19 Temmuz 2014 Cumartesi

Tanıklıklarım Lice, Musul ve Bayrak



  Mahmut Balpetek
Diyarbakır’da başladığımız  yolculuğumuzun ilk durağı olan Van’a gitmek için Silvan, Bitlis, Baykan ve Tatvan’ı arkamızda  bıraktıktan sonra, Behrı Van’ı (Van Denizini ) solumuza alarak  beş saatlik bir yolculuğun sonunda Van’a  girdik. Diyarbakır – Van yolculuğumuz esnasında olağan üstü bir durumla Diyarbakır’da başladığımız  yolculuğumuzun ilk durağı olan Van’a gider ken karşılaşmadık.
lice direniş
Güvenlik güçleri kışlalarına dünmüş, çevirme ve kontrol noktaları kaldırılmış, günlük hayat normale dönmüş. İki günlük Van gezisinin ardından, Hakkâri’ye gitmek için harekete geçtik. Başkale’ye doğru dağların ve ırmakların eşliğinde bir müddet ilerledikten sonra dağları aşmak üzere tırmanışa geçtik. Başkale’ye girdiğimizde olağan durumun yerini olağan üstü duruma terk edeceğinin bütün emareleri belirginleşti. Şehir;  etrafından başlayarak  merkezine doğru  adeta  kolluk kuvvetinin işgali altında.YeniOHAL bölgesi  görünümündeydi. Başkale’den Hakkâri’ye   doğru yola devam ettik. Harika bir doğanın içinden yılan gibi kıvranan yollar ve bize Çukurca’ya kadar eşlik edecek Zap Suyu ile birlikte Hakkâri Yüksekova yol ayrımına geldik. Yol ayrımına kurulan karakol sınır kapısı görünümündeydi. Kimliklerimiz alındı, arabamız arandı, nereye gidiyorsunuz? Neden gidiyorsunuz sorularına verdiğimiz yanıtların ardından kapılar açıldı ve Zap Suyu üzerindeki köprüyü aşarak, Hakkâri kent merkezine doğru tırmanışa geçtik. Kent merkezinin etrafını saran Sümbül ve Cilo dağları kentli bir tablo tadına büründürmüş durumdaydı. Bütün savaş ve yıkımlara karşın  güzelliğini korumayı başarmış bu şehir, insanda hayranlık duygusunun ne anlama geldiğini yeniden anımsatır gibiydi.


   Hakkari’ye giden tek bir yol olması nedeni ile, geldiğimiz yoldan dönerek Çukurca’ya doğru yola çıktık. Zap Suyunu sağımıza Sümbül dağını solumuza alarak yaklaşık doksan kilo metrelik bir kanyona girdik. Kanyonun her noktası farklı bir heykeltıraşın  marifetli ellerinden çıkmış heykel görünümü arz etmekteydi. Hayranlıkla bakarak içinden geçtiğimiz kanyon bizim bütün dikkatimizi üstüne çekmeyi başaran açık hava müzesiydi. Artık, Başkale’den sonra  her şehrin girişi karakol her yüksek tepesi kalekol olmuştu. Her ırmağı deresi baraj, dağların doruklarına doğru tırmanan yol olmuştu. Yerleşkelere giren bütün yollara kontrol yapılmak için karakol kapıları inşa edilmiş durumdaydı. Kapılarda nereden geliyorsunuz? Niçin geldiniz, nereye gideceksiniz soruları mutatlaşmaktaydı.
                               Hakim Tepeler, Kalekol, Dereler, Baraj
       On altı aydır süren ateşkes ve çatışmasızlık döneminin en başından itibaren  tartışmalı konusu kalekol olgusu oldu. Bu olgunun böylesi tartışma konusu olmasının başlıca nedeni ateş kes ve çatışmasızlık ortamının ruhuyla çatışıyor olmasıdır. Çatışmazlık sürecinin bir ara aşama olduğu, bunun kalıcı barışla noktalanması için sürecin ruhuyla çatışan politikaların önce azaltılması ardından bütünüyle ortadan kaldırılması gerekliliğinin  ötesinde kaçınılmaz bir zorunluluktur. Dolayısı ile Kalekol ve güvenlik maksatlı inşa edilen  barajlar ve dağların zirvelerine kadar yapılan oto yollar bu sürecin ruhuyla çatışmaktadır.
    Ateşkesin hemen akabinde  kalekol inşaatlarının yapımı için ihaleye çıkarılması, niçin yapıldığının anlaşılır olması açısından yeterlidir. Bu aynı zamanda  AKP’nin Kürt sorununun  geleneksel devlet aklı olan “güvenlik sorunu” olarak algıladığının ifşasıdır.
   Gezdiğimiz Hakkari, Şırnak bölgesinde gördüğümüz her yüksek tepeye kalekol, akan derelerin üzerinde, birkaç kilo metrede bir baraj inşa edilmekteydi. Bir taraftan doğa tahrip ediliyorken, öte yandan büyük bir savaşa hazırlık yapılıyor gibiydi. Roboski’de Mahmut adında bir genç ile sohbete koyuldum. Cesaretli, özgüvenli ve umutlu bir genç olan Mahmut;  Roboski  katliamından yarım saatlik bir zaman farkıyla tesadüfen kurtulduğunu belirtti. “AKP’nin ateşkesi barışla sonuçlandıracak politikalar geliştirmediğini, ateşkesin devamında kalıcı bir barışın sağlanması  konusunda endişeli olduklarının ”altını çizdi. Kendi endişesinin bölge halkının ağırlıklı eğilimi olduğunu söyleyen Mahmut; Kalekol, baraj inşası ve yol kontrol noktalarının sıklığını, endişesinin kaynağı olarak işaret etti.  Bölge halkının kalekol ve baraj inşaatlarına karşı öfke beslediğini söyleyen Mahmut, bu öfke patlamasının kaçınılmaz olduğu görüşündeydi. İlkokul mezunu olduğunu  söyleyen Mahmut;  barış isteyen kalekol ve baraj yapmaz, mevcut olan karakolları boşaltır, Kürt halkını birbirinden ayıran sınırları kaldırıp halkın özlemi olan tarihsel buluşmayı sağlar. Mahmut ile sohbetim esnasında yaptığı analizler bana bölge insanın ne kadar politik olduğunu yeniden anımsattı.
 AKP’nin Kürt sorununu rehine tutarak, Kürtleri  kendi geleceği için kalkan olarak kullanmayı kurgulamakta olduğunu düşündürdü. Bu durum;  tehlikeli bir gelişmenin başlangıcı olduğu gibi bölge halkının, AKP’nin mevcut pozisyonunu bilince çıkarmış olması ise bu stratejinin baştan boşa çıkarılacağı ihtimalini güçlendirmektedir.
  
 
           Biz Dün Ne Yapıyorsak,  Bugün’de Onu Yapıyoruz
 
       Devletin kaçaklık olarak nitelediği, ancak dünya’da sınır ticareti olarak tanımlanan faaliyet ile kalekollar arasında nasıl bir ilişkinin olduğunu sordum, Mahmut’a… “Katırla sınır ticareti yapmaya devam ettiklerini bunu yapmak dışında bir şanslarının olmadığını” belirttikten sonra aslında “yaptıklarının ticaret değil taşımacılık olduğunu, katır yükü karşılığında yüz elli lira ücret aldığını, yükü paralı kimseler adına getirdiğini” ifade etti. Ardından  “devletin sınır ticaretini kaçakçılık olarak göstermesinin en önemli nedeni, Kürdistan’ın farklı parçaları arasında ki, beşeri ilişkinin yaratacağı sonuçlarından korkmaktadırlar. Zira bu ilişkiler toplumsal bilincin biçimlenmesinde  doğrudan etki gücüne sahiptir. Farklı parçalarda yapılan mücadele ve edinilmiş  deneyimlerin karşılıklı aktarılması mevcut beşeri ilişkilerle doğrudanilintilidir.Onların  sınır diye bize dayattıkları aslında açık hava cezaevlerinden başka bir şey değildir.Bunun dışına çıkmamız resmi ideolojinin çemberinin dışına çıkmamız ile eş anlamlıdır.
Kabul edilemez gördükleri bu durumdur. Yani, bizi  fiziki olarak yeniden cezaevi sınırları içine çekmek istedikleri gibi, beynimizi de resmi ideolojinin  sınırları içine çekmeye çalışmaktadırlar”.  Mahmut, bölge halkının bunu kabul etmesini kimse beklemesin diye sözünü noktaladı.
 
                   Yönetilebilinir kriz   ve Bayrak
    
 AKP iktidarının uzun bir süredir toplumsal hassasiyetleri kaşıyarak halkları bir birine kırdırma eşiğine getirmeye çalıştığı herkesin malumu. Gezi sırasında;  “camide içki içtiler” ve  “başörtülü kadına saldırdılar” ile laik muhafazakar çatışması yaratmaya çalıştığı bütün tazeliği ile hafızalardadır. Lice’de yapılan kalekollara  karşı  uzun zamandır sivil direniş sürmekteydi. Diyarbakır’da gerçekleşen  Kürt Çalıştay’ı  sırasında AKP Hükümeti’nin Lice’de katliama girişmesi gerginlik  fitilinin  ateşlenmesine ve büyük bir patlama gerçekleşmesine sebep  oldu. Bütün toplum iki kişinin öldürülmesini kınarken,  bir gün sonra girilmesi adeta imkansız olan bir askeri bölgede bayrak indirme olayı  yaşandı. Akabinde Başbakanın sert açıklaması  ile Kürt halkına karşı birçok yerde milliyetçi saldırılar gerçekleşti ve artık katliam unutulmuş, bayrak  tartışılır olmuştu. Bu sözlerimden sembollere saygısızlık yaptığım anlamı çıkarılmamalıdır. Sadece amacım, sembollerin  kim  tarafından  ve niçin devreye sokulduğunun altını çizmektir . Zaten görüldü ki, katliamla birlikte bölgeye giden CHP yetkilileri; insanların öldürülmesini  lanetleyerek demokratik bir tepki ortaya  koyarken,  bir gün sonra “yapılır mı  bu benim bayrağıma “noktasına çekilerek milliyetçiler  kervanına katılmış  oldular.
  Suriye ile ilgili sosyal medyaya dökülen tapelerde MİT müsteşarının söyledikleri hala hafızalardadır: “Karşıya geçerek sekiz füze atarız ardından Suriye’ye gireriz” .Nedeni bilinmez ama bu komplo gerçekleşmedi ancak Lice katliamı ile birlikte kışlaya girilerek, bu komplo adeta sahnelendi. Ve toplumun demokratikleşme yönelimi ırkçılığın kabarması ile yer değiştirdi. İç siyasete yönetile bilinir kriz yaratan AKP’nin bunu dış siyasete başarıyla sürdürdüğünü söylemek zor.
   Burası Ortadoğu’ ya… Kimin, kiminle   ittifak yaptığı, ertesi gün kiminle yola devam ettiği bilinmez. Dün Rojava devrimini çalmak için  IŞİD’ni destekleyen İran, Türkiye ve  KDP, IŞİD’ın Musul’u işgali sonrasında bu kez  IŞİD’ e karşı  birleşir oldular. Şimdi İŞID’e karşı harekete geçen Kürt peşmergelerine YPG güçleri aktif destek vererek İŞID’ın işgalini kırmak üzere harekete geçmiş durumdadır. Bu işgal kırılabilinir ise  doğası geregi IŞİD’nin  Türkiye konsolosluğunda gönderden indirdiği, Türk bayrağı  indirilen yere yeniden çekilecektir. Yani İŞID’ın indirdiği Türk bayrağını YPG güçlerinin de  içinde bulunduğu güçler tarafından yeniden dalgalanmak üzere göndere çekilecektir. Irkçıların böylesi bir sonuç karşısında nasıl bir refleks göstereceği merak konusudur.

Hiç yorum yok: