18 Eylül 2014 Perşembe

o heykel” neden yıkıldı?


Foti Benlisoy
“Beklenen” oldu. Lice’de Mahsum Korkmaz heykeli bir operasyonla, üstelik Mehdin Taşkın adlı gencin hayatını yitirmesine sebep olan bir askeri baskınla yıkıldı. Heykelin (90’lı yılların görüntülerini andırırcasına) askerlerce ayaklar altına alınmasını gösteren fotoğraflar da incinmiş milli gururu tamir etmek adına herhalde alelacele kamuoyuna “servis edildi”.
mahsum
Ne oluyor? Öcalan, “30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır” demişken, hükümet cenahından “çözüm sürecinde yeni aşamaya geçildiği” minvalinde açıklamalar yapılırken Mahsum Korkmaz heykeline dönük saldırı nasıl yorumlanmalı?


Bir “yol kazası” mı bu? Kürt hareketinin attığı “zamansız” bir adım mı? “İyi saatte olsunların” bir provokasyonu mu? Müzakere-çözüm sürecinin bir yalandan ibaret olduğunun bilmem kaçıncı teyidi mi? “Paralelcilerin” ya da PKK içindeki paralel yapının işi mi? Herkes kendi meşrebince bir şeyler söyleyince rivayet de yorum da muhtelif olacak elbet. Heykelin açılış tarihi, dikildiği yer, heykelin şekli şemali hususunda da çok şey söylenebilir. Böyle bir hamle için erken olup olmadığı, kamuoyunda yaratacağı etkinin, hükümetin vereceği reaksiyonun iyi hesaplanıp hesaplanmadığı gibi çokça soru sorulabilir. Kimileri bu girişimi taktik bir hata ya da Kürt özgürlük hareketinin güç ve meşruiyetini sınadığı bir hamle olarak da değerlendirebilir. Bu hamlenin kısa ve orta vadeli sonuçlarının olumlu mu olumsuz mu olacağı da tartışılabilir, tartışılıyor zaten. Bunlar elbette kritik, önemli başlıklar. Ancak güçler dengesi, strateji ve konjonktürden bağımsız olarak “o heykelin” ve onun yıkılmasının “mana ve ehemmiyeti” üzerine de düşünmek elzem. Çünkü Mahsum Korkmaz heykeli tam da mevcut “çözüm sürecinin” kısıtlarına dair ciddi bir hatırlatma aslında.
Mahsum Korkmaz heykeli, AKP’nin “çözüm-müzakere” sürecine dayattığı sınırların açık bir ihlaliydi. Erdoğan’ın ve kurmaylarının barış hususunda söylediklerine, kullandıkları kelimelere bakın, heykelin yıkılma nedenini orada bulacaksınız. Bu anlayışa göre, devlet (aslında “eski ceberut devlet”) “Kürtlerini” zaman zaman hor görmüş ve onlara eziyet etmişse de “yeni Türkiye’de” devlet-millet bütünleşmesinin gerçek olmasıyla, yani ileri demokrasiye geçişimizle birlikte bu ezilmişliğin bir temeli artık kalmamıştır. Artık devlet yeniden Kürtlerini bağrına basacak müşfik bir baba oluvermiştir. “Kürtlerin mağduriyeti”, eski Türkiye’nin meselesidir ve bugün “yeni” devletin Kürtlerin “gönlünü almasıyla” çözülecektir; hal yoluna zaten girmiştir.
Bu anlatıda bir siyasal özne olarak Kürtlere, yani Kürtlerin bizzat kendi kolektif mücadelelerine, hele hele o mücadelenin tarihine yer olamaz. Kürtler, olsa olsa, hem döven hem de seven devlet babanın merhametli eline muhtaç bir mağdurlar topluluğu olabilirler, kendi kurtuluşunun öznesi olan siyasal bir topluluk değil. İşte Mahsum Korkmaz heykeli, Kürt sorununda iyisiyle kötüsüyle gelinen noktanın Kürtlerin kendi direnişinin eseri olduğunu, üstelik mekâna nakşederek dosta düşmana hatırlatma girişimi olarak tam da bu sınırı ihlal ediyordu. Otuz küsür yıllık mücadeleye bir “bellek mekânı” yaratma çabası olarak eskisiyle yenisiyle mevcut ulus-devletin rasyonellerine meydan okuyordu. Mahsum Korkmaz heykeli, Kürtlerin sadece devletin zulmünden çekmiş bir mazlumlar topluluğu değil, kendisini direniş aracılığıyla kolektif olarak inşa etmiş bir siyasal özne olduğunun nişanesiydi. “Ulusal sınırlar dahilinde heykel dikme tekeli” olarak devletin yetki alanına, “hikmet-i hükümete” açık bir meydan okumaydı. Yıkılması o nedenle “vacipti”.
Herhalde hepimiz farkındayız. AKP mücadelesiz müzakere istiyor; “çözüm” bir “sessizlik kumpasının” eseri olsun istiyor. Kalekolların gösterdiği gibi savaşa hazırlanırken “barış” diyor. Onlarınki mümkün mertebe teknikleştirilmiş, kısmileştirilmiş bir “çözüm” versiyonu. Olabildiğince az şeyi değiştirecek ya da aslında çoğu şeyin aynı kalmasını temin edecek bir “değişimi” arzu ediyorlar. Bu “değişimde” mücadeleye, direnişin belleğine yer yok. “Çözüm” bir “devlet teşekkülü” olarak kalmalı, hafızalarda da bu şekilde yer etmelidir. Kendi kendini mücadele içerisinde yaratan bir kolektif özne olarak Kürtler bu “çözümün” parçası değildir. AKP kurmaylarının siyasal ufkunda “Kürt kardeşim”, kendi himayelerinde yaşayan folklorik bir figürden, ancak “beyaz adamın yükümlülüğü”, yani sömürgecinin “medenileştirici” kibriyle yaklaşılacak “yerlilerden” ibarettir. Bu sınırı zorlayan her adım devletin dağda, ovada, şehirde; askeriyle, polisiyle, hukukuyla, yeri gelince “duyarlı vatandaşıyla” seferber olduğu bir savaşın karşı öznesidir. “O heykelin” yıkılması bundandır…
Mahsum Korkmaz heykelinin inşasının zamanlaması, taktiksel açıdan ne kadar doğru olup olmadığı tartışmasına girmeden bu hususun idraki şart…

Hiç yorum yok: