Mahmut Balpetek
Diyarbakır’da başladığımız yolculuğumuzun ilk durağı olan Van’a gitmek için Silvan, Bitlis, Baykan ve Tatvan’ı arkamızda bıraktıktan sonra, Behrı Van’ı (Van Denizini ) solumuza alarak beş saatlik bir yolculuğun sonunda Van’a girdik. Diyarbakır – Van yolculuğumuz esnasında olağan üstü bir durumla Diyarbakır’da başladığımız yolculuğumuzun ilk durağı olan Van’a gider ken karşılaşmadık.
Güvenlik güçleri kışlalarına dünmüş, çevirme ve kontrol noktaları kaldırılmış, günlük hayat normale dönmüş. İki günlük Van gezisinin ardından, Hakkâri’ye gitmek için harekete geçtik. Başkale’ye doğru dağların ve ırmakların eşliğinde bir müddet ilerledikten sonra dağları aşmak üzere tırmanışa geçtik. Başkale’ye girdiğimizde olağan durumun yerini olağan üstü duruma terk edeceğinin bütün emareleri belirginleşti. Şehir; etrafından başlayarak merkezine doğru adeta kolluk kuvvetinin işgali altında.YeniOHAL bölgesi görünümündeydi. Başkale’den Hakkâri’ye doğru yola devam ettik. Harika bir doğanın içinden yılan gibi kıvranan yollar ve bize Çukurca’ya kadar eşlik edecek Zap Suyu ile birlikte Hakkâri Yüksekova yol ayrımına geldik. Yol ayrımına kurulan karakol sınır kapısı görünümündeydi. Kimliklerimiz alındı, arabamız arandı, nereye gidiyorsunuz? Neden gidiyorsunuz sorularına verdiğimiz yanıtların ardından kapılar açıldı ve Zap Suyu üzerindeki köprüyü aşarak, Hakkâri kent merkezine doğru tırmanışa geçtik. Kent merkezinin etrafını saran Sümbül ve Cilo dağları kentli bir tablo tadına büründürmüş durumdaydı. Bütün savaş ve yıkımlara karşın güzelliğini korumayı başarmış bu şehir, insanda hayranlık duygusunun ne anlama geldiğini yeniden anımsatır gibiydi.
Hakkari’ye giden tek bir yol olması nedeni ile, geldiğimiz yoldan dönerek Çukurca’ya doğru yola çıktık. Zap Suyunu sağımıza Sümbül dağını solumuza alarak yaklaşık doksan kilo metrelik bir kanyona girdik. Kanyonun her noktası farklı bir heykeltıraşın marifetli ellerinden çıkmış heykel görünümü arz etmekteydi. Hayranlıkla bakarak içinden geçtiğimiz kanyon bizim bütün dikkatimizi üstüne çekmeyi başaran açık hava müzesiydi. Artık, Başkale’den sonra her şehrin girişi karakol her yüksek tepesi kalekol olmuştu. Her ırmağı deresi baraj, dağların doruklarına doğru tırmanan yol olmuştu. Yerleşkelere giren bütün yollara kontrol yapılmak için karakol kapıları inşa edilmiş durumdaydı. Kapılarda nereden geliyorsunuz? Niçin geldiniz, nereye gideceksiniz soruları mutatlaşmaktaydı.
Hakim Tepeler, Kalekol, Dereler, Baraj
On altı aydır süren ateşkes ve çatışmasızlık döneminin en başından itibaren tartışmalı konusu kalekol olgusu oldu. Bu olgunun böylesi tartışma konusu olmasının başlıca nedeni ateş kes ve çatışmasızlık ortamının ruhuyla çatışıyor olmasıdır. Çatışmazlık sürecinin bir ara aşama olduğu, bunun kalıcı barışla noktalanması için sürecin ruhuyla çatışan politikaların önce azaltılması ardından bütünüyle ortadan kaldırılması gerekliliğinin ötesinde kaçınılmaz bir zorunluluktur. Dolayısı ile Kalekol ve güvenlik maksatlı inşa edilen barajlar ve dağların zirvelerine kadar yapılan oto yollar bu sürecin ruhuyla çatışmaktadır.
Ateşkesin hemen akabinde kalekol inşaatlarının yapımı için ihaleye çıkarılması, niçin yapıldığının anlaşılır olması açısından yeterlidir. Bu aynı zamanda AKP’nin Kürt sorununun geleneksel devlet aklı olan “güvenlik sorunu” olarak algıladığının ifşasıdır.
Gezdiğimiz Hakkari, Şırnak bölgesinde gördüğümüz her yüksek tepeye kalekol, akan derelerin üzerinde, birkaç kilo metrede bir baraj inşa edilmekteydi. Bir taraftan doğa tahrip ediliyorken, öte yandan büyük bir savaşa hazırlık yapılıyor gibiydi. Roboski’de Mahmut adında bir genç ile sohbete koyuldum. Cesaretli, özgüvenli ve umutlu bir genç olan Mahmut; Roboski katliamından yarım saatlik bir zaman farkıyla tesadüfen kurtulduğunu belirtti. “AKP’nin ateşkesi barışla sonuçlandıracak politikalar geliştirmediğini, ateşkesin devamında kalıcı bir barışın sağlanması konusunda endişeli olduklarının ”altını çizdi. Kendi endişesinin bölge halkının ağırlıklı eğilimi olduğunu söyleyen Mahmut; Kalekol, baraj inşası ve yol kontrol noktalarının sıklığını, endişesinin kaynağı olarak işaret etti. Bölge halkının kalekol ve baraj inşaatlarına karşı öfke beslediğini söyleyen Mahmut, bu öfke patlamasının kaçınılmaz olduğu görüşündeydi. İlkokul mezunu olduğunu söyleyen Mahmut; barış isteyen kalekol ve baraj yapmaz, mevcut olan karakolları boşaltır, Kürt halkını birbirinden ayıran sınırları kaldırıp halkın özlemi olan tarihsel buluşmayı sağlar. Mahmut ile sohbetim esnasında yaptığı analizler bana bölge insanın ne kadar politik olduğunu yeniden anımsattı.
AKP’nin Kürt sorununu rehine tutarak, Kürtleri kendi geleceği için kalkan olarak kullanmayı kurgulamakta olduğunu düşündürdü. Bu durum; tehlikeli bir gelişmenin başlangıcı olduğu gibi bölge halkının, AKP’nin mevcut pozisyonunu bilince çıkarmış olması ise bu stratejinin baştan boşa çıkarılacağı ihtimalini güçlendirmektedir.
Biz Dün Ne Yapıyorsak, Bugün’de Onu Yapıyoruz
Devletin kaçaklık olarak nitelediği, ancak dünya’da sınır ticareti olarak tanımlanan faaliyet ile kalekollar arasında nasıl bir ilişkinin olduğunu sordum, Mahmut’a… “Katırla sınır ticareti yapmaya devam ettiklerini bunu yapmak dışında bir şanslarının olmadığını” belirttikten sonra aslında “yaptıklarının ticaret değil taşımacılık olduğunu, katır yükü karşılığında yüz elli lira ücret aldığını, yükü paralı kimseler adına getirdiğini” ifade etti. Ardından “devletin sınır ticaretini kaçakçılık olarak göstermesinin en önemli nedeni, Kürdistan’ın farklı parçaları arasında ki, beşeri ilişkinin yaratacağı sonuçlarından korkmaktadırlar. Zira bu ilişkiler toplumsal bilincin biçimlenmesinde doğrudan etki gücüne sahiptir. Farklı parçalarda yapılan mücadele ve edinilmiş deneyimlerin karşılıklı aktarılması mevcut beşeri ilişkilerle doğrudanilintilidir.Onların sınır diye bize dayattıkları aslında açık hava cezaevlerinden başka bir şey değildir.Bunun dışına çıkmamız resmi ideolojinin çemberinin dışına çıkmamız ile eş anlamlıdır.
Kabul edilemez gördükleri bu durumdur. Yani, bizi fiziki olarak yeniden cezaevi sınırları içine çekmek istedikleri gibi, beynimizi de resmi ideolojinin sınırları içine çekmeye çalışmaktadırlar”. Mahmut, bölge halkının bunu kabul etmesini kimse beklemesin diye sözünü noktaladı.
Yönetilebilinir kriz ve Bayrak
AKP iktidarının uzun bir süredir toplumsal hassasiyetleri kaşıyarak halkları bir birine kırdırma eşiğine getirmeye çalıştığı herkesin malumu. Gezi sırasında; “camide içki içtiler” ve “başörtülü kadına saldırdılar” ile laik muhafazakar çatışması yaratmaya çalıştığı bütün tazeliği ile hafızalardadır. Lice’de yapılan kalekollara karşı uzun zamandır sivil direniş sürmekteydi. Diyarbakır’da gerçekleşen Kürt Çalıştay’ı sırasında AKP Hükümeti’nin Lice’de katliama girişmesi gerginlik fitilinin ateşlenmesine ve büyük bir patlama gerçekleşmesine sebep oldu. Bütün toplum iki kişinin öldürülmesini kınarken, bir gün sonra girilmesi adeta imkansız olan bir askeri bölgede bayrak indirme olayı yaşandı. Akabinde Başbakanın sert açıklaması ile Kürt halkına karşı birçok yerde milliyetçi saldırılar gerçekleşti ve artık katliam unutulmuş, bayrak tartışılır olmuştu. Bu sözlerimden sembollere saygısızlık yaptığım anlamı çıkarılmamalıdır. Sadece amacım, sembollerin kim tarafından ve niçin devreye sokulduğunun altını çizmektir . Zaten görüldü ki, katliamla birlikte bölgeye giden CHP yetkilileri; insanların öldürülmesini lanetleyerek demokratik bir tepki ortaya koyarken, bir gün sonra “yapılır mı bu benim bayrağıma “noktasına çekilerek milliyetçiler kervanına katılmış oldular.
Suriye ile ilgili sosyal medyaya dökülen tapelerde MİT müsteşarının söyledikleri hala hafızalardadır: “Karşıya geçerek sekiz füze atarız ardından Suriye’ye gireriz” .Nedeni bilinmez ama bu komplo gerçekleşmedi ancak Lice katliamı ile birlikte kışlaya girilerek, bu komplo adeta sahnelendi. Ve toplumun demokratikleşme yönelimi ırkçılığın kabarması ile yer değiştirdi. İç siyasete yönetile bilinir kriz yaratan AKP’nin bunu dış siyasete başarıyla sürdürdüğünü söylemek zor.
Burası Ortadoğu’ ya… Kimin, kiminle ittifak yaptığı, ertesi gün kiminle yola devam ettiği bilinmez. Dün Rojava devrimini çalmak için IŞİD’ni destekleyen İran, Türkiye ve KDP, IŞİD’ın Musul’u işgali sonrasında bu kez IŞİD’ e karşı birleşir oldular. Şimdi İŞID’e karşı harekete geçen Kürt peşmergelerine YPG güçleri aktif destek vererek İŞID’ın işgalini kırmak üzere harekete geçmiş durumdadır. Bu işgal kırılabilinir ise doğası geregi IŞİD’nin Türkiye konsolosluğunda gönderden indirdiği, Türk bayrağı indirilen yere yeniden çekilecektir. Yani İŞID’ın indirdiği Türk bayrağını YPG güçlerinin de içinde bulunduğu güçler tarafından yeniden dalgalanmak üzere göndere çekilecektir. Irkçıların böylesi bir sonuç karşısında nasıl bir refleks göstereceği merak konusudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder