18 Eylül 2014 Perşembe

Aramızda Ne Perde Ne De Uçurum Olsun Diye


Oktay Orhun
Yazının başlığı, Latin Amerika’nın önemli yazarlarından biri olarak tanınan Mario Benedetti’ninTaktik ve Strateji şiirinden. Urugaylı yazar, bu şiirinin dizelerinde, Marksistlerin aşina olduğu bu iki kategoriyi cinsel aşka uyarlar: Ötekine yönelik günlük tüm edimler içtendir içten olmasına ama, olsa olsa stratejiye hizmet eden birer taktik görevi görürler. Çok daha yalın ve derin olan strateji ise, her günün sonunda hangi vesile ile olursa olsun, “sevgili”ni şairi arzulamasıdır.



Cumhurbaşkanlığı seçimleri, ortaya çıkan üç adayla birlikte ana gündem maddesi haline geldiğinden beri, Türkiye solunun takındığı tutum(lar) hangi stratejiden kaynaklı, hangi taktiklerin hayata geçirilmesidir, anlamak gerçekten mümkün değil. Üstelik bunu sadece Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilen (örtülü) destek için değil, revaçta olan boykot tutumu için de dile getiriyorum. Aynı şekilde Selahattin Demirtaş’a verilen destek için de bunu söylüyorum. Yani meselem takınılan politik tutumlardan ziyade bunların hangi saiklerle hayata geçirildiği üzerine…

Bir gözlemim ve bu gözlem sonucu dile getirmek istediğim maruzatım var: Daha dün, rejimin niteliği üzerine söylenen onca söz sanki unutulmuş gibi: Polis ve istihbarat erki ile desteklenmiş sivil otoriteryenizm eğilimi ve totaliterizm tehdidi. İslâmın bir din olarak değil, riyakâr bir söylemin kültürel yansımasına bürünmüş egemen ekonomik ilişkiler ağı olarak toplumsallaştırılması. (Buna “çarpık muhafazakârlaşma” diyelim, üstelik bunun eşitlikçi ve samimi Müslümanları ne denli rahatsız ettiğini de hatırlayalım.) Bu süreçle paralel bir şekilde Alevi yurttaşların toplumsal bütünlükten köktenci bir kopuşa zorlanmaları. Neoliberal ekonomik yapılanma içinde emekçi kitlelere ve yoksul halka reva görülen zulüm. Dahası özelleşmiş ve şirketleşmiş iktidarın (oligarşi eğilimli) düşleminde diğer sermaye gruplarını da bastırmak, mümkünse yok etmenin her daim görülüyor olması.

Rejimin niteliği neydi de ne oldu? Eğer yapısal bir değişim, geçtiğimiz iki yıl içinde belirgin bir şekilde yaşandı ise, hâlâ daha yaşanıyorsa, bu bizleri, stratejilerimizi ve bunlara ilişkin taktiklerimizi gözden geçirmeye itmez mi? Marksist çözümleme, niteleme ve politika kategorileri işlevselliklerini, liberallerin iddia ettikleri gibi yitirdiler mi sahiden? Zannetmiyorum. Belki de “Yeni Türkiye” söylemi, kesin bir rejim değişimine tekabül ediyordur ve çözümlenip nitelenmesi gereken de işte budur.

AKP iktidarına ve onun neoliberal ve kültürel yıkımına karşı açığa çıkan toplumsal dinamikler ve/veya ekonomik ve siyasal emek hareketinin yüzleşmek zorunda kaldığı her yenilgi, mevcut sol düzlemi paramparça etmeye başladı bile. Kuşkusuz Türkiye Komünist Partisi bunun bir yansımasıydı. Ama kabul edelim, “bu” tartışma her mücadeleci sendikaya, her örgüte sirayet etmiş durumda, değil mi?

Nedir “bu” tartışma? “Taktik ve Strateji” olabilir mi? Kitleler samimiyet talep eder. Gündelik hayhuy içinde teşkilatları eylemeye çalışmak, bugünü kurtarır kurtarmasına da, mevcut kadroları daha çetin ve daha sert geçeceği belli olan yakın dönemde, hele ki orta sınıf kaynaklı olup toplumun yoksul katmanlarına dayanabilecek bir reaksiyon hareketi ile, pekâlâ atomize edebilir. Aramızda ne perde ne de uçurum olsun diye, lütfen dikkat.

Hiç yorum yok: