu. Dağıldık
Şimdi yepyeni bir süreçten geçiyoruz her farklılığın farklı dertleri var. Artık bunu biliyor ve kabulleniyoruz. Bu farklılıkların kendi özgünlükleriyle bir araya gelmesine dayanışmasına ve ortak çözüm üretmesine razı olmuşuz. Onların kendinden uzaklaşıp işçileşmesini veya sosyalistleşmesini de dayatmıyoruz. Farklılıklara gönlümüzü açmışız ama her gün biraz daha kendi özümüzü kaybediyoruz. Sınıf bakış açısından, proleter ütopyamızdan ezilen ezen ayırımından kopuyoruz.
Yaşamın gerçekliği bizi, sadece farklılıkları değerlendirmekle bırakmıyor. Karşıt tarafın güçler dengesini de hesaba katıyoruz. Hatta kimi zaman karşıtlar arası çelişkide kendi amaçlarımızdan feragat edip, bu farklılıklar çelişkisinde kendimizi kaybediyoruz. Giderek Ne olduğumuz? Kim olduğumuz anlamsızlaştırıyoruz? Dengeler ve çelişkiler içinde savruluyoruz. Umudumuz kendimizden çok çevremizdeki gelişmelere yöneliyor. Umudumuzu onlardan bekler hale geliyoruz. Kendi umutlarımızın öznesi olmaktan çıkıp umutlarımızın nesnesi haline dönüşüyoruz.
Geçmişin sınıf çelişkilerinin yerini her gün biraz daha farklılıklar asındaki çelişki alıyor. Sınıf çelişkileri bitmiş değil. Ancak gündemimizi sınıflar arası çelişki belirlemiyor. Belirleyen çelişki ulusal, inançsal çelişkiler ve sistemin kendi içindeki çatışmalar. En belirgin gündem Kürt, Alevi, çevre ve kadın sorunu.
Bütün bağımsız çözüm önerilerimize rağmen maalesef bu sorunların çözümü içinde gözümüz cemaat ve Tayip Erdoğan çatışmasında. Üçüncü ve bağımsız bir yol olduğumuzu iddia ediyoruz. Ancak her iki tarafla da ilişki ve ittifak arayışındayız. Kendimize tutunacak güç arıyoruz. Dengeler içerisinde gelişmelere göre bir o yana bir bu yana savruluyoruz. Bağımsız bir duruş ürkütüyor bizi. Karşıtımızdan medet umuyoruz.
Dengeler içerisinde tutunacak güç arayışımız, bizi güç olana teslimiyete zorluyor. Güce teslim oluyoruz. Bunun karşıtımızla ilgisi yok. Bazen kendi içimizdeki farklılıkların güçlüsüne adıyoruz kendimizi. Öteki olduğumuzu unutuyoruz. Farkımız kalmıyor öteki farklılıktan. Oysa biz tüm farklılıklarız. Öncelikler bizi zorluyor olabilir ama her farklılığın bir önceliği var. Unutuyoruz, kendimizi kaptırıyoruz. Tıpkı geçmişteki proleter anlayışımız gibi bir çelişkinin çözümüne bütün sorunların çözümünü tabi kılıyoruz.
 Kendimizi bütün sorunlarının çözüm gücü olarak ilan ederken, kendimizi bir tek soruna endeksliyoruz. Kuşkusuz farklılıklar arasındaki en belirleyici çelişki Kürt sorunu. Hemen hemen tüm sorunların çözümünün anahtarı. Kendimizi buna endeksliyoruz. Oysa daha birçok çelişki var unutuyoruz. Herkesin derdine merhem olacakken, tek bir yarada yoğunlaşıyoruz.
 Kürdün böyle bir dayatması yok. Hatta demokrasi eksenin de tüm farklılıkların sorunlarının çözümünü kendi sorununun çözümü görüyor. Ve bir an önce Türkiyelileşmek için Türkiye’deki sorunları çözüme zorluyor. Ama biz alışkınız en güçlüye yakınlaşmaya onunla özdeş olmaya güçlüye sığınmaya. Güce güçlüye tapınmayı aşamıyoruz. Farklılıkları temsil ettiğimizi unutuyor Kürt sorununa teslim oluyoruz. Biz, biz olmaktan çıkıyor Kürt sorununda kendimizi kaybediyoruz. Kendimizi kaybetmekle kalmıyoruz. Kendisini bizde bulan diğer farklılıkları da kaybediyoru z. Farklılıkların ortaklığına farklılıkları katma gücünden uzaklaşıyoruz. Farklılıklar kendilerini bizde bulamaz hale geliyor.
   Oysa Kürtler her dönem farklılıklarla farklı özgünlükleriyle buluşmayı hedefledi.  Örneğin DHP Kürtlerin de talebiyle Kürtlere yakın Türk sosyalistlerinden oluşturulmuştu. DHP Türkiye’nin sorunlarının çözümünü esas alan ve Türkiye’de ikinci ve demokratik bir cephe açmayı hedefleyen bir amaçla kurulmuştu. Ama DHP Kendi yarattığı korkunun kurbanı oldu. Kürdün gözünden düşeceği endişesiyle Türkiye özgünlünden uzaklaşıp, Kürtleşip gitti ve farklılıklara ulaşma ağır darbeler aldı. Aynı yanlışta bir kez d aha boğulmak üzereyiz. Öcalan İmralı ‘da Türk sorununu çözmeye çalışıyor Türkmenlerin mücadelesini araştırdığını Babai isyanlarının önemini anlatıyor. Biz Türk sorununu bırak Türkiye’nin sorunlarında yoğunlaşmada bile, Kürtlerin gözünden düşeceğimiz endişesini taşıyoruz.
 Bir seçim döneminden geçiyoruz. Sınıfsal yaklaşım hissedilmiyor. Sınıfı düştüğü çukurdan çıkaracak doğru dürüst bir çaba yok. Sınıf sistem içi arayışta.  Ne bizim, ne de sınıfın bir çabası yok. Sınıfı kaybetmişiz. Kazanacak yeterli bir çabamız da yok. Kendimizi öncelikli sorunlarda kaybetmişiz. Öncelikli sorunları çözmek için ikincil sorunları sahiplenmek gerektiğini artık anlamalıyız Türkün, Arap’ın Ermeni’nin Alevi’nin kadının, sınıfın Türkiye’nin sorunlarını sahiplenmeden,  bunlarla ortaklaşmadan Kürt sorununu da çözemeyeceğimizi artık anlamalıyız.  Güce ve güçlüye yaranma adına güçsüzleri kaybettiğimiz için güçten düştüğümüzü artık görebilmeliyiz. 14.02.2014

Hiç yorum yok: