25 Temmuz 2014 Cuma

Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Şimdi Politikanın Vasisi Din


Ferhan Umruk
Türkiye yakın tarihinin popüler tartışması politikanın üzerinde kurulmuş olan askeri vesayet meselesi oldu. Kuşkusuz Türkiye’nin siyasi rejiminin niteliksel özellikleri bu tartışmayı gerektirmekteydi. Tartışma post-modern ideolojinin eteklerine sarılarak merkez-çevre ikiliğinin çelişkileri üzerine kuruldu. Siyasi rejimin sınıfsal, burjuva karakterinin üzeri örtülerek ‘Bürokrasi-Halk’ çelişkisi politik çözümün tek anahtarı olarak ilan edildi.
kilicdaroglu_iki_iftara_birden_katildi_h27608
Bu tartışma kelam ve kalemle başladı 2006’da başlayan Ergenekon operasyonu ile karakolda nihayetlenmiş oldu. Askeri vesayet Silivri mahpushanesinin parmaklıklarında nefes tüketip durdu.

Evet, şimdi askeri vesayetin sembol aktörleri cemaat-AKP savaşının yarattığı gedik sonucu dışardalar, ancak artık vasilik rolleri de senaryoda nihayetlenmiş durumda.

Şu günlerde yine politika üzerindeki vesayet tartışılıyor. Bu defa Erdoğan şahsında AKP’nin siyaset ve devlet kurumları üzerindeki vesayetinden söz edilir oldu.
Kuşkusuz AKP’nin yürütme gücünü yasama ve yargı üzerinde hegemonyaya dönüştürerek otoriterleşme yönünde yelkenlerini şişirdiği her geçen gün daha da berraklaşıyor. AKP demek Erdoğan demek olunca kişi kültü üzerinden bir vesayetten söz etmek mümkün oluyor.
Fakat Cumhurbaşkanlığı adaylarının belirlenip, seçim kampanyasının başlamasıyla birlikte ideolojik bir vesayetinde iyice su yüzüne çıktığına tanık olmaktayız.
Yenilgiye uğrayan asker-sivil bürokrasinin vesayetinin ideolojik aracını oluşturan Kemalist ideolojinin yerini dinin politika üzerindeki vesayeti almış bulunuyor. Bu hakikatin gözlerden saklanamayacak birinci delili sistemin iki siyasi bloğunun adayının islamcı kimliğe sahip olmaları. Milli görüş damarından tezahür eden Erdoğan’a karşı CHP-MHP bloğu islami kimlikle mücehhez Ekmelettin İhsanoğlu’nu aday göstermiş bulunuyor.
Sistemin iki siyasi odağının çatışmasında, Erdoğan’ın önlenemez yükselişi diğer odağın kendisini aşan taktiklere başvurmasına yol açıyor. Laik-ulusalcı tabanının duyacağı hoşnutsuzluğa rağmen CHP, islami kimlikli bir adayın destekçisi oluveriyor.
Burada  araya girip şunu ifade edelim: Sistemin bütün partileri dünya kapitalizminin kitleleri yoksullaştıran neo-liberal politikalar dışında bir hareket alanına sahip değil. Dolayısıyla AKP iktidarına karşı CHP-MHP ve diğer sistem içi muhalefetler alternatif ekonomi-politikalar değil, sadece kimlik, kültür dolayımlı bir yönteme odaklanıyorlar.
CHP-MHP bloğunun da bugün yapmış olduğu,  kimlik-kültür zemininde bir hamle, bu hamleyle Erdoğan’ın Sünni-İslam kimliği üzerinden sağladığı yükselişi durdurmaya çalışıyorlar.Cemaatin lojistik desteğiyle Erdoğan’ın silahıyla Erdoğan vurulmak isteniyor.
Türkiye’nin sosyo-politik olarak kimlik-kültür çatışması dolayımında bir zemine sürüklenmesi hem sistem partilerinin ekonomi-politikalarının aynılaşmasından, hem de batılılaşma paradigmasının erozyona uğraması ile sonuçta bir ortadoğu ülkesi olmasından kaynaklanıyor. Cengiz Çandar’ın söz ettiği gibi ortadoğu etnik ve dini mezhepler savaşıyla, Avrupa’nın 17. yüzyılda yaşamış olduğu 30 yıl savaşlarına sürüklenmiş bulunuyor.
Türkiye, Suriye’de Sünni-İslamcı örgütlere sağladığı destekle Ortadoğu savaşlarının bizzat içerisinde bulunuyor. Sonuçta dış politika iç politikanın uzantısı olduğuna göre etnik ve mezhep savaşlarının tarafı haline gelen Türkiye kendi içine de bu çatışmayı ithal etmekle karşı karşıyadır. İşte bölgede yaşanan bu atmosfer Türkiye’de politikanın üzerinde dinin vesayet kurmasına zemin hazırlıyor.
Böylesi bir atmosferde Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gitmekte olan Türkiye’de, dinin politik alanın dışında olması prensibiyle belirlenen laiklik anlayışından mesafe alındığının işaretleri daha da belirginleşiyor. Cumhurbaşkanı adayları seçim kampanyalarını iftar sofralarına yerleştiriyor. Erdoğan ve İhsanoğlu bu konuda birbiriyle yarışıyor. Din politikanın üzerinde vesayetini giderek derinleştiriyor.
Daha önemlisi özgürlükçü-laiklik anlayışıyla sistem karşısında seçenek yarattığını ifade eden HDP ve onun Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ta dinin politika üzerinde kurmakta olduğu vesayet rüzgarına HDP’nin düzenlediği iftar kampanyası ile amacı hilafınaysa bile eşlik etmiş oluyor.
Kutsal aile fotoğrafları pr çalışması Erdoğan ve İhsanoğlu için olduğu gibi Demirtaş için de medyanın bütününde baş köşede…
Kuşkusuz Selahattin Demirtaş kampanyasını başlatırken açıkladığı metinle etnik, dinsel kimliğinden, cinsiyetinden dolayı ezilenlerin yüreklerine su serpti. Fakat üçüncü seçenek olma imkanı yalnızca ezilen kimliklerin kimlik taleplerini sahiplenmekle sağlanamaz. Çoğunluk olan kimlikten açıkça ifade edelim Sünni-Türk kimliğinden de alınacak destekle mümkündür. Peki bu nasıl mümkün olabilir? Her kültürel kimliğin olduğu gibi çoğunluk kimliğinin de kapitalizmin yaratmış olduğu sınıflardan ve sosyal eşitsizliklerden oluşmuş sosyolojiler olduğunun bilinciyle sömürülenlerin ve yoksulların taleplerini üstlenmekle mümkündür. Bu bakımdan kendi seçimiyle bilinciyle değil nesnel olarak bir sosyal varlık olan işçi sınıfı toplumun tüm kimliklerini kesen ve onları bileştirebilecek niteliksel özelliğe sahiptir. Dolayısıyla HDP’nin bütün ezilenleri birleştirme hedefiyle çelişen programatik yanılgıyla işçi sınıfını da kültürel kimliklerden biri olarak ele alması başlı başına hedefinin  handikapı haline geliyor.
HDP bu handikapı aşabilir mi, yoksa azınlık kimliklerin kuşkusuz haklı taleplerinin savunucusu olmanın sınırlarında mı kalır? Eğer sosyal eşitsizliği, sınıfların varlığını inkar eden liberallerin özgürlük! retoriğini politik hattının merkezi haline getirirse kendi sınırını kendisi çizmiş olacaktır.
Unutulmaması gereken temel saptama, kapitalizmin neo-liberal politikaları Türk, Kürt, Sünni, Alevi, Hıristiyan, Ateist, kadın, erkek, lgbti tüm emekçileri, yoksulları ayırt etmeksizin ezmektedir.

Hiç yorum yok: