3 Mart 2014 Pazartesi

Sosyalist Hareket ve HDP Nereye Kadar?


Ferhan Umruk
Yaşadığımız topraklarda sosyalist hareket 30 yılı aşkın süredir geçmişin mirası üzerinden varlığını sürdürüyor. Bu geçmişin olumlu olan katkısı öylesine güçlü ki, bütün bu dönem boyunca ideolojik, politik, örgütsel olarak kayda değer hiçbir ilerleme kaydedilememesine rağmen varlık tükenmiyor. Yakın tarihte sosyalist hareketin yükselişine Askeriye iki kez darbe vurdu. Birinci durak, sosyalist hareketin devletten bağımsızlaşmasının yolunu açan, canı pahasına fedakarca mücadeleyi yürüten devrimcileri yok eden 12 Mart 71 Askeri darbesi oldu.
gezi
İkinci durak ise 1970′lerde kitleselleşerek yükselen sosyalist hareketi yaptığı darbeyle vuran 12 Eylül Askeri Cuntası oldu. Birinci durağın ardından sosyalist hareketin muazzam yükselişi gelirken, ikinci durağın ardı yükselişi değil, söz yerindeyse dumura uğrayan sosyalist parti ve grupların ne uzayıp ne kısalan dünyasını yarattı.
1960′lardan 1980′e kadar sosyalist hareketin izlediği seyirde, fedakarlık, devrime inanmışlık, hayatını adamak gibi değerler sosyalistler tarafından içselleştirildi. Sosyalist hareketin bütün grupları 80 Darbesi sonrasında geçmişin bu mirası üzerinden yeni dönem statejilerini oluşturdular.

Sosyalist hareketin bütün gruplarının yeni dönem stratejilerinin ortak paydasının geçmişin mirası olması hareketin karakteristik özelliği oldu. Sosyalist grup ve hareketler bu dönem boyunca birleşik partiler deneylerine girsinler girmesinler, geçmişin mirası üzerinden ayrı varlıklarını korumak konusunda son derece kıskanç davrandılar. Bu davranış biçimi hali hazırdaki sosyalist grupların niceliksel gücü bakımından da farklılık göstermemekteydi. Sosyalist hareketin hali pür melali ne olursa olsun küçüklü büyüklü bütün gruplar aynı refleksi göstermekte birleşti.
Geçmiş mirasın gücünün, bazı sosyalist gruplar yasal olarak parti adını taşısalarda sosyolojik olarak böyle bir niteliğe sahip olmadıklarının altını çizerek, tümünün ayakta kalmasını sağladığı bir gerçekliktir. Ancak 1980′den bu yana neredeyse çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen sosyalist grupların kitlelere nüfuz edememesi, oldukları yerde dumura uğramış oldukları da bir gerçekliktir.
Geçmiş miras üzerine kurulan stratejinin günümüz kitle hareketlerine kılavuz olamayacağının delili de milyonların sokağa döküldüğü Gezi direnişi oldu. Sosyalist parti ve grupların hiçbiri, yükselen kitle hareketinin taleplerini ne kavrayabildi ne de kitlelerin bir adım daha öne çıkmasını sağlayacak ideolojik, politik, örgütsel katkı sağlayabildi. Evet, polis saldırılarına karşı deneyimli olan sosyalistler bu anlarda rol oynadılar ama kitle hareketini ileri götürecek ideolojik bir hegemonya da geliştiremediler. Açıkça söylemek gerekirse, kendini yalnızca geçmiş miras üzerinden şekillendiren sosyalist parti ve grupların bunu başarabilmeleri de mümkün değildi.
Gezi direnişine kadar sosyalist parti ve grupların deyim yerindeyse kadük kalmalarının nesnel gerekçesini bütün bu dönem boyunca kitlelerin boyun eğmişliğinde, düzene rıza göstermelerinde bulmak mümkündü. Kuşkusuz, devrimci sosyalist hareketin gelişme kaydedebilmesinin ön koşulu düzen karşıtı kitle hareketinin yükselişi ile bağlantılıdır.Burada sözü edilen, kitle hareketi ve parti ilişkisi devrimci sosyalist partiler için geçerlidir. Yoksa, adı sosyalist, komünist de olsa eğer bu partiler sistem içi bir niteliğe sahipseler, parlamenter aygıtın bir manivelası olarak kendilerini düzenlemişlerse kitle hareketinin varlığı veya yokluğu onların örgütsel gelişmesinin bir parametresi değildir. Sistem içerisinde siyasetlerini şekillendireceklerinden zaman olur muktedirler tarafından iktidar için makbul partiler olarak da addedilebilirler. Dolayısıyla sözünü ettiğimiz bu tür partiler değildir.
Türkiye’nin neredeyse bütün şehirlerine, kasabalarına yaygınlaşan Haziran direnişi, kitlelerin üzerindeki ölü toprağını attıklarını alenen göstermiş oldu. Türkiye’nin batısında kitlelerin bastırılmışlık, sindirilmişlik posikolojisinden kurtulup, sisteme karşı sokağa dökülüp özgüven kazanmaları, kitle hareketinde niteliksel bir dönüşümün işareti oldu. Bu sürece eşlik eden bir başka faktör de, yakın tarihsel süreçte, Türkiye’de siyasetin tüm aktörlerini ve rejimin gidişatını belirleyen Kürt siyasi hareketinin Ortadoğu’da ki siyasi gelişmelerle birlikte eriştiği yine niteliksel sıçramadır. Kürt siyasi hareketi, özellikle Suriye’de süregiden iç savaş koşullarında, Türkiye hükümetinin kuşatma çabalarına rağmen, kuzeyde Rojava’da hakimiyet sağlayarak bölgenin reel bir siyasi aktörü olduğunu perçinledi.
Türkiye’de sosyo-politik değişimin okumasını doğru yapabilmek için bu iki anahtar faktörün yani batıda kitle psikolojisindeki niteliksel dönüşümün ve Kürt siyasi hareketinin eriştiği niteliksel sıçramanın saptanması şarttır.
Bu saptama, kuşkusuz, bu iki anahtar faktörün birbiriyle olan ilişkisini de dar polemikçiliğe düşmeden soğukkanlı bir biçimde analiz etmeyi de gerektirir. Şunu açıkça belirtmek gerekir ki benim gibi marksist dünya görüşünü benimseyenlerin ve sosyalist parti ve grupların hedefi alt sınıfların ve sistem tarafından ezilenlerin eylem birliğinin sağlanarak kapitalizme ve rejime karşı güçlü bir seçenek yaratılmasıydı. Kuşkusuz, böylesi bir eylem birliğinin temel bileşenleri, İşçi sınıfının siyasi hareketleriyle, Kürt hareketidir. Tabii ki, sistemle çelişkili Aleviler ve diğer tüm ezilenler de bu çekim merkezinin bileşenidirler.
Sisteme karşı bir seçenek yaratmak için bu tür bir eylem birliği ihtiyacı olduğunu düşünen sosyalistlet ve Kürt siyasi hareketi 90′lı yıllardan beri böyle bir çaba içerisinde oldu. Bu doğrulutuda her seçimde blok teşkil edilerek ortak olarak seçimlere girildi. Ancak bütün bu dönem boyunca seçim işbirlikleri gerçekleşmesine karşın sokakta da gerçekleşmesi tasavvur edilen eylem birliği hedefine ulaşılamadı. Tabii, Haziran direnişlerine kadar Batıda ki kitle hareketsizliğieylem birliğinin seçimlerle sınırlı kaldığı gerçeğinin üzerini de örttü. Ne zaman ki Gezi’de başlayan direnişin ve canlarını kaybeden gençlerin korku duvarını aşan eylemleri gerçekleşti. Eylem birliğinin maddi temellerinin zaafla malul olduğu su yüzüne çıktı. Kürt siyasi hareketi ‘çözüm süreci’nin engelleyeceği gerekçesiyle Gezi direnişine düşük dozda pasif siyasi destekle sınırlı bir tutum geliştirdi. Bu saptamaya itiraz edip ‘hayır Kürt hareketi de Gezi’de vardı’ diyecek olanlar için, hemen şu hatırlatmayı yapalım. Daha sonra, Gezi direnişine ilişkin Kürt siyasi hareketinin tutumunu, bizzat Cemil Bayık şu ifadelerle zaten belirtti”“Bu endişelerle, katılmama ve zayıf katılma durumu yaşanmıştır. Bu iki anlayış da yanlıştır. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu söylüyorum” 
Yine 17 Aralık operasyonuyla ortaya çıkan şimdilerde Erdoğan’a kadar uzandığı söylenen yolsuzluk operasyonu karşısında da Kürt siyasi hareketi asgarisinden nötralize bir tutuma yöneldi. Bizzat Öcalan ‘17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk rüşvet operasyonu ve ardından ortaya atılan paralel devlet tartışmalarını, ‘sürece yönelik bir darbe girişimi’ olarak niteledi.Böylelikle Gezi direnişi ölçüsüne ulaşmamakla birlikte kitlelerle sokağa inen sosyalist hareketle Kürt hareketi arasında makas yine açılmış oldu.
Kürt siyasi hareketiyle sosyalist hareket arasında birlik sürecinin HDK ile ortak platforma nihayetinde HDP ile ortak partiye varan bu eşikte açıkça görünen hakikat, birliğin iki temel bileşenin ajandalarının nesnel olarak farklılaştığıdır. Evet Kürt siyasi hareketi, yaşanan bu süreci ‘müzakere’ süreci olarak değerlendirerek, kendi gerçekliği ile ne kadar örtüştüğünü düşünüyorsa, sisteme karşı mücadelenin bir aktörü olması gereken sosyalist hareketin ise bu yaşanan süreci alt sınıflar bakımından muktedirlere karşı mücadele süreci olarak değerlendirmesi o kadar gereklidir ve doğrudur. Dolayısıyla bileşenlerden birinin kendi gerçekliğinden kalkarak ‘müzakere’, diğerinin ise muktedirlere karşı mücadele hedefine sahip olduğu bir evrede ortak bir siyasi hatta eylem birliğini yaratmanın nesnel zemini kaymış demektir. İşte bundan dolayıdır ki, HDP’nin bir ‘Türkiye Partisi’ olarak işçi sınıfının, tüm ezilenlerin bir seçeneği olma hedefi büyük ölçüde zaafa uğramıştır. HDP örgütsel olarak da politik olarak da batıda ki BDP haline hızla dönüşmektedir. ‘Türkiye Partisi’ kavramı dile getirildiği için hedeflenenin bu olmadığını biliyoruz, ancak bugün hedeflenenle varılan noktanın örtüşmediği aşikardır.Ne var ki, bütün bu gelişmeleri belirleyenin nesnel faktör olduğunun mutlak ve mutlak altı çizilmelidir.
Nesnel faktör göz ardı edildiğinde Marxist siyasi analiz yönteminden uzaklaşılıp görünenle yetinerek dar polemiklerin dehlizine sürüklenilecektir. Kürt siyasi hareketinin Marxizmden uzaklaştığı dile getirilecek, HDP çatısı altında olanların da aynı eğilime sürüklendikleri polemiği üzerinden kısır bir tartışma gelişecektir.
Görülmesi gereken hakikat: Kürt siyasi hareketinin temsil ettiği Kürt halkının başat politik hedefiyle, sosyalist hareketin temsil etmeyi gerçekleştireceği alt sınıfların ekonomik-politik hedefleriyle bütünüyle çakışmadığı bir sürecin içerisinde bulunmamızdır. Tam da bu noktada sosyalistlerin Kürt siyasi hareketinin kendi ihtiyaçları doğrultusunda izledikleri taktikleri eleştirmeleri akıntıya karşı kürek çekmekten ibaret kalmaktadır.
Bu gerçeklik saptandığında taktik eylem birliklerinin ötesinde, sosyalistlerin Kürt siyasi hareketiyle ortak parti çatısı altında, ortak bir politik hat doğrultusunda yürüyebilmelerinin zeminin de ortadan kalktığını artık kavramak gerekiyor.
Bütün bu değerlendirmenin sonucu şudur: Elbette, sosyalistler, Kürt halkının hangi biçimde olursa olsun statü kazanmak doğrultusunda ki mücadelelerini desteklemek görevini sürdürmelidir, ancak bayrakların karışmasına da yol açmamalıdır.
Haziran sarsıntısı, sosyalist harekete bir işaret fişeği olarak anlaşılmalıdır, politik varoluş ne geçmişin mirası üzerinden, ne de Kürt siyasi hareketi üzerinden olacaktır.

Hiç yorum yok: