Mahmut Balpetek
İnsanlık tarihinin en trajik boyutu savaş ve savaşa dayalı göçlerdir.
Geçtiğimiz 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan ”gönüllü”
emek göçü dışında, insanlık tarihi hep zora dayalı göç ve sürgünlerle
doludur. Yeni zengin topraklar bulmak için ilk çağlardan beri tek tek
insanlar, etnik topluluklar ve uluslar o bölgeden bu bölgeye, o ülkeden
hatta o kıtadan bu kıtaya göç ve sürgünler yaşamıştır.
Çoğu zaman kanlı bıçaklı olmuşlar, bu uğurda savaşlar yapmışlar. Galip
gelenler, mağlup olanları topraklarından sürmüş, sürülenler ise
kendilerine yeni topraklar bulmak için dünyanın dört bir yanına
dağılmışlar.
Uygar
toplumdan, teknolojik devrim ve bolluk toplumundan söz edildiği
günümüzde olması beklenen, bu türden trajedilerin yaşanmamasıdır. Ancak
durum hiç de öyle değil. Emperyalizm tarihsel illiyetine sıkıca
bağlılığını koruyarak, bütün teknolojik gelişmeleri siyasal ekonomik ve
ideolojik çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. İnsan hakları,
diktatörlük karşıtlığı ve demokrasi söylemi bu ideolojik yaklaşımın yeni
enstrümanları olarak sahnedeki yerini almaktadır. Bu bağlamda
kullanılan enstrümanlarda yaşanagelen değişim, biçimsel olmaktan
ileri gitmemektedir. Dolayısı ile özünde köklü bir değişime karşılık
gelmemektedir.
Laleş’te Bir Gün
2014 Mart ayının başlarında Güney Kürdistan seyahatimizde, Laleş’e
gittik. Duhok’a 40 km uzaklıktaki Laleş’e geldiğimizde müthiş bir
izdiham ve kalabalık vardı. Uzun bir uğraş sonunda arabamızı park edecek
bir yer bulduk. Arabadan inip biraz yürüdükten sonra bir genç görevli
yanımıza gelerek ayakkabılarımız ve çoraplarımızı çıkarmamızı istedi.
Çünkü, Ezidiler’ in kutsal mekanına ayakkabı ile girilmesi gelenek ve
inançları açısından caiz değildir. Çok nazik bir şekilde durumu bize
izah eden görevliye, tam olarak nereden itibaren yalınayak yürünmesi
gerektiğini sordum. 1 km uzaklıktaki mabet merkezine yakın bir yeri
işaret ederek, uygulamanın o noktadan sonra başladığını söyledi ve
yine aynı tonda ekledi. “Gördüğünüz gibi, çok kalabalık ve orada
görevli olmayabilir, lütfen o noktayı geçecekseniz ayakkabı ve
çoraplarınızı çıkarınız.”
Laleş’i
dolaşırken bir yandan da Ezidilerle sohbet etmeye çalıştım. Kendi kutsal
mekanlarını özgürce ziyaret ettiklerinden dolayı çok mutluydular.
Kürdistan Federe Bölgesinde inançlarını serbestçe yaşamanın sevincini
yaşıyorlardı. Bir Ezidi’nin ifadesi ile rüya aleminde yaşıyor
gibiydiler. Çünkü; Orta Doğunun en eski halklarından olan Ezidiler,
tarih boyunca 72 kez jenosite uğramış ve geriye bir avuç insan kalmış.
Birkaç ay sonra yaşanacak olanlardan habersiz tarihlerinin en güzel
günlerini yaşarken büyük bir felaketin kapılarında olduğunu nereden bile
bilirdiler.
Gitmeyin Bu Şehir Sizinle Güzel
Tarih 7
Ağustos… IŞİD tarafından Şengal’e saldırı gerçekleşti. Peşmergenin
denetiminde bulunan ve Ezidilerin yoğun olarak yaşadığı bu yerleşkede,
Peşmerge hiçbir direniş göstermeden şehirden çekildi. “Kuzuyu kurda
teslim etme” özdeyişinde olduğu gibi Ezidiler, kaderlerine terk
edildiler.
Halbuki,
IŞİD’ın Musul işgalinin ardından, hedef alacağı en yakın bölgenin Ezidi
halkının yaşadığı Şengal olacağı çok berrak olarak görünmekteydi.
Ancak, Kürdistan Federe Hükümeti bu fikirde değildi ve IŞİD ‘i tehdit
olarak görmemekteydi. Dolayısıyla da gerekli askeri tedbirleri almadı.
Bu yaklaşım, Ezidi soykırımının nesnel zeminini hazırladı. Bununla
birlikte; Ezidiler, tarih boyunca 73 defa soykırımı yaşadılar.
Sevinçleri mutlulukları Laleş’teki Ezidinin ifadesi ile bir rüya gibi
geride kaldı. Şengal’i Şengal yapan kültürel zenginlik bir viraneye
döndü. Ezidiler yine kendi stranlarında ” Heyla l imin xeribe”
(
Vay ben garibim) ifade ettikleri gibi garipliğe ve kimsesizliğe mahkum
kaldılar. Şengal, Ezidiler ile güzeldir.Bu şehri onlarla sevdik. Şimdi
sevdiğimiz o şehir yok. Eskiden sevdiğimiz o şehrin etrafındaki
dağlar, o sevdiğimiz insanlar için kurtuluş ile ölüm arasında arafa
dönmüş. Ölüme de kurtuluşa da giden yol tekleşmiştir. Başka yol, çıkış,
ihtimal, tercih kalmamış, her yol tek ve yekpare olmuştur. Bu yolda sağ
kalanlar, yaşadıkları felaketin ağırlığından kurtulduklarına
sevinemediler. Neden kurtulduk? diye hawar ettiler.
Hiç kuşkusuz YPG güçleri; KDP tarafından kazılan hendekleri aşıp
Şengal’e ulaşmasaydı, yaşanan felaketin boyutlarını tahmin ve tarif
etmek imkansız olacaktı. Zira, YPG HPG ve Peşmerge güçlerinin yardımına
karşın yaşananları anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırken, yardımların
ulaşmaması durumunda yaşanacakları tahayyül etmeye çalışmanın kendisi
kabustan farksızdır.
Geliyorum Diyen Kıyım
IŞİD’ın
Musul işgali öncesi Rojava’da gerçekleştirdiği katliamlar karşısında
sesiz kalan KDP, aslında Şengal’in işgaline davetiye çıkarmıştır. Musul
işgalinin ardından Türkiye’ye gelen Federe Kürdistan Başbakanı
Barzani’yi Türk yetkililer, IŞİD’in kendileri için bir tehlike arz
etmediği noktasında ikna ettiler. Bölgedeki stratejik ortağı AKP’nin
telkinlerini inandırıcı bulan Federe Kürdistan Hükümeti, IŞİD
tehlikesini göz ardı ederek bağımsızlık ilanı üstünde yoğunlaştı. Zira IŞİD saldırıları ile zayıflayacak Maliki Hükümeti bağımsızlık yolunun önündeki engelleri temizlemiş olacaktı.
IŞİD’in
hedefi ise Şengal ve Mahmur Bölgesini denetimine alarak, Bağdat ile
Akdeniz ve Lübnan arasında Rojava üzerinden geniş bir koridor açmaktı.
Ancak
taraflar burada birkaç noktayı gözden kaçırmışlardı. Obama’nın “biz
IŞİD’in yükselişini izliyorduk” beyanı, aslında olası bir müdahale için
sürecin kendi lehlerine dönmesini beklediğini işaret etmekteydi.
1, Emperyalist güçler, bu aşamada bağımsız bir Kürdistan istemiyordu.
2, Maliki Hükümeti miadını doldurduğu için, kendileri ile sorunsuz iş birliği içine girecek yeni bir hükümet arayışındaydılar.
3,
Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden pazarlanması ve petrol
paralarının Türkiye’deki bankalar üzerinden işlem görmesine itirazları
vardı.
4, Görece olarak
kendilerinin denetimleri dışına çıkma eğilimi gösteren AKP Hükümetini
kapsama alanına çekmeyi hedeflemekteydiler.
Emperyalist Güçler IŞİD Aparatı ile Orta Doğunun Fabrika Ayarlarını Girdi
Emperyalist güçler; Afganistan, Irak, Suriye müdahalelerinde
bekledikleri sonucu tam olarak elde edemediler. İkinci Körfez
müdahalesinden sonra yaşanan “Arap Baharı” diye nitelenen süreçte
birçok Arap Hükümeti domino taşı gibi peş peşe yıkılırken, Suriye’de
ki, Esat rejimi bu süreçte istisna kaldı. Bu durumu ortadan kaldırmak
için başta ABD olmak üzere, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan iktidarları
ortaklaşarak Esat’ı devirmeye kalkıştılar. Ancak geçen zamandan bugüne
kadar başarıldığını söylemek mümkün değildir.
Emperyalistlerin, doğrudan müdahalelerinin başarısızlığı ve yarattığı
yabancı düşmanlığı kıvamındaki anti emperyalist reaksiyona karşı,
değişik müdahale taktikleri geliştirdiler.İşbirlikçileri Katar, Türkiye
ve Suudi iktidarları aracılığı ile büyütülen IŞİD, bir dönem sonra
işbirlikçilerin kapsama alanının dışına çıktı. Gerektiğinde onlarla
çatışma pozisyonuna girmekten de imtina etmedi.
Küresel güçler için müdahalenin şartları oluşmuştu. Tamamen yerli malı
gibi servis edilen IŞİD dış müdahalenin aksine Suni Müslümanlar
arasında sempati ve toplumsal taban oluşturdu. Yaptığı katliamlarla ,
bölge halkları nezdinde kimden gelirse gelsin her türlü müdahaleyi
meşru kıldı. Emperyalist güçler kurtarıcı rolünde gerekli müdahaleyi
yaptılar. Bu müdahalenin amacı Ezidileri soykırımdan kurtarmak değildi.
Amaç, Orta Doğu’yu yeniden çıkarları doğrultusunda dizayn etmekti.
Müdahale sonrası gelişmeleri kısaca sıralayacak olursak;
1- Maliki iktidardan uzaklaştırıldı.
2- Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı bir başka bahara ertelendi.
3- Kürt petrolünün pazarlanması ve hangi bankaların bu ticarete aracılık edeceği yeniden tartışılır hale geldi.
4- AKP Hükümetinin iplerini sıkarak “onayım olmadan bölgede kendi başına iş çevireme” uyarısı yaptı.
Orta Doğuya IŞİD üzerinden yapılan müdahalenin ne kadar başarılı
olduğunu önümüzdeki günlerde birlikte göreceğiz. Ancak bugün yaşananlar
Ezidilerin kimler tarafından soy kırıma uğradığını yada uğratıldıklarını
bize berrak olarak göstermektedir.
Son söz yerine, şayet Şengal özgürlüğüne kavuşturulmaz ve Ezidiler
kendi yurtlarına dönmeyerek, Dünyanın dört bir yanına varlıklarını
sürdürmek üzere dağılırlarsa, bunun adı kültürel soykırım olacaktır.
Soykırımı engelleyemedik, kültürel soy kırımı engellemek için bütün
halklar haydi dayanışmaya!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder