Sarkis HATSPANIAN
Ermenilerde
neredeyse kader anlamını taşıyan gerçekliğe istinaden; bir yerde
doğulur, başka bir yerde yaşanır ve bambaşka bir yerde ölünür. Bu olgu,
acılı tarihimizin şimdiye dek yaşamayı sürdürenlerince “Ne yapalım,
alınyazımız böyle yazılmış işte !” sözleriyle hayatımızın en ayrılmaz
gerçekliği olarak bir ömür boyu omuzumuzda taşınan ağır yükün de en kısa
anlatılışıdır yani !…
Pagan
dönemin ardından Hristiyan dininin yayıldığı kadim Ermenistan
topraklarında halkımızın en fazla rağbet gösterdiği ismin, onulmaz
işkencelere uğratılmasından sonra dünyevi hayatına çarmıha gerilerek son
verilen Hazreti İsa Mesih’i dünyaya getiren anasının taşıdığı Mariam
(Meryem)’in halkımız tarafından kutsal olarak algılanması nedeniyle
kızlarımıza konulan isim olmasıdır.
Özü
Sasunlu olan Armak ve Dikranian ailelerinin 15 mart 1925 yılında
Beşiri’de doğma kızlarına Mariam (Meryem) ismini vermeleri de işte, hem
inançlı ailenin Hristiyan ananelerine uygun hareket edildiğini gösteren
özenin, hem de dedeleri papaz olan ailenin kutsallığı
önemsemelerindendir şüphesiz !
Henüz
büluğ çağında Silvanlı Ağacan (Cano) Bakırcıyan’la evlendirilen Mariam
(Meryem) Armak-Dikranian, kendi ailesinin olduğu gibi, eşinin de 1934
yılında vuku bulan soyadı kanunu adlandırılan kültürel soykırımla bu
toprakların asıl sahipleri Ermeni ve Elen (Rum) halklarının zorla
değiştirilerek, Türk(çe)leştirilen soyadı faciası sonrası dünyaya
getirdiği 7 çocuğunun da taşımak zorunda bıraktırıldığı BAKIR soyadı
örneğinde olduğu gibi, Armenak’ı dışındakilerin isimlerinin nüfus
kütüğünde yazdırılanlardan farklı olarak, Sasun özgürlük direnişlerine
katılmış Ermeni halk fedaileri ve onların analarıyla, eşlerinin anısını
yaşatmak amacıyla verilmiş adlarla taçlandırdıklarını bile hem Silvan,
hem Tigranakert (Diyarbakır-Amed), hem de İstanbul’da yaşadıkları
zamanlarda “kem gözlerden” saklamak zorunda bırakıldığını da
kimi-kimselere söylememişti işte ! Öyleki, “T.C.” nüfus kayıtlarına,
Meryem, İbrahim, Süslü, Adnan, Kenan, ve Semra olarak geçen çocuklarının
gerçek isimlerinin, Mariam, Abraham, Sose, Arman Antuan, Keğam ve Sima
olduğunu bir kendi bildi herhal, bir de yine Ermeni bir ananın evladı
olarak dünyaya gelen değerli şair Ahmed Arif’in dizeleriyle
ölümsüzleştirdiği “ağzı var dili yok Diyarbekir kalesi !…”
“Analardır adam eden adamı,aydınlıklardır önümüzde gider,
Sizi de bir ana doğurmadı mı ?
Analara kıymayın efendiler”
dizeleriyle
tanıdığımız bir başka değerli şair Nazım Hikmet’in bu tartışılmaz
doğruyu böylesine güzel sunmasına paralel olarak, Mariam (Meryem) ananın
Silvan’dan Tigranakert (Diyarbakır)’a göçen ailesinin 7 çocuğundan
dördüncüsü olarak dünyaya getirdiği Armenak evladının doğup-büyüdüğü
topraklarda verilen sosyo-politik mücadelelerin en ön saflarında yerini
alan devrimci örgütlerden TKP-ML / TİKKO’nun liderlerinden biri olarak
bir daha inmemek üzere dağa çıkmasından kısa bir zaman sonra canlı bir
efsaneye dönüşmesiyle noktalanan dünyevi yaşamının tarif edilmez tüm
acılarını ana yüreğinin en derinlerinde taşıyarak geçirdiği şu son 34
yılını kelimelerle anlatmak mümkün olmasa gerek !
Ezgiler,
baskılar, soruşturmalar, polis takibi, mahpusane, dayak, işkence, vb.
gibi çilelerin enva-i türüne uğratılmış BAKIR(CIYAN) ailesinde,
1960’ların başından beri, hem ana, hem de babalık yapagelmiş Mariam
(Meryem) ananın doğup da büyüyemediği Beşiri’den Tigranakert
(Diyarbakır), oradan İstanbul ve daha sonrasında da taa İskandinavya’nın
İsveç ellerine uzanan uzun yolculuğunda garip-gurbetlik ağusunu
tatmasının temelindeki onulmaz acı, 20.inci yüzyılın başlarında
insanlığa karşı işlenmiş olan soykırım suçunun doğurduğu insanlık dışı
sonuçlardan kendi payına düşenini omuzlayagelmesinden başka birşey
değildi elbet !
Pek
değerli bu insanımızı, Mariam (Meryem) anayı zorunlu göçmen olarak
yaşadığı İsveç’te kaybettiğimize dair haberi edindiğimde ilk hissettiğim
şey, çocukluk yıllarından beri doyasıya kucaklayıp-koklayamadığı oğlu
Armenak’a olan özlem ve sevgisini 34 yıldan bu yana yüreğinin en
derinlerinde saklayagelmiş bir ananın sonunda evladıyla
buluşup-kucaklaşacağı düşüncesinin yerini acıyı metanete dönüştüren
duygulara bırakmasıydı.
13 mayıs 1980 günü katledilen evladı Armenak’ın ölüm haberini devlet
adına resmen iletmeye gelen polislerin ellerinde O’nun morgda çekilmiş
son fotoğrafını kendisine göstererek “Resimdeki terörist senin oğlun
muydu ?” sorusunu mağrur bir duruş sergileyerek “Evet, O aslanı ben
doğurdum” diye cevaplayan Mariam (Meryem) anayı evladıyla kucaklaşacağı
son yolculuğuna uğurlayacağız bugünlerde…
Manevi
değerler açısından giderek fakirleşen dünyamızda silinmez izler bırakan
insanlarımızın da giderek azaldığı bu zamanların canlı şahitleri
olarak, Armenak Bakırcıyan gibi bir “aslanı doğuran” anayı evladıyla
buluşturacak bu son yolculuğuna uğurlama onurunu yaşayacak olan tüm
insanlardan tek ricam, Mariam (Meryem) ananın çileli yaşamının anısına
saygıda kusur etmemeleri için, Beşiri’den Silvan’a, Tigranakert
(Diyarbakır)’dan İstanbul’a, oradan İsveç’e uzanan hiç bitmek-tükenmek
bilmeyen ve hep zoraki nedenlerle yapılmış yolculukların asıl sebepleri
hakkında olabildiğince dürüstçe düşünmeleri ve acımızı gerçek bir
samimiyetle paylaşmalarıdır sadece.
Mariam (Meryem) ananın ruhu şad, toprağı bol olsun.
Sarkis HATSPANIAN
Yerevan, 30.temmuz.2014
DOĞU ERMENİSTAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder